FLEABAG :
“İnsanlar hata yapar. Bu yüzden kalemleri silgili üretiyorlar.” Boo
“Mezarlıkta koşu yapmak gerçekten çok uygunsuz. Yaşamanın cakasını atıyorsun.” Claire
Bir BBC draması olan Fleabag’in her bir bölümü yaklaşık yarım saat süren ve toplamda altı bölümden oluşan altı bölümlük ilk sezonunu bir çırpıda ve tıpkı dizinin başrolünde de oynayan, aynı zamanda yaratıcısı ve kendi yazdığı oyundan uyarlayan muzip yazarı Phoebe Waller-Bridge gibi düşünmeye çalışarak muzip muzip izledim. Esprileri Gülse Birsel’i, fiziği Meltem Cumbul’u andıran oyuncunun içindekileri paylaşmak için kameraya döndüğü ve dudaklarını büzdüğü anlar çok eğlenceliydi. Yüzüne gülmek, idare etmek, vakur edebiyatını sürdürmek için susarsın, içinden patlarken. Dalga geçmek, küçük düşürmek, hor görmek, ezmek, harcamak istersin, sinir oluyorsundur ama…ama’sı var. Fleabag bunu yapmak yerine içinden geleni kameranın açısına göre dönerek karşı tarafın duymayacağı şekilde, bir çırpıda söyleyiveriyor. İç ses içerde kalmamış oluyor böylelikle. Gizli saklı bir şey de.
İlk bölümün daha ilk dakikalarında Fleabag’in özel hayatının nasıl olduğuna ve erkeklerle olan ilişkilerine odaklanıyoruz. İşlettiği kafesinde işler pek iyi gitmiyor ve tasfiye durumuna gelmiş çoktan. Londra da, hayat da çok pahalı. Dükkanına gelen tek tük müşteriyi kovalıyor umutsuzlukla. Kredi başvurusu için alıngan bir adamla mülakata yetişiyor kan ter içinde işyerini kurtarmak için. Adamla karşılıklı son derece garip davranıyorlar birbirlerine ve işler sarpa sarıyor. Kızkardeşi çıkıyor sahneye bu garip görüşmenin hemen akabinde. Onu sinirli, güzel ve anoreksik olarak tanımlıyor. Kızkardeşi ise diploması olan, bir koca sahibi ve Burberry ceket sahibi olarak tanımlıyor kendini. Gerginliğini ve stresli görünmesini hayatta başarılı olmasına bağlıyor. Dışarıdan zengin ve mükemmel görünen kadının özel hayatında çok da mutlu olmadığını görüyoruz izleyen ikinci bölümde. Evden çalışan, tablolar ve kağıt hamuru satan, hantal ve uzun zamandır seks yapmamak için bahanesi olan bir kocası var. Her zaman sinirli, gergin ve bir anda ağlayıveriyor. Yıllardır osurmadığını da itiraf ediyor. Sözün özü her şeyi içine atıyor. Finlandiya’ya terfisi söz konusu ve bunu bile paylaşmıyor kimseyle. Claire ne kadar ketumsa, Flea onun anlatma dediği her şeyi bir çırpıda söyleyiveriyor. İk kardeş gün ve gece gibiler ama ortak yasları yani annelerinde buluşuyorlar.
Üç yıl önce ölmüş bu birbirine taban tabana zıt iki kardeşin annesi. İki göğsünü de aldırdığı halde doktorlar kurtaramamış. Geriye de evhamlar içinde, endişeli bir baba bırakmış. Birer yetişkin olan kızları için doktor muayeneleri alıyor onlardan habersiz. Laf arasında her gün mezarlığa geldiğini itiraf ediyor Fleabag kızkardeşine. Henüz travmayı atlatamadıkları her hallerinden belli ikilinin babaları vaftiz anneleriyle evlenmiş hemen akabinde. Bu rolde Olivia Colman her zamankinden de harika. Cinsel hayatını sergilediği bir seks sergisi açıyor dizinin son bölümünde. Ayrıntılarını anlattığı bir de konuşma yapıyor göğsünü gere gere. Hem kaçık hem çatlak(hayır, benzer olabilirler ama aynı anlama gelen sıfatlar değiller yahut ben kullanıyorum ve kullanılır diyorum daha ötesi var mı). Kocasının cins kızlarını severmiş gibi yapıyor, kızlar da onu severmiş gibi yapmaya çalışıyorlar ama aslında annelerinin yerine gelen kadınla kanlı bıçaklılar ve taraflar birbirinin gözünü oymak için fırsat kolladıkları gibi ilk fırsatta tekme tokat girişip, sonra da hiçbir şey olmamış gibi hayatlarına devam edebiliyorlar. Dizideki her karakter arızalı fakat bununla yaşamayı öğrenmiş olduklarından alçakgönüllü bir kabulleniş içerisindeler. Babaya gelince yeni eşinden ödü kopmakla beraber, iyi ve mutlu bir hayatı olduğunu söylüyor ısrarcı bir şekilde. Her biri kendi hayatını yaşayan kızlarıyla yaşayamayacağının farkında olduğundan, karısının yanında duruyor. Yaşlı ve sorun çıksın istemiyor ama çevresindeki kadınlar hiç de öyle düşünmüyor ve de davranmıyorlar.
Ara ara karşımıza çıkan melez bir adamla bağlantıyı son bölümde kuruyoruz ve esrar perdesi aralanıyor. Kendini hafif yaralamak ve erkek arkadaşını hastaneye getirmek için bisikletin önüne atmak üzere yola çıkan, fakat önce bisiklet, sonra araba sonra da birkaç bisiklet tarafından daha ezilmek suretiyle ölen Ginedomuzu sevdalısı Boo’nun depresif yüzü, açıksözlü halleri ve can arkadaşlığının sona erme nedeni çıkıyor ortaya. Flea’nın ağlama isteği de beraberinde.
Flea’nın bir dargın bir barışık yaşadığı uzatmalı sevgilisi müzisyen ve duygusal Harry tıpkı bir kız çocuğu gibi. Tüm asilikler, çıkıntılıklar Flea’nın başının altından çıkarken, ayrılıklarına kendini fazlasıyla kaptıran Harry suç mahallini temizlercesine hırsını ev temizliğinden çıkartıyor her defasında ve ovalaya ovalaya temizliyor evin her köşesini gözyaşlarına boğularak. Olayları dramatize etmeyi seven bir tarafı var Boo gibi, duygusal ve müşfik olsa da, görünen köy kılavuz istemiyor, yatakta tam bir felaket. Flea onun için kameraya dönerek beni harcıyor diyor. Ev tozlandığı zaman Flea kavga çıkartıyor, ayrılmalıyız artık diyor sırf ev tozlandı diye. Harry ise geri döneceğinin sinyallerini arkasında bıraktığı küçük oyuncaklarla netleştiriyor. Garip bir ilişki yaşıyorlar, garip olduğunu itiraf edemedikleri ama birçok ilişki kadar da gariplikler barındıran. Ayrı kaldıkları dönemlerde ise Flea kendine yeni partnerler buluyor. Dişlek bir adam var otobüste tanıştığı absürd ve boşboğaz, bir de yakışıklı ve kendine aşık bir adam var aile yemeğine davet ettiği. Hiçbiriyle uzun süreli bir ilişkisi olmuyor. Kimin kim için hayal kırıklığı olduğu ise meçhul. Brigitte Jones’da idealize edilen snob, mesafeli ve aşık Bay Darcy çıkmıyor karşısına. Zaten çıksa da Flea ile nasıl bir ikili oluşturacakları meçhul. Bir Brigitte Jones da değil Flea. Tombik değil başta. Londra’da hayat pahalılığı içinde mutsuz olduğunu, hayatının bir hayal kırıklığı olduğunu belli etmemeye çalışarak suyun yüzeyinde boğulmadan kalmaya çalışan yalnız bir kadın o sadece. Tek kız arkadaşı da onun sayesinde mefta olmuş ama buna rağmen Boo’nun telesekreterdeki sesini duymak için arıyor onu her başı sıkıştığında, kendini kötü hissettiğinde. Ajitasyon yapmadan, kendisiyle alay ederek, ona üzülmememizi sağlıyor bölümler boyunca. Sakladığı vicdan azabı da dizinin son bölümünde çıkıyor açığa. Hiddetlenebilirsiniz Flea’nın hatası karşısında ama bir hata sonuçta. Ben çok kızmadım alttan alta vicdan azabı çeken Flea’ya. Hatalarımı saysam ve birleştirsem buradan kıtanın uzak ucuna yol olur, insanlar arasında köprü olur. İnsanoğlunun bittikten sonra kısa, yaşarken emsal teşkil edecek fakat kişiye özgü olduğundan, bir formül ya da ders olarak okutulması yeni hataları önleyemeyen yanlışlarından bol miktarda yaptığım için Flea’ya kızamıyorum. Sadece ikinci sezon onayı almış dizi kahramanımızın aynı edepsizlikle hareket edeceğini umuyorum. Çünkü başka türlüsünü hayal edemiyorum. Flea’ya edepsizliğin yakıştığını düşünüyorum. Beşeriz sonuçta, şaşarız her fırsatta. Hata yapmak yakışıyor Flea’ya. Dizi iyi bir dizi, izleyin mutlaka. İkinci bölümün ilk sahnesine, metroda geçen anlara bayıldım bu arada. Muhafazakar bir ülkede, hem de televizyonda, bu kadar açıkca insan olmanın kırıcı, yıkıcı ve yakıcı taraflarını, hem de bir kadın karakter üzerinden yazıp oynatamazsın. Burası özgürlükler ülkesi değil. Bizden bir Fleabag çıkmaz, tıpkı bundan böyle bir Fahriye Abla bile çıkmayacağı gibi.
Bir Cevap Yazın