NEVŞEHİR, ÜÇÜNCÜ BÖLÜM : ÜRGÜP, AVANOS, GÖREME
ÜRGÜP :
Ürgüp’teyim. Ülkenin en turistik ve dolayısıyla en kalabalık olması gereken bölgesinde hemen hemen hiç turist yok. Yollar boş, ara sokaklar ıssız, oteller kapalı. Yıllar önce bir günde kalkan balon sayısını düşünüyorum da, şimdi tek tükler. Kriz, savaş, kaos, geleceğin belirsizliği, patlayan bombalar son derece cazip fiyatlarla Türkiye’ye gelen yabancı turistin ayağını kesmiş. Eskiden de bombalar patlardı bu ülkede. Ama bu kadar sıklıkla olmazdı. Afganistan, Pakistan, Irak ve Suriye’den sonra tehlikeli olarak kabul edilen bir ülkede yaşamanın verdiği sıkıntının, hassas dengeler üzerine kurulu ülkenin can damarlarından biri olan turizmi nasıl etkilediğine kendi gözlerimle şahit oluyorum. Avrupalı turist az. Rezervasyon iptalleri var İstanbul’daki saldırıdan sonra. Çinlilerin bayramı da bitmiş. Sezonu kapatmış esnaf çaresiz. Bu sene tatil planı yapacaksanız, buralara gelin. Anadolu başkadır gene de. Kapadokya bölgesindeki enteresan doğayı bulamazsınız başka yerde. Her yeri kendine özgüdür. Her sokağından, tüm yerleşim bölgelerinden ayrı bir güzellik çıkar. Bir yere gidecekseniz, buraya gelin. Taş evlerde kalın. Atv’lere binin, at sürün kovboylar gibi, güzelim şaraplarından için. Kapadokya bölgesi ve Eski Mardin insanı allak bullak eder. Türkiye’de eşi benzeri yoktur. Mardin için, tüm GAP için-Gap turları yapardı eskiden turizm firmaları bundan çok da uzak olmayan tarihlerde, bir projeymiş cidden kolaylıkla harcanabilen- yanlış politikacılar, kötü niyetler, misillemeler… Şu geldiğimiz noktaya bak! Gel de şu halimize bak!
Ürgüp Öğretmenevi’ne giriyorum. Güzel, eski bir taş bina. İçerisi bomboş. Kimsecikler yok. Çay var mı diyorum usülden çalışanlara. Demleriz diyorlar kibarlıktan. Düşünün. Lokantalar boş. Öğle arasını da geçtiğinden memur ya da banka personelinin gelme ihtimali de yok. Kalamayacak olsam da gece hayatı olduğunu bildiğimden soruyorum esnafa, nasıl acaba gece hayatı diye. Kayserililer bitirdi diyor bir tanesi. Kayserililer buraya gece hayatına mı geliyorlarmış diyorum. Olanca ciddiyetleriyle kafalarını sallıyorlar. Kayserililerin bu bitirme işi hakkında bir fikrim olamıyor yazık ki. Ayrıntıları duymak istediğimi de sanmıyorum zaten.
Elinde bir büyük Divan-ı Kebir misali kitap olan İngiliz bir kadın ve ben yabancısıyız buraların. Dışarıdan şaşkın ve bakımsız görünüyoruz. İkimizin de botları toz içinde. Saçlarımız papaz gibi. Onun yüzü sapsarı, benimkisiyse kirece bulanmış gibi. Kadın benimle ilgilenmiyor. Ben onunla ilgileniyorum ya! Yine de garipseyerek bakıyor bana. Hiç alışılageldik bir durum değil sanırım buralarda son günlerde bir başına dolaşan turist kadınlar.
AVANOS :
Her defasında en az ya da hiç miktarlarda gezi programıma dahil ettiğim Avanos’tayım nihayet. Galiba şu çanak çömlek meselesi hiç ilgimi çekmediğinden böyle. Hiç ama. Avanos’a hava kararmak üzereyken geliyorum ve hava buz gibi. Ayaz mı çıktı ne? Köprüden geçiyorum önce sallana sallana, Kızılırmak’ın üzerinden. Karşı taraftaki pastaneler bomboş. Otursam iyice geç olacak, dükkanlar kapanacak. Gözümün önünden şuruplu ağdalı hamur tatlıları ve üzerinden çikolatalı soslar akan, karnı kremalı yuvarlak pastalar geçiyor. Soğukta insanın canı hep tatlı istiyor. Hevesimi sonraya saklıyorum. Çarşının içine yöneliyorum. Chez Galip’in önünde buluyorum kendimi. Yıllar önce atölyesine gitmiştim Malezyalı bir çiftle. Şimdi onun yeğeni olduğunu söyleyen Mustafa var dükkanda. Saç müzesini gezdiriyor bana. Odalar odalar içinde tavanlara, duvarlara asılı rakamla on altı bin olduğu söylenen ve her geçen gün bu rakamı geçen saç uzantıları ve üzerlerine yapıştırılmış notlar çıkıyorlar karşıma. Adını, soyadını, uyruğunu, telefonunu, mail’lerini bırakmış kadınlar. Alt katlarda yer alan ruhsuz odalara ruhundan bir tutam katmış dünyanın dört bir yanından gelmiş kadınlar. Bir yandan ürkütücü görünüyor yıllanmış saçlar, bir mağaranın içinde yıllar yıllar içinde oluşmuş sarkıtları andırıyorlar bu halleriyle. Her saç bir hayat ve üzgün bir kadınla, ileriyi gören bir adamın aklı, burada, kadınlardan olma sessiz bir dünya yaratmış. Ben de bırakıyorum bir tutam saçımı Avanos’ta Chez Galip’e. Pittsburgh’da Kuzuların Sessizliği’ndeki Buffalo Bill’in yaşadığı yeri anımsatan ama aslında hiç var olmamış ünlü bodrum katını andırıyor burası her haliyle.
Karanlık çöküyor iyice ve insan ürküyor bir anda sokaklarda bir başına. Bir kadın sesleniyor arkamdan. Sonra daha yüksek sesle, derken daha da yüksek sesle. Durak çıkıyor karşıma. Orada da bir adam. Mahallenin delisine çatmışsın diyor. Gelme diyor kadına. Kadın geliyor daha hala arkamdan. Beni bir arabaya bindiriyorlar. Kadın arabanın arkasından da geliyor, hala daha nereye gidiyorsun diye diye. Avanos’un delisiymiş. Deli sever beni diyorum kendi kendime. Unutmuşum çoktan.
GÖREME :
Sabahın çok da erken olmayan ama erken bir saatinde buradayım. Saat dokuz buçuk. Ben buradayım da, herkes nerede? Koreli bir çift var hemen önümde. Başka da bakıyorum da hani sağıma soluma, kimsecikler yok. Kimi esnaf daha dükkanını açmamış bile. Üç tane yavruluktan çıkmış, büyümüş kocaman olmuş kedi var bir dükkanın önünde aynı paspası barış içinde paylaşan. Çok ciciler. Pek şekerler. Sadece bakıyorlar gelene geçene hiç istiflerini bozmadan. Gelen geçen de fazla olmadığından, bana da poz veriyorlar iki arada bir derede. Teşekkürler.


Koreli çiftle rastlaşıp, birbirimizi anlamadan konuşuyoruz. Bu genellikle şöyle olur: sen bir şey söylersin, karşı taraf başka bir şey anlatır ve hoşça kal diyerek vedalaştığınızda aklınızda kalan bir şey yoktur. Ne aydınlanmışsınızdır ne de karşı tarafı aydınlatabilmiş. Suretleri silinir kolaylıkla gözünüzün önünden. İşte öyle bir ayrılış oluyor bizimkisi de.
Bugün Cuma ve Cuma hutbesi veriliyor. Ağzım bir karış açık, dinleye söylene yürüyorum kendimi kaptırıp. Hayır bugün cuma değil, verilen de cuma hutbesi değil. İmam almış eline mikrofonu konuşuyor. Mevzusu ise şu: “Müminler, inananlar vazgeçin şu zinadan”. Sonra da uzuun uzuun Allah-u Teala’ya bağlıyor mevzuyu. Yatay bir soruna dikey bir çözüm getiriyor kendince. Çok başarılı bir hatip ama saçmalıyor. Her yerden şehit haberleri gelirken, canlı olduğunu sanan cansız bombalar ülkende cirit atarken, insanlar birbirine düşmüş, mezhep ve etnik kimlik ayrımı yapılırken, millet gırtlağına kadar borç içinde yüzerken, ne zinası? Kime ne milletin yattığı yerden? Her yer çok ağır bir mutsuzluk ve belirsizlikle horlandıkları topraklarda zencinin zencisi olarak yaşamaya çalışan mültecilerle dolmuşken, ne zinası böyle bir günde söyle akılsız adam. Alan razı, veren razıysa Hocaefendi, sen fazla fazla takılma bu mevzulara. Pompei değil burası, Caligula değil bu halk, bu insanlar. Ne kadar boş tüm bu yobazlıklar. Tecavüzlere, kadınlara dayağa sesiniz çıkmaz ama kolay kolay.
Göreme Açık Hava Müzesi’ne gelmeden kafelerin ve hediyelik eşyaların olduğu dükkanların arasından geçiyorum. Bir anda bir dükkan sahibi çıkıyor karşıma. Adam bana duyup duymadığımı soruyor. Duydum diyorum. Meğer Nevşehir Merkez Camisine bağlanıp, oradan da hoparlörlerle naklen yayın yapıyorlarmış tüm ilçelere, köylere. Allah’tan bu saçmalıklardan anlamıyor turistler. Yerli halkın damarına basıyorlar ancak. Böyle günde olur mu böyle vaaz diyor. Milletin oğlu ölmüş gitmiş, ölüsünü yıkamak cenazesini kaldırmak peşindeyken nedir bütün bu saçmalık? Sıcak şarabım var diyor. Dönüşte uğrarım diyorum ben de.


Açık hava müzesindeki her bir kiliseyi ziyaret ediyorum tekrar tekrar. Kültür Bakanlığına bağlı görevliler var her yerde, olası fotoğraf çekimlerini engellemek için kendi paylarına düşen kiliseyi bekliyorlar. Kimi görevli yasak bizim bilgi vermemiz, audio alsaydınız diyor. Haklısın ama teorik bilgi her yerde varken, senin kelimelerin kaçıyor, bir bilsen. Unesco Dünya Miras Listesi’nde yer alan açık hava müzesinde manastır hayatına şahitlik ediyorsunuz gezdikçe. Vadi manzaralı kiliseler ve şapellerle bezeli alanda erken dönem Ortodoks Hıristiyanların hayatına tanıklık ediyorum yüzyıllar sonra. Kullandıkları boyalar her nasılsa bozulmamış, gelmiş bugünlere kadar. Görevli günümüzün plastik duvar boyalarıyla karşılaştırıyor zamanın malzemelerini, beni de bir gülmedir alıyor. Plastik satenlerle boyanmış fresklerin halini düşünüyor insan. Olmayacaklardı o zaman şimdiye tüm bunlar. Müze kapsamında, Kültür Bakanlığına bağlı harika hediyelik eşyalar satılan bir mağaza var burada. Onu da gezip ayrılıyorum müzeden. Çıkışta fotoğraflar çekiyorum. Aşırı soğuktan ne yaptığımı bilmez halde çektiğim rastgele karelerden birine takılan, cinsiyeti belirsiz bir insanın soğuğa karşı aldığı önlemlerle objektifime yansımış haline bakıp da korkmayın sakın. Mevsim normallerinde seyreden havalarda ben de objektiflere yansımasam da aşağı yukarı bu hallerde dolaştım durdum. Hayatımda yemediğim tatlıyı da bu bölgede yemişliğim var.

Geldiğim yoldan dönüyorum tekrar. Beş tane tur otobüsü var araç yerinde park edilmiş olan. Müzeye gelmeden konuştuğum cafe sahibiyle karşılaşıyorum. Giderken masada bıraktığım biracı ve tembel Alman’ı buluyorum içeride. Soğuktan buraya sığınmış turistler, divanlarda büzüşmüş oturuyorlar. Biracı, tembel ve tombiğin yanakları al al olmuş alkolden, hem de sobanın sıcağından. Biraya devam. Bense sıcak şarap söylüyorum. O kadar iyi geliyor ki, içim ısınıyor. Dünyayı kurtarmaya hazırım diyorum kendi kendime. Dünyanın hele de benim tarafımdan kurtarılmak konusunda çekimser kaldığını düşünüyorum. Hiç ses etmiyor bana.
Kafeyi işleten iki kişiyle Almanya ve Hindistan’dan gelmiş turlar gidince konuşabiliyoruz nihayet. Onlara şarap on beş bana beşmiş. Malum euro şu kadar, dolar bu kadar, sosyal devlet onlarda, bizim olay bambaşka. Ödesin bakalım canlar. Doksan dokuz euro’ya geliyorlarmış buraya adam başına, tur kapsamında-söyleyenlerin yalancısıyım. Hava bedava, su bedava. Arada canlı bombaların hedefi olsalar da, biz her gün yaşıyoruz aynı korkuları kalabalıklara karıştığımızda.
farklı bakıs acınız ve arastırmalarınız ıcın tebrık ederım.
BeğenBeğen
Güneydoğu’dan yeni döndüm. Fotoğrafları ancak toparladığımdan, yazma aşamasına geçmek çok vaktimi alıyor. Ama onu da okumanızı isterim. Elimden geldiğince, tam olamam biliyorum, tarafsız yazmıyo… yazamıyorum da… herkesi dinlemeye çalışıyorum. En sonunda yorum yapıyorum. Tabii canıma çok tak etmezse. İnsan böyle bir şey.miş.
BeğenBeğen