KURTLU KAYISININ HİKAYESİ :
Ben gidiyorum demiştim. Yüzümde savaşa giden ve mutlak başarıyla döneceğine ant içmiş, savaş meydanlarında çook topuklar eskitmiş, kılıcı kın yüzü görmemiş eski zamanlardan kalma muvazzaf bir generalin şimdiden muzaffer ifadesi vardı. Bavulumu toparlayıp yola çıktığım bir haziran ayıydı. Henüz daha hayatımın baharındaydım, pardon kırkındaydım, ama çok ağır bir sınavla karşı karşıyaydım. Savaş alanı, er meydanı dediğin annemin yirmi beş yıllık seksen metrekarelik bir parça köhneleşmiş hem komşulu, hem bahçeli, hem de aynı bahçede meyvelerini vermiş bir kayısı ağacı barındıran yazlığıydı. Eve vardığımda vakit öğleni geçmişti. Önce arka kapıyı, sonra şalteri açtım. Önce banyoya, sonra mutfak dolaplarının içlerine baktım. Temiz çarşaflardan kendime bir yatak yaptım. Önüm deniz, arkam hayat, dolapta bira, şarap, oh ne ala hayat! Senin keyfin beyde yok diyenlere, beyliğin de bir süresi olduğunu söyleyeceğim sadece. Benim beyliğim de kısa süre sonra bir anda sona eriverdi, hepsi de arka bahçedeki kurtlu kayısıların ev sahibi ağaç sayesinde gelişti. Bir ağaç nasıl bu kadar mühim bir takım olaylara vesile oldu diyorsanız eğer, gün gün, acele etmeden, telaşa düşmeden başlayacağım anlatmaya yaşadıklarımı teker teker.
GELDİĞİM GÜN’ün ERTESİ SABAH’ında :
-Hoş geldin.
-Hoş bulduk.
-Ne var ne yok?
-Ne olsun işte! Kış geçti, yaz geldi. Ben geldim. Bu ev, bu manzara, bu insanlar hep aynı.
-Sen öyle san. O insanlar bıraktığın insanlar değil şimdi.
-Ne oldu, başlarına bir şey mi geldi?
-Gelenler geldi. Herkese geldi. Herkes çok değişti. Devir değişti, insanlar değişti.
-Orası öyle.
-Senin bahçedeydim bu sabah kayısı toplamak için. Hırçın yan komşun kapıdan fırladı ne arıyorsun çık çabuk şu bahçeden dedi. Ben de kayısı topluyorum, sen de topla, sen de ye, komşuluk hakkı dedim. Toplama, benden bilecekler dedi öfkeyle. Yok kız geldi biliyor dedim. Hani nerede dedi. Orda dedim, sen daha uyuyordun halbuki. Kayısılar pat pat düşüyor, sinek yapıyorlar benim tarafımda dedi. Yıllarca benim erik ağacımı talan ettiniz dedi. Ben etmedim dedim. Sen ettin mi?
-Bir ağaç vardı ama erik miydi hatırlamıyorum ki. Anneme sorsam hatırlar mı ki? Can mıydı?
-Kim?
-Erik!
-Yok Malta’ydı, değil siyahtı yahu.
-Yok mavi. Sen de…kara eriktir o.
-Hatırladım şimdi.
Başını kendi bahçesindeki ağaçtan yana çevirir ve ekler:
-Ne çok değil mi?
-Ne?
-Kayısılar. Dallar nasıl da ağırlaşmış, zor taşır olmuş gariban ağaç, dallarındaki ağır yükleri.
-Hasat yapmalı.
-Yapmalı.
AYNI GÜN’ün AKŞAM’ında :
-Hoş geldin!
-Hoş bulduk.
-Nasıl annen baban?
-İyiler. Vaziyeti idaredeler.
-Sizler nasılsınız?
-Aynı. Ben yan komşumla mahkemeliğim. Onun yanındakinin yanındakiyle ve hem sol hem de sağ arka çaprazımdakilerle de mahkemeliğim. Kıştan yaza onlarca davaya girdim çıktım. Aslında ben pek azına girdim çıktım. Çoğuna avukatım girdi çıktı. Kah telefonda, kah yüz yüze geldiğimizde bana mahkemede olanları bir bir anlattı.
-Neden oldu bütün bunlar?
-Yok ev yaptırmışım, komşunun ortak alanına girmişim. Yok kafama göre hareket etmişim. Yok ona hakaret etmişim, yok şuna iftira etmişim. Durur muyum, ben de hepsine karşı dava açtım tabii, ilk sen hakaret ettin, ilk sen iftira ettin, sen de yaptırdın koskocaman bir saray diye.
-Çocuklar gibi yani(kimsenin duymadığı kısık bir sesle, kendi kendime)!
-Sen görmeyeli burada moda oldu canım, hepimizin bir avukatı var muhakkak. Veriyoruz aylığını, o bizim yerimize davadan davaya koşturuyor.
-Zor olmuyor mu? İnsan sinir stres sahibi olur durduğu yerde.
-Başlarda zordu haliyle ama zamanla alıştık bu hale.
-Kim haklı peki?
-Haklı maklı yok. Bana sorsan tabii ki de ben haklıyım. Karşı tarafa sorsan o haklı. Avukat, hakim, mahkeme üçgeninde yaşamak bizim için bir yaşam tarzı oldu çoktan beridir.
-İyi bari.
-Şu kayısıları toplamalı bir an önce.
-Toplamalı ya.
BİR BAŞKA GÜN’ün BİR SAAT’i içerisinde :
-Hayırdır!
-Ne hayrı, şer şer. Komşuyla kavga ettim. Daha doğrusu o benimle kavga etti.
-Ne dedi?
-Bana şu vahşi ormanını kes dedi.
-Bende sabahtan akşama kuyu suları bedava diye yeri göğü yıkamayı kes, ayaklarım habire cambır cumbur suyun içinde dedim. Bana sudan mı korkuyorsun dedi.
-Kuduzum ben deseydin. Isırırım, çok yaklaşma deseydin.
-O aklıma gelmedi. Bakar mısın yavuz hırsız ev sahibini basarmış.
-Ne olacak şimdi?
-Ne olsun? Sabah, öğle ve akşam olmak üzere üç posta bana kötü kötü bakıyor.
-O baksın sen bakma.
-Ben bakmıyorum zaten o yana. Ne bakacağım o yana! Şu ağaca bakayım, doğaya bakayım içim açılsın azıcık. Kayısıları toplamalı çok geç olmadan.
-Toplamalı ya.
-Ekşi ekşi bir koku geliyor burnuma. Duyuyor musun?
-Hayır.
-Neyse.
BİR BAŞKA GÜN’ün BİR BAŞKA SAAT’i içerisinde :
-Birileri bağırışıyor gene.
-Ne oldu ki yine?
-Hiç.
-Hiçse neden bağrışıyor bu insancıklar?
-Hiçlikten bütün bunlar. Bunlar hiç olduklarını hepten unutmuşlar. Ondan birbirlerine karşı saf tutmuşlar.
-Allah Allah. Ne diyeceğim bu sabah erkenden uyandım, yerimi yadırgadım herhal. Bir baktım saat altı çeyrek filan. Bir su sesi, bir hortum sesi ki bitmemecesine. Daha doğrusu dört bir yanımdan geliyor bu su sesleri. Sağımdan, solumdan, önümden, arkamdan…biri bitti biri başladı, sonunda da tüm hortum sesleri birbirine karıştı.
-Hiç şaşırmadım. Hortum savaşlarıyla meşhur bu site. Hortumu eline alan, soluğu bahçesinde alır burada. Bir de komşusuna kıllanan soluğu belediyede… Sabahın köründe başlarlar, akşama kadar açar musluğu alışverişe gider, plaja inerler. Kurak bir yaz geçiriyor olsak, ağaçlar kurumuş olsa anlarsın da, havalar fena değildi, serindi yani. Yağmur serpiştirdi durdu gün boyunca ama bir baktım bizim yan komşu bir saat sonra bahçede, elinde hortumuyla.
-Adet miymiş buralarda suyla toprakla oynamak?
-Solungaçları çıkacak yakında ağaçların burada. Ama ne diyeceğim bak, şu senin arkadaki kayısıyı bir iyice sallamak gerek, kocaman olmuş meyveleri. Çoğu dökülmüş yerlere, kurtlanır bunlar yakındır.
-Bir gün sallayalım evet.
BİR BAŞKA GÜN’ün AKŞAM SAATLERİ :
-Saydım baktım bu sene yirmi aile dağılmış şurada.
-Tuh tuh. Niye ki?
-Geçimsizlik filan.
-Net bir rakamı nasıl verebiliyorsunuz peki?
-Saydım diyorum ya.
-Zor demek istedim yani üç yüz hanenin içinde bu kadar net bir rakama ulaşabilmek.
-Ben ulaşırım.
-Anladım.
-Ben her tür bilgiye ulaşırım.
-Çok iyi anladım.
-Senin erkek arkadaşınla aran yok sanki de gelmişsin buralara tek tek. Telefonun da pek çalmaz olmuş sanki.
-Anladın yani.
-Aaa… Gözlerinden, hem de gelir gelmez. Senin kayısılar da pat pat düşer olmuş, bil ki zamanı geçmekte. Kokuşur bunlar yakında iyice. Bak yerdekiler sineklenmiş iyice.
-Toplamalı bir ara. Ben hayatımı toplayamıyorum ama kayısıları toplamam gerek bir an evvel.
SON BİR BAŞKA GÜN’ün ardından BAŞKA GÜNLER DAHA GEÇMİŞTİR Kİ :
-Selam
-Selam
-Annenler nasıl?
-İyiler.
-Sen nasılsın?
-İyiyim. Siz?
-Ne olsun. Allah sağlık verdiği sürece gelmek gayretindeyiz. Şimdi Suzan’lara gidecektim akşam oturmasına.
-Suzan Teyze’ler aksi yönde oturmuyorlar mıydı?
-Evet ama ben bu güzergahı kullanıyorum son senelerde. Böylelikle Kaçık Leyla, Fıttırık Beyhan ve beni bulduğu her belediyeye şikayet eden Sami Bey’in ve onların kalabalık ve gürültücü ailelerinin yüzlerini görmemiş oluyorum.
-Tamam ama ev aksi yönde! Hani… ulaşmanız mümkün görünmüyor dönmez iseniz eğer!
-Ben imkansızı başarmak için yola çıktım. Bu saydıklarımın yüzlerini görmeyeyim yeter ki; bir de şu sevimsiz aile var, yeni ev düşürenler. Hani şu köşeyi tuttulardı dut ağacının oradaki. Onlarla da karşılaşmazsam eğer Allah’ın sevilen kuluyum demektir.
-İnsandan kaçan sevilen kul mu olurmuş?
-Bu koku da ne? Ekşi ekşi kokmuş senin arka bahçen.
-Biliyorum kurtlandı kayısılar. Kokuştu bütün mahalle.
BİR GÜN :
-Meriç!
-Yes!
-Gece uyuyamadım kokudan. Gerçi başka şeylerden de uyuyamadım ya, neyse. Ağacı da, etrafını da temizlemeli bir an evvel.
-Nasıl olacak o iş?
-İkimiz yapacağız. Ben tırmıkla dalları sallayacağım. Yerleri yıkayacağız, düşenleri süpüreceğiz sonra. En son da ağacı yıkarız.
-Hadi yapalım bakalım. Tırmığı al gel sen.
—.—
-Bak bak bak… şurada var bir salkım daha.
-Gördüm
-Ayy
-Ne oldu?
-Kafama düştü.
-Bak benim kafaya
-Biz de kokuşacağız desene
-Eni sonu o
-Toprakta mı, ayakta mı?
-Olduğun yerde. Bir şey yapmasan bile. İnsanın doğasında var kokuşmak.
-Bak ne diyorum? Çekil sen. Ben ağacı şuradaki dallarından tutup sallayacağım bir güzel.
-Yap yapabilirsen.
-Heyamola… Sarılın küreklere…
-Tövbe tövbe
Patır patır dökülür dallarında çürümeye yüz tutmuş kayısılar.
-Haydi son bir defa
-Ağaçta seni sallıyor bu arada.
-Olsun o kadar.
-Haydi hasat zamanı.
-Ben şu yerleri yıkayayım da bir an önce. Sen yaparsın kurtlu kayısıların hasatını.
ERTESİ SABAH :
-Yer gök temizlendi sanki. İçim rahat etti. Bir temiz uyku uyudum dün gece, ağaç temizlenince. İşe yaradığımı hissettim. Yıkanınca mis gibi oldu çocuk. Gençleşti, canlandı sanki.
-Aslında yağmuru bol bir seneydi ama dün yıkadıktan sonra bakıyorum da, hamamdan çıkmış, gençleşmiş, tazelenmiş gibi.
-Botoxlu gibi.
Gülüşürler.
-Ben buraya neden gelmiştim aslında bilmiyorsunuz. Evi satmadan önce son bir kez bakayım diye gelmiştim. Hiç iyi bir anım yok şurada. Ama eskiden kalma kahkahalar var duvarlarda. Bir de şu yaşlı kayısı ağacı var.
-Bilmiyordum. Bir ara satacağız diyordunuz.
-Evi almak isteyenler çıktı birçok. Gelip gidemiyorduk, uzaktı, dertti filan. Yaptırsan şikayet edip, mühürletiyorlar. Yaptırmasan çürüyor böyle. Burada ev yaptırmak demek, avukatını hazırlayıp mahkeme kapılarına düşmek demek. Dertsiz başına dert almak demek. Ama dünden sonra vazgeçtim. Çünkü…
Gözleri dolar ve devam eder:
-Çünkü evi alan küçük bulacak ve duvarları indirecek, arka bahçeyi evin içine alacak. Sonra da komşunun diktiği, annemin yaşlı kayısı ağacını kesecek. Ağaçlar titrermiş, insanlar onları kesmek için yaklaştığında. Doğanın en büyük katilleri bizleriz aslında, gölgesinden, meyvesinden faydalandığı ağacı kesenler olarak. Kurtlu da olsa meyveleriyle doyurdu insanları tüm gayretiyle, meyveleri yani çocukları sayesinde. Kurtlu diye yemeyenler, çekirdeklerini kırdı da yedi. Yani şu garibin çocuklarının çocuklarını. Al sana buzlu badem o torunlar sayesinde. Aman ne bileyim işte. Abuk subuk benzetmeler peşindeyim nedense… Yaşlandım galiba. Her şeye hüzünlenir, her şeye ağlar oldum. Eskiler bırakmaz oldular peşimi. Neticede ise son noktayı koydum dün gece. Ant verdim satmamaya evi de, annemin ağacını da.
-İnsan yaşlandıkça özüne dönermiş. Ben nine oldum, geçmiş hep aklımda. Kimi sabahlar uyanıyorum ve artık ölmem gerek diyorum kendi kendime. Sonra öğlen oluyor ve tüm düşüncelerim değişiveriyor. Biraz daha yaşayayım diyorum. Daha var diyorum.
-İnşallah bir gün gelir de ayakta ölürüz tıpkı şu ara ara kurtlanan kayısı ağacı gibi. Aklımız başımızda, kökümüz toprakta.
-İnşallah. Allah büyüktür.
AYNI GÜN’ün ÖĞLE SAATLERİNDE :
-Ne yapıyorsun?
-Hiiç. Kafam takıldı, erik ağacını arıyorum. Sanki dökerdi meyvelerini kara kara yerlere. Şimdi nerede diye bakıyorum. Yok kesilmiş. Kesmişler. Talan etseydim de, hatırlardım ama şimdi yerinde yeller eser.
-Senin kayısılardan verdim komşuya gitmeden evvel. Hakkını helal et, doğum yapacak kızıma götüreceğim dedi.
-Sen ne dedin?
-Olur mu Abicim tabii ki helal olsun dedim.
-Üzüldüm bak şimdi.
-Ben de. Kırk adım sağ, kırk adım sol, ön ve arka olmak üzere üç komşumuza soracaklarmış, onlardan bileceklermiş bizi öteki tarafta.
-Yandık desene. Ne düşündüm bir de. Bizim arka bahçe Gezi Parkı’na döndü bir gecede.
-Vayyy… Diren ayol kurtlu kayısı, biz ölsek de, sen kal yerinde.
-Dirensin ayol her şekilde. Yalnız bu dünyada bacamız tütmediğinde bizi soracak üç komşuyla, öteki tarafta bizi soracakları üç komşu arıyorum, kırk adım öne atıyorum kafamda, kırk da arkaya…yok bir türlü bulamıyorum.
-Ne yapmalı?
-Uzak komşularla didişip, yakın komşularla iyi olmalıyız sanki.
-İlla didişecek birileri gerek diyorsun yani. Yaşasın kötülük! Öte yandan yaşa kırk adım! Diren çapulcu kayısı!
Yumruk yaptığı elini havaya kaldırır bunu söylerken. Karşılıklı gülüşürler.
NOT : Bu hikayede yer alan tüm karakterler kurgudur. Ben de kurguyum, Tanrı’nın bir kuluyum. Bu kayısı ağacı da bir kurgu, o da Tanrı’nın bir lütfu. Fakat tüm bu yaşanmışlıkların benzerleri hemen hemen tüm yazlık sitelerde mevcuttur. Kaçamazsınız. Siz kaçsanız da, bir gün elbet kovalanırsınız. Emekliliğimi geçireceğim dediğin yazlığında dünyanın cehennem azabıyla karşı karşıya kalman an meselesi olabilir. Hayat budur, ne göstereceği belli olmayandır, yarınsızdır, anlıktır, sürprizlidir.
Bir Cevap Yazın