QUE DIOS NOS PERDONE : TANRI BİZİ AFFETSİN
“Narcos’dan sonra İspanyolca bir şeyler olsun, üstelik Madrid sokaklarını mesken tutmuş olsun, hem de yakın tarihli politik olaylara gönderme yapmış olsun, bir taraftan 15-M’nin sokaktaki etkileri sürerken, diğer yandan Papa kaçıncı Jean Paul pardon Benedictus ruhani ruhani Madrid’e gelecek olsun, aynı zamanda kriminal bir vakanın peşinde birbirine taban tabana zıt iki dedektif özel hayatlarıyla akıllarımızda yer tutmuş olsun” demiyordum elbette filmi izlemeye başlamadan önce. Şimdiyse diyorum. Ortalamanın üzerinde bir film diye de ekliyorum. Türün en çarpıcı örneklerinden olamasa da; biri kekeme, diğeri şiddet eğilimli ve küfürbaz ikisi de arıza olan dedektiflerin varlığı için bile izlenebilir. Goya ödüllerinden payına düşeni geçen sene itibariyle toplamış olan Tanrı Bizi Affetsin biraz geç de olsa görüş mesafemize girmişken, izlemekte fayda var derim ben.
15-M hareketini hatırlamakta fayda var öncelikle. Taksim Gezi Parkı protestolarından iki sene öncesine ve yine bir Mayıs ayına gitmek gerek. Çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu binlerce kişi İspanya’nın tüm bölgelerinde “Gerçek demokrasi, hemen şimdi!” sloganlarıyla siyasetçileri ve bankaları protesto ederken, mitingi düzenleyenler siyasi partilerin ve sendikaların katılımına karşı çıkmış, bu eylemden yaklaşık bir ay sonra yani 19 Mayıs tarihinde yapılan yürüyüşe ise yaklaşık 50 farklı şehirden bir milyondan fazla insan “15 Mayıs Hareketi” (15-M) ya da İndignados(öfkeliler ya da öfkelendirilmişler demek) olarak bilinen grupla katılmışlardı. Sonraki dört hafta boyunca düzenlenen kitlesel toplantılara onbinler katılmış olup amaç gençliği dirençsizlik ve sorumsuzlukla suçlayan söylemleri geçersiz kılmaktı(çok da tanıdık ha!). Başta işsizlik olmak üzere, krizlerin giderek derinleştiği koşullarda radikalleşmenin çabucak gerçekleşmesinin mümkün olduğunu gösteren bu hareket hakkında az önce okumuş olduğunuz bilgileri muhalefet.org’da yayınlanan bir makalenin orijinal aslından değil de Feride Tekeli çevirisinden özetlediğimi belirtmekte fayda vardır, zarar yoktur. Gelelim filmimize…
Şehir meydanı belediye görevlileri tarafından hortumla yıkanmaktayken açılır filmin ilk sahnesi. Son sahnede ise bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaktadır. Su, bir şeyleri temizlemek, bazen örtbas etmek, bazen yüzleşmek, belki de arınmak için bir metafor olarak kullanılır. Filmde alışık olduğumuz acıklı baba-oğul hikayelerinin aksine sorunlu anne-oğul hikayeleri olan adamlar var bu defa ters kutuplarda odaklanan. Bunlardan biri seri katile dönüşen bir oğul iken, bir diğeri bu rolüyle Goya ödülüne layık görülen ve mesai arkadaşınca dahi çocuk olarak adlandırılan ama insanı sinir edecek ölçüde kekeme ama neyse ki geveze olmayan Velarde. Tek başına yaşadığı dairesinde plaklar dinlemekten zevk alıyor ve yazın ortasında ceketini üzerinden çıkarmadan ve bir gram terlemeden yaşayabiliyor. Polis olmasına rağmen silahlarla arası yok. Kılıfından çıkarıp doğrultması bile bir mesele. Onun aksine sıcaktan bunalan ve inadına bindikleri arabanın, çalıştıkları odanın klimaları ya yetersiz ya da hepten arızalı olduğundan buram buram terleyen, terledikçe sinirlenen, mesai arkadaşlarını tek yumrukla yere seren, dahil olmadığı kavgaya bile zorla davetiye çıkartabilen, herkesin koktuğunu düşünen, iki ay terapi ve bir ay görevden uzaklaştırma alan, öfkeli, gergin, küfürbaz Alfaro var öte yandan gün boyu Velarde’nin payına düşen. Geceyle gündüz, akla kara kadar farklı ikili cinayet masasında çalışıyorlar ve şanslarına bir manyak şehirde yalnız yaşayan yaşlı kadınları öldürüyor. İlk cinayetinden sonra da mevzusunu tecavüzle taçlandırıyor. Anneannem yaşında, kocası ölmüş, alışverişten dönmüş, beyaz saçlı nineleri o hallerde göstermekse filmin seviyesini düşürdükçe düşürmüş kanımca. Ne gerek vardı masanın kenarındaki o manzaraya!
Her neyse aynı cani, bu yaşlı anneannelerin bazılarıyla flört bile ediyor. Onlarla tiyatroya gidiyor, çay içiyor, sohbet ediyor. Kendisi hakkında çıkartılan profilse kısaca şöyle; çocukluktan kaynaklı yaşlı bir kadınla yaşanan travması olma ihtimali olan zanlının hayatında yer etmiş bu kişinin anne, büyükanne, okuldaki rahibe, eş ya da kayınvalide, belki de teyzesi olma durumu söz konusu. Aşırı büyük penisli ve bu durum gençlik yıllarında sorun yaratmış olabilir. Zamanında utanç duyduğu şey, artık, kadınların ona yaşattığı acıya karşılık olarak onlardan aldığı intikamın simgesi haline gelmiş. İlk kadını kazara öldürmüş, ikincisineyse tecavüz etmiş. Tecavüz de yetmediğinden öldürmeye başlamış. Çünkü öldürmekten zevk alır olmuş. Kurbanlarına karşı acımasız davranmış, çünkü otorite konumunda ve sadece zayıf canlılara karşı merhametli. Çocuklar, köpekler, kediler ve ev hayvanlarına karşı mesela. Bu profile sahip otuz, otuz beş yaşlarında, beyaz, orta boylu, yaşlılarla çalışan, kurbanlarına şehir merkezinde saldıran ama başka yerde yaşayan, yaşlı kadınlarla olan sevgi-nefret ilişkisine ivme kazandıran güçlü bir kadın figürü olan, orta-üst tabakadan, temiz giyimli, dış görünüşünün önemli olduğunun farkında, aceleci ve sadist, durdurulamaz olduğunu düşünen, fakat fiziken iyi durumda olan, kurbanlarına yalnızken yaklaşan ve tüm bu kadınlara tecavüz edip onları öldürürken bunları aslında annesine yapan ama ona hiç el sürmediği tahmin edilen; neticesindeyse yüzü olmayan bir adamın peşinde, güneş tepelerinde, kimi zaman didişe didişe, bir tür kör dövüşünün içinde, türlü engellenmeye karşın ilerlemeye çalışıyor bizim tabiatları farklı ikilimiz. Çünkü Papa şehirlerini ziyaret edecek ve yaşlı ninelere takık bir manyağın elini kolunu sallaya sallaya ortalıkta dolaştığının duyulmasını istemeyen amirleriyse haberin hele ki bu şekilde gazete ve internette yayınlanmasına engel oluyorlar. Bu halse katili daha çok hırslandırıyor ve her defasında çok daha vahşice cinayetler işler hale geliyor.
Bu arada şiddet suçu işleyen ve bu suçu kadınlara karşı işleyen caninin peşindeki dedektiflerden Velarde, sakin görüntüsünün altında saklı cüretini, evine gelen kadına tecavüze yeltenerek gösteriyor. Fiili hususunda başarılı olamasa da bir çuval inciri mahvediyor. Bir süre sonra yanlışının farkına varıp düzeltmeye çalışıyor fakat filmin sonunda kekemeliğinin ve kadınlara yanlış yaklaşımının altında yatan nedenin küçüklüğünde annesinden yediği dayak olduğundan finalde bahsediliyor. Filmin vermek istediği mesajın arızalı ana-oğul ilişkilerinden böyle de arızalı çocuklar olur mu olduğu tartışılabilinir. Fakat öte yandan filmin bir mesaj vermek isteyip istemediği de tartışılır. İşte o noktada bu film yanıltır, çok vurucu bir konu bir anda yavanlaşır.
Bir de ikinci yarıdan itibaren papadan bağımsız olarak filme dahil olan kilise ve onun temsil ettiği şeyler dahil oluyor filme. Papanın gelişine karşı yapılan protestoların yanında kilise kurumu da eleştiriliyor inceden. Ayin esnasında “Günahlarımızı değil, kilisene olan inancımızı gör” derken bir anlaşma yapılıyor sanki gizliden. Aynı kilisede vaftiz olan katil, anlaşmasını bu şekilde yapıyor sanki; günahlarım benimdir sadakatimse senin demek istiyor bir yerde. Tanrı affetsin affetmesine de, zamanında bir mağdur iken muktedir hale geldiğinde doğru tarafı seçmek varken, haydi seçmedin, seçemedin diyelim, içindeki kötü ses seni engelledi ve sen de yaşlı kadınlara ölmeden önce eziyet etmeyi seçtin ve de uyguladın. Üstelik hayata böyle bir şey olarak başlamamıştın ama dönüştün garip geçen çocukluğundan ötürü. Yakalandığındaysa artık bu işleri bıraktığını söylüyorsun, bırakmışsın da üstelik. Öfkenin kaynağı olan kadını boğmuşsun da kaçarken yalnız kalmasın diye. Kiliseye duyduğun çok inanç kafi gelecektir o halde tüm bu olup bitenlere. Öyle mi? Velarde’nin azmi, hırsı, intikam duygusu sayesinde gördün göreceğini, onun sayesinde biletin kesildin. Seni yumruklarken onun da içindeki şiddet duygusunu ortaya çıkarıverdin. Bir kez göstermişti zaten. Şimdi şoför koltuğunda oturma sırası geldi onun da. Sen, Alfaro ve yumruklarıyla konuşmayı seven diğer sert çocukların tahtına oturacak isim bundan böyle belli. Anneni temsilen diğer kadınları öldürerek susturmuştun, bu defasında uslu duran bir adamı uyandırdın ve geçmişiyle yüzleştirdin. Sonuç mu… Hayatın kendisinin izdüşümü olan filmler de birer kısır döngüden ibaret sadece. Birileri yazıyor, birileri çekiyor, bir diğeri yönetiyor, sen de izliyorsun sadece oturduğun yerden. Sonra da ahkam kesiyorsun böyle satırlar boyunca. Sonuç bu.
Bir Cevap Yazın