SHOPLIFTERS : ARAKÇILAR
“Sana kötü biri olduğun için değil de, seni sevdikleri için vurduklarını söylüyorlarsa bu bir yalan.”
“-Normalde anne babanı kendin seçemezsin.
-Belki kendin seçtiğin takdirde daha kuvvetli oluyordur.”
“Çocuğu doğurmak sizi otomatik olarak anne mi yapıyor?”
GİRİŞ :
Biri babasının işini devralmış iç mimardır, diğeri hem halen canlı bir babası hem de doğru düzgün bir işi olmayan sosyologtur. İki kız arkadaş filmi izlemiş düşünceli düşünceli yolda yürümektedirler. İç mimar olanın anne babası ayrıdır fakat parası vardır, dolayısıyla huzur kısmını kendi ağzından dinlesek daha iyi olur. Diğerinde hiçbiri olmadığından hayatı iyice boşvermiştir. Ben bundan sonra çekilmek zorundayım, çünkü Bodrum’a gitmek üzere yola çıktım. Demek istediğim o ki, siz kızlarla baş başasınız ve ne yaparsanız yapın onların sesli düşünmelerine mani olamazsınız. Bu kızlar nerede mi yürüyorlar, kafamın içinde pardon İstiklal Caddesi’nde. Az sonra da girip bir kafede oturacaklar. Mimar olan için nerede oturdukları sorun teşkil etmiyor ama parasız sosyolog için bu bir mesele. Son defaya mahsus olmak üzere belirtiyorum; A kişisi mimar, B kişisi sosyologtur. Size iyi okumalar, bana da iyi yolculuklar.
A – Seviyorum Starbucks’ları.
B – Ne demezsin, hiç olmazsa bahşiş derdi yok. Alıyor, kurtuluyorsun. Evde olsa kahvenin fincanını beş yüz kuruştan içerdik.
A – Sen de…ne kuruşu, kuruş mu kaldı? Hem ortaya böyle bir kahve çıkarmak için Delonghi almış olman gerek.
B – Her defasında bir kadeh Johnnie Walker Blue Label’ıma eşlik etsin diye kaz eti yiyebiliyor muyum? Hayır. Bira ve fıstığı yeğlermiş gibi yapıyorum.
A – Tamam, kahveler benden. Senin bu darlığın ne zaman geçecek, sen ondan haber ver.
B – Nasıl geçer bilmiyorum ve bir gelecek de göremiyorum kendim için. Düşünsene ben sosyoloji mezunuyum ve de yüksek lisans yaptım. Bunu en iyi şekilde yansıtmak ve gözlemlemek için aile kurmam gerek. Hatırlarsan ayrıldığım adam da benim gibiydi, hatta benden beterdi maddi anlamda. Evlenemedik, doğru düzgün çıkamadık bile.
A – Sosyal bölümler mezunlarının ortak dramına senin sayende tanıklık ediyorum. Parasız bir şey yapılamıyor, doğrudur. Öte yandan sırf bölümünü en iyi şekilde temsil edebilesin diye aile kurma fikrin çok garip. En az senin kadar. Deney ya da deneyim değildir ki aile. Seversin evlenirsin, sen ya da partnerin kısır değilseniz bir ya da daha çok çocuk yaparsınız. Tüm bunlar neşeli olmak içindir, çocuklar neşe kaynağı, taze kandır yetişkinler için. En azından ben böyle düşünüyorum.
B – Bana göre daha pratik ve iyimserdin her zaman da ondan. Vesvesen de yok. Hayat sana güzel, ne diyeyim ki ben sana şimdi?
A – Benim hayatım da çok kolay geçmedi ki. Annemle babam çocukluğumdan itibaren yani ben kendimi bildiğimden beri hatırladığım bitmez bir kavgaya tutuştular. Üniversite ikinci sınıftaydım, annem babama kız yeterince büyüdü, bu iş burada bitti, senden nefret ediyorum dedi. Babam kapıyı çarptı ve gitti. Son defaya mahsus kapıyı çarpmadan önce, eşyalarımı arkamdan gönderirsin dedi. Annemi hatırlıyorum da, babamın her şeyini derledi topladı eskiciye verdi. Bir kuruş da para almadı. Eve doğru gelirken de sevap diye bağırdı. Yani babam her anlamda sıfırdan bir hayat kurdu kendine. Annem, üzerimden yük kalktı dedi durdu. Bense çok genç, çok toydum. Önümde bir hayat vardı ve de aşıktım en önemlisi. Ama çocukken hatırlıyorum da, çok zordu her şey. Bir anda birbirlerine bağırmaya başlarlardı, babam evden gider, günlerce de dönmezdi. Annem evde bunalınca, anneannemlere sığınırdı. Hiç ağladığını görmedim, hep öfkeliydi. Anneannemin yaşantısı fakirdi. İki odalı bir evi vardı. Annemden bir kuruş yardım kabul etmezdi, kocana laf söyletme derdi. Kaldı ki paranın onun hayatını değiştireceğini hiç sanmıyorum. Standartlarıyla barışıktı kısaca. Tek gayesi kendi yağında kavrulmak, kimselere muhtaç olmamaktı. Sobalı evde yıkanmak zor gelirdi, daha da çok geceleri çişe kalkmak. Tek odada otururduk. Annemle her dafasında yağlı saçlarla evimize dönerdik. Fakirliği bilirim yani.
B – Sosyolojik açıdan bakarsak eğer…
A – Nolursun bakma! Anlaşamadılar ve ayrıldılar, ben de ne sosyopat ne de psikopat bir çocuk oldum sonuçta. Ara ara kendime garip gelen huylarım oluyor ama kimin yok ki?
B – Benim de çok. Şu sıralar şeye taktım mesela. Aile dizimi diyorlar adına ve başına gelen her fena şeyde, aslında iyi şeyler de buna dahil ama iyi şeylerin neden iyi gittiğini kendine sorup durmayacağından, dolayısıyla da aksiliklere yoğunlaşman daha makul olacağından, o fena şeylerin aslında aile sistemiyle alakalı olduğunu araştırmış bir bilim adamı var. Benim de hayatımı düzene sokamayışımın nedeni bu bilim adamının ortaya attığı bu düşünce olabilir. Mesela parasızlığımı ele alalım. Küçüklüğümden dayımı hatırlıyorum en çok, ne sana ne de kimselere anlatmadığım eşsiz hikayeli dayımı. Acıklıdır hikayesi. Gidecek yeri olmadığından bize sığınmıştı. Çok kardeştik, ev küçüktü, bir de dayım çıkmıştı. Bizimkiler onun yüzünden birbirleriyle kavga etmeye başladılar. Annem ne yapalım yani sokağa mı atalım diye çıkışırdı babama. Babam da haklıydı çünkü çok çocuk olduğundan adamcağız daha bize harçlık yetiştiremezken, bir boğaz daha çıkıvermişti hiç yoktan. Annem zaten çalışmıyordu ve ek bir masraf kalemiydi dayım rakamlara vurunca.
A – Dayın çalışmaz mıydı?
B – Yani yevmiyeli, o da iş çıkarsa. Saftı da biraz. Ne söylersek tersini yapardı. Dayı akşam eve gelirken ekmek al getir derdik mesela…hatırlıyorum da…yaz mevsiminde dondurma alırdı, kışın da çikolata ama asla söylediğimizi almazdı. Aldığını da çocuk gibi bizimle oturur yerdi.
A – Böyle huyların mı var senin de?
B – Yok ama dışarıdan çok uyanık durduğuma bakma, benim de çok saflıklarım var. Safım ben.
A – Kız halaya benzer derler gerçi. Dayına ne oldu sonra?
B – Öldü.
A – Aaa…erken mi?
B – Çok erken.
A – Peki ama neden?
B – Boğuldu.
A – Nerde?
B – Küvette.
A – Atıyorsun!
B – Neden atayım ki? Banyoya girmiş, bir daha da ses çıkmamış.
A – Nasıl bulmuşlar peki?
B – Küçük kardeşim sıkışıp kapıyı çalıyor, açmayınca da babamın yanına gidiyor kapı kilitli diye.
A – Ay eeee…
B – Babam kapıyı zorluyor, yetmeyince de kırıyor. Sonra da manzarayla karşılaşıyor.
A – Sen gördün mü?
B – Hepimiz evdeydik. O ona dair birkaç şey kaldı aklımda. Ölene kadar da bunamazsam eğer unutmayacağım. Bir; babamın dayımı kollarına alıp bağıra bağıra yüzünü tokatlaması, iki; annemin saçlarını gerçekten yolması ki ellerinde tutam tutam saçları duruyordu, üç; fırsattan istifade küçük erkek kardeşimin ayakta çişini etmeye başladığı esnada çıkardığı “oh” sesi.
A – Aman Allah’ım.
B – Hayatı sorgulamaya o zaman başladım ben. Biri ölürken, diğerleri acı ve çaresizlikten ne yapacağını bilmezken, biri de işiyorken.
A – Kardeşine ne oldu?
B – Hangisi?
A – Sıkışan.
B – Annem bu tekne kazıntısı derdi. O tekne kazıntısı o şartlarda ne yaptıysa hayatı boyunca da onu yaptı. Dayımdan sonra annem babamı asla affetmedi ama malum fakirlik ve çok çocuklu olmanın getirdiği çaresizlikten ötürü boşanmayı düşünse bile gerçekleştirmenin imkansızlığını bildiğinden başka yollara başvurdu. Yatakları ayırdı. Odanız mı çoktu diyeceksin, salonda yattı bir süre.
A – Ya tekne kazıntısı?
B – Okumayacağım ben dedi. Kestirmeden gitti. İnşaatçi oldu. Kestirmeden de evlendi. Sekreteriyle. Üçüzleri oldu kestirmeden. Hep kestirmeden. Malum Karadenizli’yiz biz. Harçtan, sıvadan anlardı. Severdi de küçükken. Dayımdan çok sonra denize gitmiştik, annem tetikte bekledi durdu. Ama boşuna evham etti. Çünkü bizim ufaklık kumdan kaleler yapmaktan doğru düzgün denize girmedi. Yaptığı kaleler saray gibiydi. Ben dayımdan sonra hiç yüzmedim. Serinlemek için bir girer bir çıkarım sadece.
A – Hangi inşaatları yaptı peki ufaklık?
B – Henüz bir saray yapmadı ama şu genç yaşında girdiği ve söylediğine göre çıkamadığı iki kooperatif var. Kumdan kaleler yapmıyorsa eğer, insanların ahını almadan ömür boyu yaşar. Şimdilik durumu iyi, en azından evlenebildi.
A – Ya dayın, adı neydi dayının?
B – “Hikmet”.
A – Yazıııkkk…çok yazık olmuş Hikmet’e.
Fakir ama gururlu sosyolog gülmeye başlar.
A – Ne gülüyosun be?
B – Küvette boğularak tarihe geçti benim dayım.
Beraberce gülmeye devam ederler.
A – Her tür antikalıklar da sizde.
B – Fakirliğin gözü kör olsun! Öte yandan insan kendine yaratıcı ölümler bulmakta hiç sıkıntı çekmiyor. Hikmet dayım mesela inşaatten düşseydi ya da bindiği uçak düşseydi bu derece şaşırtıcı olamayacak, ne zamanında bizi, ne şimdi seni gidişiyle şaşkına çeviremeyecekti.
A – Bir ayrıntı var burada dikkatimi çeken. Fakirlerin küvetleri olmaz gibi gelir bana. Acaba yeterince fakir mi değildiniz?
B – Şüphen olmasın. Biz yeterince fakirdik. Zaten o küvette bizi çok uzun süre yasa boğdu. Dayım onu çalıştığı inşaatten getirmişti sırf babama yaranmak için. Zavallı sırtında taşımış bi de. Sonra da bir hafta boyunca bel ağrısından yatmıştı. Az uğraşmamışlardı onu monte etmek için. Bilemezdik ki mezarı olacağını.
A- Hayat çok garip gerçekten.
B – Özellikle de biz fakirler için.
Tekrar gülüşürler.
A – Ne diyeceğim B kişisi!
B – Söyle A kişisi!
A – Sence biz neden yuva kuramadık?
B – Şu an bu yazıyı okumakta olan ve pek de farklı bir şey söylemememize rağmen, hiç olmazsa okunduğunda benzer düşüncelere sahip hayatın şaşkın bıraktıkları da varmış dedirtmek gayesiyle buradayız malum. Tüm bekarları temsilen ahkam kesmemi istiyorsun madem diyeyim sana parasızlık-karşılıklı ya da teker teker, çok çeşitli aşağılık duyguları, ortamına düşememek, güvensizlik, gençliğin kalıcılığına dair anlamsız duygular, çocuk korkusu, bir adamı ve onun ne menem olduğunu bilmediğin ailesini çok yakından tanımanın vereceği sıkıntıdan kaçınma dürtüsü, uyumsuzluklar-siz uyuşursunuz çevreniz, aileniz uymaz, gene parasızlık, hep parasızlık, anne babanın yaptığı ve senin gördüğün pek çok hatayı tekrarlama korkun, kızım belki lezbiyensindir, ne bileyim.
A – Ben olmayabilirim, parasız da değilim, çok kompleksli de-biraz sadece. Ama düşünüyorum da(aynı anda hızlıca on parmağıyla dua okur gibi erkek isimlerini sıralar), hiçbiri bana göre değilmiş. Yerlisi yabancısı, evlisi bekarı, sünnetlisi sünnetsizi…
B – Amma çapkın çıktın ha. Hiç belli etmezsin üstelik.
A – Denemedim demeyeceğim.
B – Filmdeki gibi bir aile ister miydin peki?
A – Mutlulardı bir noktaya kadar. Yalnız evin direği evin en büyüğü imiş. O gidince dağıldılar, duramadılar bir arada.
B – Tırnak yüzünden.
A – Evet, tırnak vardı, kötü şans.
B – Ben istemezdim. Sen mesela arkadaşımsın benim. Bacım der boynuma atlarsan bozuşuruz. Bacılık başka, dostluk başka.
A – Sen kalabalık ailede doğmuşsun, bıkmışsın da ondan. Ben isterdim. Çünkü bir başınayım bu hayatta. Düşünsene bizimkilerde para vardı pul vardı, ondan ayrılabildiler. Ya da hır gür sürecekti böyle ölesiye dek. Annem böyle mutluyum diyor da başka bir şey demiyor. Arakçılar’daki herkesse bir yolunu bulmuş gibiydi. Büyükanne başka çocukların nenesiydi, karıkoca karıkoca değillerdi, o çocuklar birbirlerinin kardeşleri, başlarındaki anne babanın çocukları değillerdi, pek fakirdiler ama huzurluydular. Tek huzursuz olan Shota idi, o da küçük kızın hırsızlık yapmasına gönlü razı olmadığındandı.
B – Altın Palmiye’yi aldı. Biliyor muydun? Belki Oscar’ı da alır mı?
A – Yok. O zaman Roma yoktu piyasada.
B – A kişisi, ne diyeceğim bak, bu bir garip okuyucu bizim hayat hikayelerimizi okumak zorunda mı? Hiç böyle bizim konuşturulduğumuz sinema yazıları yok. Filme puan ya da yıldız veriyorlar, künyesini koyup, şundan ötürü sevdik bundan ötürü sevemedik diyorlar. Herkese ne ki benim Hikmet dayımın dramından, senin annenle babanın anlaşmazlığından. Her kimin kafasının içindeki tilkiler olarak buraya kondurulduysak, yanlış yerde olduğumuz hissine kapılmaya başladım.
A – Sakın bizi yaratanın kafası karışık olmasın!
B – Bizim günahımız neydi peki?
A – Yanlış kafanın içinde olmak.
B – Duyarsa bozulabilir.
A – Bozulmakta serbesttir. Bizi attı gitti buraya. Ne işimiz var yoksa bizim Arakçılar’ın arasında?
ARAKÇILAR :
İlk sahneden belli ediyor film kendini. Hırsızlık yaptıklarını düşündüğümüz baba oğul, alışveriş merkezinden aşırdıkları yiyecek ve diğer tüm ihtiyaçlarını, bir de bakımsız vaziyette bir evin balkonunun köşesine sığınmış dört beş yaşlarındaki kızı alıp eve götürüyorlar. Geleneksel Türk…pardon Japon yer sofrasının çevresine toplanmış kalabalık aile bireyleri gürültülü bir şekilde yemek yiyorlar. Son derece doğallar. Ve de iştahlılar. Büyükanneleri bir yandan yemek yerken bir yandan da ayak tırnaklarını kesiyor çıtır çıtır. Sıçrayan tırnaklar yemek masasında yer buluyorlar kendilerine. Bu aşırı rahatlık kimseleri rahatsız etmiyor. Kendi aralarında espriler yapıyorlar. Aralarına yeni katılan küçük kızın çelimsizliğinden ve vücudundaki morluklardan şiddete maruz kaldığını görüyorlar. Yine de onu buldukları yere, yani evine götürüyorlar. Gel gör ki kızın ortamında kavga gürültü eksik olmadığından, götürdükleri gibi geri getiriyorlar acıdıklarından ve o da bu yaşantının daimi bir ferdi şerefine nail oluyor bundan böyle. Evdeki herkes her yol mübah diyerek elinden geleni yapıyor. Baba oğul marketleri boşaltarak, kızlardan biri vücudunu sergileyerek, büyükanne bir zamanlar bir parçası olduğu bir aileden aldığı yardımlar sayesinde, anne ve babaysa aşçılık, işçilik gibi işlerle evin ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyorlar. Marketlerden çaldıkları şeyler temel gıda maddeleri ya da şampuan gibi temel ihtiyaçları oluyor. Yaşantılarında herhangi bir lüks göremiyoruz. Çok iyi ısınamıyorlar, çok güzel giyinmiyorlar, anca yiyorlar. Yemek onları bir araya getiren, hatta bir arada tutan en gürültülü seremonileri. Küçük kız ilk götürüldüğünde yaşadığı şaşkınlığı yavaş yavaş üzerinden atıyor. Neticede ne Shota ne de Juri Oliver Twist gibi bir yetim değiller, çünkü Osamu da bir Fagin gibi değil. Fakat zaten yeterince kalabalık olan aile bireyleri, bir boğaz daha artınca eve daha çok ekmek getirmenin telaşına düşüyorlar. Çocuklara arakçılığı öğreten Osamu’nun bahanesiyse, dükkanda olan şeylerin kimseye ait olmadığı ve onların yüzünden de dükkanın iflas etmeyeceği. Filmin sonunda geçim maksatlı öğretebileceği bundan başka bir şey olmadığı için çocuklara arakçılığı öğrettiğini itiraf ediyor.
Filmdeki ilk soru işareti baba oğul sandığımız Osamu ve Shota’nın arasında geçen diyalog esnasında Shota’nın babasına baba demediğini öğrendiğimizde oluşuyor. Nedeni hakkındaysa ipucu verilmiyor. Esrar filmin sonuna kadar sürüyor. Bu arada televizyonda çıkan bir haberle polisin, iki aydır kayıp olan Juri’yi anne babasının öldürdüğünü düşündüğünü öğrenen aile fertleri kızın saçlarını kesiyorlar derhal tanınmasın diye. Adını da Lin olarak değiştiriyorlar. Yakalandıkları takdirde tutuklanacaklarını bile bile kızı bırakmıyorlar. Filmin en ilginç karakteriyse deneyimli Japon aktrist Kirin Kiki’nin canlandırdığı büyükanne karakteri. Aileden aldığı paraları biriktiriyor ama kumarını da oynuyor, birasını da içiyor ve o da sırrı saklıyor. Onun ölümüyle birlikte parçalanma başlıyor dolaylı yollardan. Anne baba eceliyle ölen yaşlı kadının cesedini alıp götürmesi için yetkilileri çağırmak yerine, onu evin içinde kazdıkları çukura gömüyorlar. Bundan böyle büyükanne hiç yaşamamış gibi hareket ediyorlar. Bir rakama dönüşen büyükanneden sonra beş kişilik bir aile oluyorlar. Başlarını polisle derde sokmamak gayretine düşüyorlar.
İlk pes eden Shota oluyor ve filmin son yarım saatine girdiğimizde bir parça ağır tempodaki seyrim bizi bu kasıtlı sona hazırladığını anlıyoruz. Düğümler bir bir çözülüyor polis soruşturması esnasında ve herkes kendi ağzından hikayesini anlatıyor sakin ve telaşsız. Yetişkin insanların gerçekleştirdiği bu cüretkar davranışlar silsilesinin çocukların kaderiyle oynamak gibi bir sonucu olmasına rağmen naif bir hareket olarak kabul görülüyor çocuklar açısından. Çünkü hiçbirinin kılına zarar gelmemiş o ana dek. Juri’yi bırakmama nedenleri kötü muamele görmesiyken, Shota daha bebekken kaçırılmış. Juri’nin elbette ki sevildiği, hor görülmediği, dayak yemediği bir ortamda yaşamak onun için en doğrusuyken, Shota’nın hiç tanımadığı biyolojik ailesiyle yaşasaydı nasıl bir hayatı olacağını kestirmekse bir hayli güç ve en azından hırsızlık yaptırılmazdı kendisine diye düşünüyorsunuz ister istemez.
Nobuyo çocuk doğurmak bizi otomatik olarak anne mi yapar diye serzenişte bulunuyor itirafında. Bir etiket olarak bir vasıfmışçasına ekleniyor hanenize fakat sonrası annenin anneliğine kalmış. Kısır olduğu için çocuk doğuramayan genç kadın içerisinde çocukların olduğu ailesini hiç yoktan kendi yaratmış Osamu ile beraber. Filmde bize bu soruyu soruyor zaten. Kan bağı her şey demek midir? Eğer işler iyi gidiyorsa her şey demektir kanımca, aksi takdirde hiçbir anlamı yoktur. Kötülük çiçeklerinin sarmaşığa dönüştüğünü görmektense, bir saksıda yetişmelerini yeğlerim her zaman ve ölene dek.
SON SÖZ :
Siz bu yazıyı okuduğunuzda Oscar ödülleri dağıtılmış olacak. Dolayısıyla yabancı dilde en iyi film Oscar’ı tahminler doğrultusunda Roma’ya gitti bile. Olan olduğu için diyecek bir şey olmamasına rağmen, tıpkı filmdeki aileymiş gibi yapan fertlerin sorgulama esnasında yaşadıkları itiraflarla gelen kafa karışıklıklarında olduğu üzere, aile üzerine düşündürten bir sona sahip olan film, Hirokazu Kore-eda’ya has bir üslupla yani nazikçe yaptı yapacağını yine her zaman olduğu üzere. Çok derin konular üzerine insanı hırpalamayan bir yaklaşımı olan ve son dönem Japon sinemasının en merakla takip ettiğim düşündürmeler ustası yönetmenidir kendisi. Aile de onun en baş meselesidir. Cebelleşip duruyor her defasında. Fakat şu da bir gerçek ki, insan her zaman kendini sorgulamaya kendisinden başlamayabilir. Bazen içine doğmuş bulunduğun ortam yani ailen kişiliğinin önüne geçebilir. Sayesinde aile, aile olmak, aileyi kurmak, aile olarak da kalabilmek ve önemlisi kan bağının bir yere kadar önemli olduğu gerçeğiyle yüzleşiyoruz. Bense kısırlığın ve çocuksuzluğun reva mı cefa mı olduğunu düşünüp duruyorum her Kore-eda filminin ardından. Aile iyi niyetlerle kurulmuş da olsa, dünyanın en karmaşık meselesine dönüşüyor zamanla.
çocuğu doğurmak sizi otomatik annemi yapıyor? sokaklara atılmış çocukların gölgesinin düştüğü bugünler için ne yerinde bir atıf olurdu… Söylenmesi gereken yerde söylenmesi gerekli bu zamanda söylenebilseydi. Okumaya değer, emek ve entelektüel zeka sahibi içerikleriniz için teşekkürler. İlk kez bu defa tam metni ve diyalogları göz gezdirerek okudum,hakkını veremedim. sevgiler…
BeğenBeğen
Rica ediyorum A ve B kişilerini kafan “yerindey”
BeğenBeğen
kesinlikle okuyacağım 🙂 şimdi bir sigara içmeliyim önce 🙂
BeğenBeğen
…yerindeyken oku:))
BeğenBeğen
okudum sonunda filme selam çakmışsınız 🙂 eleştirel bakamadım bu haddim mi karar veremedim ama emin olun bir soluk da buruk bir hikayeyi gülümseyerek okudum. sevgiler
BeğenBeğen