NOSTALGHIA

IMG_0542

NOSTALGHIA :

GİRİŞ : KEMALLARLI AHMET

“Sıla, insanın doğduğu, yetiştiği, kültürüyle yakından bağlantılı olduğu, köklerini salmış olduğu ülkedir.” Andrei Tarkovsky

Melek Ayşe’nin torunu, sert mizaçlı Emine’nin oğlu olan Bulgaristan’ın Razgrad şehrinin Kemallar ilçesinde doğan arkadaşımın babasının adını “Ahmet” koymuşlardı aile meclisi tarafından alınan ortak bir kararla. Yıllar yıllar sonra yakasına yapışan hastalık tatlı tatlı ısırarak her geçen gün biraz daha didik didik ettiği karışmış aklını yavaşça alıp uzaklara götürürken, gök mavisi gözleri bundan böyle bir bebeğin araştırmacı ve şaşkın bakışlarının ev sahibiydiler. Hayatının son on yılında etrafında artık ona iyice yabancılaşmış olan insanlara bakıyordu bağlanmış olduğu makinelerin gölgesinde. Aklı yerli yerindeyken, geçmişinden çekip çıkarttığı kimi çocukluk anıları en büyük mirası olacaktı sevdiklerine bırakacağı. İkinci Dünya Savaşı esnasında bahçelerine gelen atlı Alman askerleri ellerindeki meyvelerden vermişlerdi onlara. Başını okşamıştı bir Alman ağabey. Hiç de fena görünmemişti gözüne. Ufuktaki savaştan, kopacak fırtınadan, heba olacak hayatlardan habersiz meyvelerin karşılığı olarak sahip oldukları tek şeyi, içtenlikli gülücüklerini sunmuşlardı çocuklar. Ahmet koca bir adam olduğunda ne zaman eline kağıt kalem alsa, hala daha şevkle, doğduğu köyü, köyünün çocuklarıyla oyunlar oynadığı bahçeleri, dallarından meyveler kopardıkları ağaçları, dere kenarlarını, koyunları, kuzuları çizerdi kabataslak. O isimsiz koyunlar da, kuzular da bambaşkaydılar gözünde. Köyünün, çocukluğunun nostaljik birer kahramanıydılar. Çizdiği benzer resimlerin içinde, bir kareye hapsolmuş hayvanlar nefes almaya çekinerek baktılar Ahmet’ten yana, yıllar yıllar boyunca. Ahmet büyüdü büyüdü, kocaman adam oldu gözlerinin önünde. Onlarsa ne uzayabildiler ne de kısalabildiler. Ağaçlar hiç dökemediler yapraklarını, mevsim geçişlerini bilmeden durdular dimdik. Sürüler hep aynı yerde otladılar. Dere aktığı yerde dondu kaldı. Sanki mevsim hep kıştı. Ahmet’in nostaljik doğasının herbir parçası, onun sonsuzluğa uçan ruhuyla özgürleşebildiler en nihayet. 1940’ların üzerinden geçen yetmiş küsur yıl sonra sahipsiz kalakaldı o imgeler, kağıtlarda… akıllarda… Ahmet’in Sıla özlemi de yitip gitti beraberinde. Nostalghia’yı izlerken aklımda hep Ahmet Amca vardı, onun gözleriyle bakmaya çalıştım filmin nostaljik sahnelerine. Yaşıyor olsaydı da, bir kerecik izletebilseydik kendisine, keşke, dedim durdum kendi kendime. Eminim onun deresi farklı yönde akardı, o ağaçlar akçaağaçtı, dişbudak değil. Andrei’nin geçmişinde ise, mübadele şartlarında, apar topar terk etmek zorunda kaldıkları evlerinden çıkıp geldikleri tren istasyonunda anacığının bir elinde kendi minik eli, diğerinde ise tüm geçmişini sığdırdığı bir küçük torba taşıdığı o sahnede, bir kez olsun dönüp arkasına bakmayan bakamayan, peron boyunca dimdik ilerleyen ve hayatı boyunca da hiç gülmeyen mağrur bir anne yoktu öte yandan. Andrei ve Ahmet kendi sılalarını yaşadılar. Andrei’nin özlemi iki saat boyunca gözler önüne serilirken, Ahmet’in sıla özlemini yakınındakiler bildiler sadece. Bir teklik attıktan sonraki halini bir daha dünya gözüyle görme şansı bulamayacağım Ahmet Amca’nın. Beraberinde yaşaran gözlerini de göremeyeceğim. En çok gerçek kahramanlar ölüyorlar ses seda etmeden.

IMG_0543

GELİŞME : ŞAİR ANDREI GORCHAKOV

“Şiir tercüme edilemez. Bütün sanat gibi. ” Şair Andrei

“Şiir gerçekliği değiştirmez. Yaratır.” Yönetmen Andrei

“Bir tek yolculuk mümkün yalnızca; kendi iç dünyamıza yaptığımız yolculuk. Gezegenin yüzeyinde gezinerek pek fazla şey öğrenmiyoruz. İnsanın geri dönmek için yola çıktığına da inanmıyorum. İnsan asla başlangıç noktasına geri dönemez, çünkü o arada kendi de değişir. Ve tabii ki kendinizden, olduğunuz kişiden, kendinizle taşıdığınızdan kaçamazsınız. Kabuğunun içindeki kaplumbağa gibi, biz de ruhlarımızın evini taşıyoruz. Dünya üzerindeki ülkeleri gezmek sadece sembolik bir yolculuktur. Nereye giderseniz gidin, hala kendi ruhunuzu arıyorsunuzdur.” Andrei Tarkovsky

Adıyla ve derdini anlatmaya çalıştığı ana teması ile son derece uyumlu bir sahneyle açılıyor film. Tıpkı ismi gibi nostaljik ve siyah beyaz bir açılış bu. Kaldı ki film boyunca ne zaman ki kahramanımız geçmişi ansa, siyah beyaz oluveriyor o kareler. Birkaç dakika sonra ise sislerle kaplı bir yolda ilerleyen arabayı görüyoruz. Hayat Ağacı’nın yanından geçiyor aynı araba. Ortalık sisli puslu. Şair Andrei ve mihmandarı Eugenia’yı taşıyan araba şiir gibi bir manzaranın önünde duruyor. Araçtan inen genç kadın manzaraya duyduğu hayranlığı dile getiriyor, Moskova’ya benzetiyor bulundukları yeri. O, kiliseye doğru ilerlerken, geride kalan adam önündeki ve geride bıraktığı bütün o hasta edecek kadar güzel görüntüleri görmekten duyduğu bıkkınlığı dile getiriyor. Adamın yılgınlığı filmin üzerindeki sis perdesi oluyor iki saat süresince. İster çok güzel manzaraların, bir sürü su birikintisinin, buğulu aynaların, yağan yağmurun şişelere çarptığında çıkardığı ahenkli seslerin, ister rutubetten sıvası dökülmüş duvarların önünden geçerken yaşadığı iç sıkıntısını paylaşıyoruz hep beraber. Derin, ağır bir uykuda ilerliyoruz hem belirsiz hem de umut dolu olmayan bir geleceğe doğru. Şairin İtalya’da bulunma nedeni çektiği sıla özlemi yüzünden ülkesine dönen fakat kölelik Rusya’sındaki şartlara dayanamayarak intihar eden Rus besteci Sosnovski hakkında belge toplamak ve bestecinin hayatını konu alan bir libretto yazmaktır. Şair de tıpkı Sosnovski’ninkine benzer bir yazgının tesirinde, kendini bulunduğu ortamda dışlanmış hissetmekte, çevresindeki insanlara yabancılaşmakta, sıla özlemi çekmekte, karısını, çocuklarını, köyünü ve gözünün önüne gelen bütün o pastoral anları burnunun direği sızlayarak hatırlamaktadır. Ondandır kederli bakan gözleri, hüzünlü silüeti, ser verip sır vermeyişi ve tutumlu kullandığı kelimeleri. Derin depresyondaki şairin hallerini çok zarif bir şekilde canlandırır aktör Oleg Yankovskiy.

IMG_0544

IMG_0545

Eugenia kiliseye girdiğinde çocuk sahibi olmak için gerçekleştirilen ritüel, serçelerin uçurulduğu sahne, tüm bunlar çelişkiler yumağına dönüşmüş Eugenia’nın asıl sorununa parmak basmaktadır. İçeride ona laf atan hademenin, kadınlarla ilgili en saf ve ilkel düşüncesini dile getirdikten sonra basit bir adam olduğu mazeretinin ardına saklandığını görürüz. Anne olmanın ya da olamamanın çok daha elem verici bir hadise olduğundan dem vurmaktadır kendince. Kadınlık annelikten geçer ve kilisede bulunan kadınların sayısının erkek nüfusundan fazla olmasının nedeni, daha dindar olmalarının altında yatan başlıca neden de budur ona göre ya da Tarkovski’ye göre. Eugenia’nın karşı cinsle yaşamış olduğu hayal kırıklıkları ve sonuçsuz ilişkilerine bir göndermedir bu anlar bana göre. Yönetmen bekar ve arayış içindeki bir kadının karşısına çok güçlü bir duyguyu çıkartır. “Annelik içgüdüsünü”. Öte yandan Andrei hakikatin peşindeki bir izsürücüdür. Onun karşısında, Eugenia’nın hayata karşı tavrında çok belirsizlikler vardır. Dolaysız yollardan ne istediğini ifade edemez. Bu ikircikli hal aralarındaki çekimi sonu gelmez bir çıkmaza sürükler.  Yönetmenin kadınlar hakkındaki düşünceleri bilinmektedir. Verdiği demeçler aracılığıyla da bunu hiç çekinmeden, açıkça yansıtır zaten. Kadınları sınırlı bir biçimde resmetmiştir filmlerinde. Derin düşüncenin sahibi hep erkek olmuştur. Kadının anlamı, kadının aşkının anlamı, kendini feda etmektir. Kadının büyüklüğü burada yatar. Tek başına bir kadın anormaldir ona göre. Bir kadın hayatta kendini tam anlamıyla gerçekleştirebilmek için egosunu, sevdiğinin egosunda eritmeye hazır olmalıdır. Bu ise benim ve hemcinslerim açından kabul ve tahammül edilemezdir. Kadınlardaki kadına saygı duyan yönetmen bir başka düşüncesini de film vasıtasıyla yansıtır izleyicisine. Bir basın toplantısında söylediklerini aktarıyorum burada: “Nostalghia insanların birbirlerini gerçekten tanımaksızın birarada yaşamalarının imkansızlığı hakkında, insanların birbirlerini tanıma zorunluluğundan doğan sorunlarla ilgili bir film. Tanıdıklar, ahbaplar edinmek kolaydır, ama bir başka insanı derinden tanımak çok daha zordur. Sonra bir de filmin yüzeyde o kadar belirgin olmayan, kültür ithalatının ya da ihracatının, başka bir halkın kültürünü benimsemesinin imkansızlığıyla ilgili bir yönü var. Biz Ruslar Dante’yi ya da Petrarka’yı bildiğimizi iddia edebiliriz, tıpkı siz İtalyanların Puşkin’i bildiğinizi iddia edebileceğiniz gibi, ama aslında böyle şeyler imkansızdır, böyle bir şeyin olabilmesi için, hepimizin aynı milliyetten olmamız gerekir. Kültürün yeniden üretimi ve dağıtımı, özü açısından zararlıdır ve yalnızca yüzeysel bir izlenimi yayar. Bir insana başka bir insanın kültürünü öğretmek imkansızdır.” 

IMG_0540

IMG_0541

SONUÇ :

“Rusça’da “nostalghia bir hastalıktır, hayatı tehdit eden bir hastalık.” Andrei Tarkovsky

Milano’da çalışmakta olduğu evi ateşe veren hizmetçiden bahseder Eugenia Andrei’ye. Adam güneydeki evini ve ailesini o kadar özlemiştir ki geri dönmesini engelleyen şeyi yani evi yakıp kül eder. Otele yerleşirlerken, otel sahibi, şairin üzgün görünmesini aşık olmasına bağlamıştı. Halbuki iki gündür karısıyla konuşmayan şairin hüznünün nedeni özlem duygusunun gittikçe sıla hasretine dönüşüp, şairi derin bir depresyona sokması idi. Odasına yerleştiğinde dışarıda yağan yağmuru hissetmek için pencereyi açar, yatağın bir köşesine üstüyle başıyla oturup, çok büyük bir zahmetmişçesine önce paltosunu ve ayakkabılarını çıkartır. Bu haliyle hayatının son günlerini geçirmekte olan çok çok hasta bir adama benzemektedir uzaktan. Daha sonra da olduğu gibi uzanır yatağına. Bir yastık ya da yorgan aramadan. Bir hayal olan ve şimdi ondan çok uzaklarda olan köpeği banyodan çıkagelir ve kıvrılır ayak ucuna. Başını okşar hayvanın, sanki oradaymışçasına. Sobra da uyuyakalır ve bu su sefer de rüyasında karısını hamile görür. Tüm bu anlar gerçeklik, hayal, uyku ile uyanıklık arası, uyku esnasında yaşananlar Andrei’nin yaşadığı bütün açmazları sergiler sessizce. Filmin en güçlü ve unutulmaz sahneleri idi bu dakikalar bana göre.

IMG_0546

İçmediği halde sigara isteyen, elinde yanan mumlarla havuza giren ve insanların onun kendisini boğmasından korkup dışarı attığı Domenico bir deli olmasına rağmen gerçeğe çok daha yakın duruyor ve bir çeşit alter egosu oluyor Andrei’nin. Yıllar önce aile fertlerini eve hapsetmiş ve yedi yıl boyunca orada tutmuş. Amacı ailesini tehlikelerden kurtarmakmış ve ona göre her canlı kurtarılmayı hak etmekte imiş bu dünyada. Andrei ise delileri anlamadığımızı düşünüyor, kendi yalnızlığını onların yalnızlığına benzetiyor. Onunla öğle yemeği yemek istiyor. Eugenia bunun imkansız olduğunu çünkü saatin sabahın yedisi olduğunu söylüyor. Andrei Moskova saatinde yaşıyor adeta ya da zaman mefhumunu yitirmiş dolaşıyor ortalıkta, Eugenia nereden bilebilir bu hali! Andrei hep aynı şeyi düşünüyor, sıla özlemiyle yanıp tutuşuyor ve bu hal onda hastalık yapıyor. Tarkovsky Andrei ve Domenico üzerinden derin düşünmenin yollarını açıyor bize. Onun kahramanları hep erkek bu arada! Kendisinin derin düşünceler insanı olduğunu hissediyoruz. Ve de kimsenin kimseyi kurtaramayacağını hissettiriyor inceden. Ne Domenico ailesini kurtarabilmiş ne de filmin sonunda da görüldüğü üzere Andrei Domenico’yu kurtarabiliyor. Tıpkı Andrei’nin kendini de kurtaramadığı gibi. En büyük kurtuluşu ölümü oluyor. Bunu da kendini kurban etmek suretiyle yapıyor nihayet. Domenico ailesini yani karısını, çocuklarını, kendi etinden ve kanından olan insanları dış dünyadan korumak adına yıllar boyunca güneşi göstermeden yaşatmış dört duvar arasında. Bir trajedi yaşatmış onlara kendilerini kurtarmak adına, Domenico’nun cesareti ve insanları kurtarmak konusundaki kararlılığı kendini ateşe vermek suretiyle sona ererken, kurtarılma sırası ona geldiğinde kimse kılını kımıldatmıyor bile. Boş yere duyarlılık bekliyoruz çevresinden. Domenico’nun küçük kıyametinin yaklaşmakta olduğunun habercisi bir köpeğin uluması oluyor sadece.

Yönetmen Andrei Tarkovsky ya da Andrey Tarkovski ya da… her nasıl en doğru yazılıyorsa Latin harflerle, bu filminde nostaljinin Rus biçimini anlatıyor bizlere. Rusların, girdikleri yeni çevreye öyle kolay kolay ayak uydurup uyum sağlayamadıklarını, kötü göçmenler olarak nam salmış olmalarından gayri söz konusu ebedi bir kalış olmasa dahi ülkeyle, coğrafyayla, köksüzlüğüyle ne kadar yaban kalabildiklerini görüyoruz Andrei’nin kişiliğnde. Nefes alamıyor adeta yurtsuz topraksız. Yönetmense baş karakterininkine benzer bir kader yaşayacağını ve sürgünde hastalanıp öleceğini düşünmeden ya da tam tersi bilinçaltında bunun bir şekilde kendi başına geleceğini bilerek çekmiştir bu filmi belki de, kim bilir! Filmin buğusu kalmış şair oğlu şair’in hayatında. İnsana en büyük hıyaneti kendi insanı yapıyor. Ya da diğerlerinin yaptığı daha az koyuyor. Biz bizi ve bizden olanı sevmiyoruz galiba en çok. Öldükten sonra da pek çok seviyoruz ve ödüller veriyoruz ya da adına ödül törenleri düzenliyor, bir sokağa, bir stadyuma ismini veriyoruz. Irkımız, milletimiz ne olursa olsun fak etmiyor sanırım bu ayrıcalıklı durum.

IMG_0536

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

WordPress.com'da Bir Blog Açın.

Yukarı ↑

Soledad/Hábitat

Madrid y sus Circunstancias

Gendering the Smart City

UK-India network curating safety in the city through community art, digital technologies and participatory mapping

MARJİNAL KAFA

BAŞKA BAKMAK LAZIM DİYENLERE...

haganbey

Diş fırçalamak sosyal bir eylemdir.

ahmetss

A modern business theme

GÜVENLİK KAMERA MONTAJ VE KURULUMU

Ankara Güvenlik Kamera Sistemleri Montaj Kurulum ve Arıza Bakım Servisi

yeni bahar

YENİLİKÇİ KIZLAR

İsmail Firdevsoğlu

Çok Okuyup Az Yazan Orta Gezen - #Çokayog

SaphilopeS

ne güzel blues ne güzel karanlık

aleyna'nın blogu

Profesyonel Çekimler

Ümit Hüseyin ÖZER

Farklı bakış açıları, farklı fikirlere uzanır. Farklı fikirler, gelişim ve bilgiye temel oluşturur. Bilgi ise güçtür.

Sinemass'a Hoşgeldiniz

Sinema,Film,Eleştiri,Öneri

Gezegenim

"ama fırtına olmadan dalgalar büyümez ki!"

BİRİKTİRDİKLERİM

YAŞAM PORTALI

siyahgolge

siyahgolge

Sin Edebiyat

iki aylık şiir ve edebiyat dergisi

Alperen Durak

#alperen #reis #birumutturyaşamak

Sadecilik

Sadeleşerek özgürleşin.

SÖZDÜŞÜM

Sözlerin Gülümsemesi Gülden Belli

İzmir nakliyat

İzmir evden eve nakliyat firmaları arasında en iyi ev taşıma ve ofis taşıma firmasıyız. Atasun evden eve nakliyat firmasıyla sizde izmirde sorunsuz ev taşıyın.

Shu’s World

Sanat,şiir,edebiyat

ZÎZNASE

bilgelik sevgisi...bilgi aşkı

Aksaray Ömür Oto Kurtarma Çekici

aksaray cekici aksaray oto cekici aksaray kurtarici aksaray oto kurtarma aksaray kurtarici oto kurtarici aksaray oto cekici aksaray aksaray çekici

CeylancaHerşey

Dijital Kahve, Reklamcılık, Film ve Edebiyat Hakkında KADINCA

kendimesozumvarcom.wordpress.com/

Bu sayfadaki tüm karakterler ve olayların gerçek kişi ve kurumlarla ilgisi vardır.

Türkçe Öğrenmek istiyorumm

Dünyayı güzellik kurtaracak bir insanı sevmekle başlayacak herşey...

Yaşama Dair Herşey

My WordPress Blog

Oku!

Yaratan Rabbinin Adıyla...

Dearpink

yaşama dair..

mythought

Wichtig ist zu verstehen, was man liest...

Şifa Otağı

Ruhsal ve Fiziksel Hastalıkların Teşhis ve Tedavisi-Şifa Enerjisi-Hacamat-Sülük-Refleksoloji-Lenf Drenaj-Nefes Terapisi-Akupunktur-Manuel Terapi-Bilinçaltı Terapisi-Aroma Terapi-Fitoterapi-Yaşam Koçluğu

geceninkuyusu

genelde içimden atmak için yazarım, hatırlamak için değil

haricibellek

Unutmayalım diye yazıyoruz.

Benim sesim

Müziğim dillerde

siyah lale

açık söz ve cesaret herzaman işe yarar ;)

comMEDIA

iletişim ve medyaya dair herşey

%d blogcu bunu beğendi: