UZUN İNCE BİR YOL : DÖRDÜNCÜ BÖLÜM, MARDİN’den URFA’ya

20170930_100815-01

UZUN İNCE BİR YOL : DÖRDÜNCÜ BÖLÜM, MARDİN’den URFA’ya

DÜNDEN KALANLAR :

Mardin’deki üçüncü akşamımı dışarıda geçirmeye karar veriyorum. İlk iki akşamı menüsündeki yegane yiyecek olan Mardin Kebabını yiyerek geçirdiğim Yusuf Usta’nın bahçesinden gına geliyor. İnsan baklava yese bıkar yahu her gün her gün! Farklı bir şey yapmanın zamanı geldi de geçiyor çoktan. İlk akşamlarımda acaba nereden ne kötülük gelir diye düşünürken, rehberimle geçirdiğim bir tam gün, Nusaybin’den Midyat’a uzanan maceralı mesaimizden sonra yüklendiğim aşırı özgüvenle akşam programı için düşüyorum yollara. Bu programı gerçekleştirmek zorundayım da. Çünkü kaldığım otelde davullu zurnalı tepinmeli bir kına gecesi yaşanmakta ve davullar sanki kulağımın içinde dövülüyorlar. Bağdadi’ye git demişti Fehmi, işletmecisi bayan olduğundan sorun çıkmayacaktır demişti. Bazen söz dinlemek gerekmiş. Tek bayan rahat rahat oturuyorum, bir sürahi Süryani şarabımı da yudumlamaya başlıyorum. Şaka şaka ikinci kadehte uykum geliyor. Bozcaada’nın ve Mardin’in şaraplarını yerinde içmeli insan. Ben gene de çok geçe kalmadan evin pardon otelimin yolunu tutuyorum. Hala davullar çalıyor gümbür gümbür, otel yıkılıyor. Ne çok seviyoruz millet olarak düğünleri, davulları, zurnaları, göbek atmayı, eğlenmeyi. O davullar gecenin köründe çalınıyordu daha, bilmem anlatabiliyor muyum?

20170927_172656-01
MARDİN

UFAK UFAK URFA :

Bugün cumartesi ve sabah sabah ne yapacağımı bilmez haldeyim. Çünkü kaldığım otel dolmuş vaziyette. Benim için aranan başka otellerde de sadece kral daireleri kalmış ve küçük çapta bir servet istiyorlar tek gece için. Urfa’ya geçeceğim ama Mardin’den sonra hareketlerimin kısıtlanacağı bir yer Urfa, bunu bildiğimden canım hiç gitmek istemiyor ama elbet bir gün gideceğim. Sonsuza kadar Mardin’de kalamam ya! Harran’ı tekrar göreceğim üstelik. Odayı son kez kontrol etmek için çıktığımda, birbirine karışmış merhem kokularını duyuyorum. Çarşafım sapsarı olmuş Fucidin’den. Oda temizliğini yapan kız bana yüz kere küfretse ve yüz bir, yüz iki diye de eklese haklı ama böyle olmasını bende istemezdim ki. Üstelik ağrım devam ediyor. Aynı dizi bir başka şehre taşımak için bir an önce yola koyulmam gerek. Ama önce biraz daha Mardin’in ara sokaklarında dolaşıyorum. Her yer tarih. Bu şehri sindirmek gerekiyor ama bunun için vaktim kısıtlı. Sokaklar turistlerle dolmuş. Haftasonu için yurdun dört bir yanından gelmiş konuklar esnafın yüzünü güldürüyor. Herkes mutlu mesut dolaşıyor. Her ara sokakta karşıma yeni yüzler çıkıyor. Bazı ara sokaklarsa, benzerlerine Avrupa’da rastlayacağınız, zamanında üzerinde şövalyelerin dolaştığı Ortaçağ’dan günümüze kadar orijinalliğini korumuş bir çehreye sahip. Yüksek yüksek basamaklardan atlaya zıplaya ilerledikçe her defasında bir başka vaha ile karşılaşıyorsunuz. Yüzyıllık taşlarla örülü duvarları sarmalamış sarmaşıklar, kulağınıza çalınan Arapça, Kürtçe şarkılar, her nereden geldilerse içerisine düştükleri bu çokseslilikten memnun yüzler… Bunun en önemli nedeni de elini kolunu nispeten daha rahat sallayarak yaşama özgürlüğüne sahip olman. Bu coğrafya için çok büyük bir lüks bu tahmin edeceğiniz üzere. Kaldı ki benim görmediğim ve dışarıdan fotoğraf çekmenin bile yasak olduğu, yitmiş gitmiş köylerinden zorunlu göçle ayrılmak zorunda bırakılmış insan hikayeleri barındıran bir coğrafya üzerindeyiz. Baş kaldırdığın anda başının ezilme ihtimaline karşılık, çoluğun çocuğun varsa hele, susuyorsun mecburen. E öyle.

20170927_173151-01
MARDİN

snapseed

Snapseed

Varışımın ilk gününün akşamında ara sokaklarda oynayan çocuklarla karşılaşmıştım. Çocuklar iyi ki varlar. Uzaktan da olsa hepsi birer neşe ve umut kaynağı oluyorlar. Şehirde bu saflıkta kalmak zor, çocuk bile olsan zor. Mardin’in daracık ara sokaklarında kendi uydurdukları oyunları oynuyorlar. Her defasında bir nine bekliyor oluyor başlarını. Yavrularını. Fehmi’nin söylediği gibi geçimi, idareyi, birbirini kollamayı öğreniyorlar daha bu yaşlarda. Bense hayatımda gördüğüm en güzel okul binasıyla karşı karşıya huzur dolu dakikalar geçiriyorum. Mardin Kız Meslek Lisesi’nin bahçesinde, müthiş de bir Mardin manzarası ayaklarımın altında, bir yanda yüzyıllık tarihi bina, rüzgarın uğultusu kulağımda, ilk defa bir okula gıptayla bakıyorum. Burada okumuş olmak da, öğretmenlik yapmak da ayrıcalıkmış gibi geliyor. Hadi buradan mezun oldun diyelim, diplomanın hakkını vermen gerekiyor, yoksa yüzyıllık duvarlar seni döver gibi geliyor. İnsana çok ağır bir sorumluluk yüklüyor okulun endamı(endam yerine koyabileceğim daha iyi bir söz şimdilik aklıma gelmiyor, gelince değiştiririm unutmazsam). Şimdiyse içeride hazırlanmakta olan el sanatları sergisi için hummalı bir çalışma var. Tüm çalışanların erkek olması tuhafıma gidiyor, sonra geçiyor. Benim içinse gitme vakti gelmiştir. Daha garaja gideceğim, yaralı dizimi ilk otobüse atacağım, beraberimde de çek çek bitmez bavulum var içerisinde merhemlerden bir dünya yarattığım. Sabancılar’ın müzesini geziyorum ayrılmadan. Çilekeş eşekler yolcu ediyor beni, çıkardıkları tıkır tıkır nal sesleri çalınıyor kulağıma. Bu kadar güzel bir şehrin böyle bir coğrafyada harcandığını düşünüyorum bir yandan, diğer yandan burada olmasaydı böyle değerli olamayacağını idrak ediyorum. Güneydoğu’nun incisidir Mardin, insan hayatında bir kez burada bulunmalı.

Çocuk gibi bir oğlanın kullandığı taksinin içinde rüzgar gibi giriyorum garaja. Urfa dediğim anda biz gideriz diyen otobüsün içinde beklemeye koyuluyorum. Biraz müşterisi olmakla beraber çok da dolu değil otobüs. Ne zaman ki yola koyuluyoruz ve muavin yanıma geliyor, Urfa bize ters diyor. İnsem de bana ters, otobüs çoktan hareket etti bile. Bakacağız diyor bana manalı manalı. İstanbul’a giden otobüsün içinde bir ben miyim ters? Urfa’ya girmeyeceğiz ki diyor. Beni neden aldınız diyorum, ben almadım ki diyor. Güneydoğu Anadolu’daki otobüs firmalarının seyahat politikalarına, müşteri memnuniyetindeki sorumluluğuna, en çok da konfor yaratma çabasındaki olağanüstü gayretine hayranlığımı dile getirmektense, diken üstünde geçirmeyi tercih ediyorum yolculuğumu. Kızıltepe’ye geldiğimde ise derhal bir başka firmanın otobüsüne sepetleniyorum. Orta kapının hemen arkasındaki çiftli koltuğa geçiyorum her yer boş dedikleri için. Suriyeli zapzayıf bir oğlan otobüsün kapısına yöneldiğinde, ürkerek cep telefonumu saklıyorum. Sonra da kendimden utanıyorum. Çocuk otobüsün içindeki çöp kutusunu boşaltmak için gelmiş sadece. Zapzayıf, çıplak ayaklı bir oğlan çocuğu karşımdaki. Dimdik duruyor aşağıda. Az önce çalma ihtimaline karşılık sakladığım telefonumla aşağıya iniyorum ve muavine “O kim?” diyorum. “Suriyeli” diyor sadece. Fotoğrafını çekeceğini anladığımda sırtını iyice dikleştiriyor oğlan, uzaklara bakıyor. Bana poz verdiğini fark ediyorum. Dönüp de bir şey söylemiyor, rahatsız da görünmüyor. Bir an göz göze geliyoruz, bu kare o an çıkıyor. “Neden onun fotoğrafını çekiyorsun ki?” diyor muavin şaşkınlıkla. Ondan güzel kare mi olur diyorum içimden. Kızıltepe’den yadigar bu Suriyeli çocuk kalacak geriye sadece. Tüm yolculuğum boyunca çektiğim fotoğraflar içinde benim için en değerli ve en özel karedir. Böyle biline.

20170930_141009-01
Kızıltepe, MARDİN

Seyahatimin kalanı nasıl mı geçti? Yerimin sahibi varmış. Beni arkanın arkası bir koltuğa atıverdiler. Alıştım artık. Biraz homurdansam da çok da oralı olmadım. Diyorum ya alıştım. Şirketlerin seyahat politikası olunca daha doğrusu bir politikası olmayınca elden gelen bir şey yok. İki buçuk saati aşkın süren yolculuğum esnasında acıtan bir şey geliyor aklıma. O da bugünün cumartesi oluşu ve elimde sınırlı sayıda pansuman malzemesi kaldığı. Bacağımı neyle kapatacağım, gazete kağıdıyla mı? İnternetten nöbetçi eczane bakıyorum, hepsi de ayrı ayrı bilmediğim yerlerde çıkıyor. Her şeyi boş veriyorum. Otelde bir yolunu bulacağım diye avutuyorum kendimi. Daha önce de kaldığım Harran Otel’ine geliyorum. Resepsiyonda bacağımın durumunu anlatıyorum. Arkadaşımız dışarıda, ona söyleyelim ama siz konuşun isterseniz diyorlar. Minik bir telefon veriyorlar elime, kulağıma dayıyorum ben de can havliyle. Merhaba dedikten sonra, bir şişe baticon, dört tane pomad, dört tane sargı bezi istiyorum, ben ücretini öderim ne tutarsa diyorum. Karşı tarafın sesi gidip geliyor, ben diyor başaramayabilirim, ben sizi götüreyim en iyisi diyor. Üstelemeye gerek yok değil mi böyle bir durumda, gülerek telefonu geri veriyorum. Resepsiyonist çocuk, gelince arkadaş sizi götürsün diyor. Gülerek asansöre doğru gidiyorum, başaramayabilirim dedi diyorum yüksek sesle. Bavulumu bırakıp, gerisin geri iniyorum aşağıya. Arkadaşımız geldi diyorlar, “siyah araba”. Kapının önündeki siyah arabaya doğru ilerleyip kapıyı açıyorum. Kibar bir çocuk, bu nasıl Urfalı diyorum kendi kendime. Değilmiş zaten. Babası Adanalı, annesi ise Antepliymiş. Salih ben babama benzemişim diyor. Beraber açık eczane arıyoruz. Sonra da Arapoğlu’na götürüyor beni. O anlamıyor ama hayatım boyunca gördüğüm garipliklere bir yenisi eklenmiş oluyor. Yanyana dizilmiş bir sürü lokantanın hepsinin önünde ve de arkasında birçok masası ve her bir masanın üzerindeki dikdörtgen sepetlerin içinde iki üç kilo kuru soğanları var. Kendimi yemek yapmak için masaya oturmuş gibi hissediyorum. Yok diyor burada adet böyle, ben şimdi gösteririm öyle yersin sen de diyor ve garsona iki ciğer, iki ayran söylüyor. Ciğerler lavaşların arasında ve kalınca bir tahtanın üzerinde geliyor. Bir tabakta da bol nar ekşili kuru ve de acılı soğan var. Neyse ki o doğranmış. Karşımda titiz titiz kabuklarından ayırdığı soğanı ince ince doğruyor. Lavaşın içine ciğerlerin üzerine serpiştiriyor. O ısırarak yiyor. Ben nar ekşiliden yiyorum. Mecburum, soğan yemek zorundayım. Urfa böyle yapıyor, böyle istiyor. Balıklı Göl’e gidiyoruz. Hayatım boyunca içmediğim kadar çok çay içiyorum arka arkaya. Bir bardak çay Arapoğlu’nda içmiştim. Burada ise bardakları  tazelemeden duramayan garsonların esiri oluyorum. Urfa’da alkol alabileceğin bir yer yok. Sıra gecelerinde bile maşrapada filan geliyordur herhalde. Öyle olunca herkes yemek sonrası çaya kahveye adamış kendini. Kolaylıkla adapte oluyorum ben de vaziyete. Bir yandan Balıklı Göl’ün hikayesini dinliyorum, bir yandan kaçıncı olduğunu saymayı unuttuğum bardağımdaki çayımı yudumluyorum. Şunu anlıyorum, yalnızken ve ortama güvenmiyorsam dizim ağrıyor. Şu an ağrımıyor mesela. Unuttum. Yarın erken kalkıp, Harran’a gitmem gerek. Şu an dizim ağrımaya başlar gibi oluyor mesela. Güven meselesine bağlı diz ağrım bir artıyor, bir unutuluyor. Bir de yarın yanımdaki tek şişe Süryani şarabını Salih’e vereceğim, Harran’dan acı biber almak çok uygun kaçmayabilir. Başka da Harran’dan ne alınır ki?

20170930_215943-01
Balıklı Göl
Reklam

UZUN İNCE BİR YOL : DÖRDÜNCÜ BÖLÜM, MARDİN’den URFA’ya’ için 2 yanıt

Add yours

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

WordPress.com'da Bir Blog Açın.

Yukarı ↑

Soledad/Hábitat

Madrid y sus Circunstancias

Gendering the Smart City

UK-India network curating safety in the city through community art, digital technologies and participatory mapping

MARJİNAL KAFA

BAŞKA BAKMAK LAZIM DİYENLERE...

haganbey

Diş fırçalamak sosyal bir eylemdir.

ahmetss

A modern business theme

GÜVENLİK KAMERA MONTAJ VE KURULUMU

Ankara Güvenlik Kamera Sistemleri Montaj Kurulum ve Arıza Bakım Servisi

yeni bahar

YENİLİKÇİ KIZLAR

İsmail Firdevsoğlu

Çok Okuyup Az Yazan Orta Gezen - #Çokayog

SaphilopeS

ne güzel blues ne güzel karanlık

aleyna'nın blogu

Profesyonel Çekimler

Ümit Hüseyin ÖZER

Farklı bakış açıları, farklı fikirlere uzanır. Farklı fikirler, gelişim ve bilgiye temel oluşturur. Bilgi ise güçtür.

Sinemass'a Hoşgeldiniz

Sinema,Film,Eleştiri,Öneri

Gezegenim

"ama fırtına olmadan dalgalar büyümez ki!"

BİRİKTİRDİKLERİM

YAŞAM PORTALI

siyahgolge

siyahgolge

Sin Edebiyat

iki aylık şiir ve edebiyat dergisi

Alperen Durak

#alperen #reis #birumutturyaşamak

Sadecilik

Sadeleşerek özgürleşin.

SÖZDÜŞÜM

Sözlerin Gülümsemesi Gülden Belli

İzmir nakliyat

İzmir evden eve nakliyat firmaları arasında en iyi ev taşıma ve ofis taşıma firmasıyız. Atasun evden eve nakliyat firmasıyla sizde izmirde sorunsuz ev taşıyın.

Shu’s World

Sanat,şiir,edebiyat

ZÎZNASE

bilgelik sevgisi...bilgi aşkı

Aksaray Ömür Oto Kurtarma Çekici

aksaray cekici aksaray oto cekici aksaray kurtarici aksaray oto kurtarma aksaray kurtarici oto kurtarici aksaray oto cekici aksaray aksaray çekici

CeylancaHerşey

Dijital Kahve, Reklamcılık, Film ve Edebiyat Hakkında KADINCA

kendimesozumvarcom.wordpress.com/

Bu sayfadaki tüm karakterler ve olayların gerçek kişi ve kurumlarla ilgisi vardır.

Türkçe Öğrenmek istiyorumm

Dünyayı güzellik kurtaracak bir insanı sevmekle başlayacak herşey...

Yaşama Dair Herşey

My WordPress Blog

Oku!

Yaratan Rabbinin Adıyla...

Dearpink

yaşama dair..

mythought

Wichtig ist zu verstehen, was man liest...

Şifa Otağı

Ruhsal ve Fiziksel Hastalıkların Teşhis ve Tedavisi-Şifa Enerjisi-Hacamat-Sülük-Refleksoloji-Lenf Drenaj-Nefes Terapisi-Akupunktur-Manuel Terapi-Bilinçaltı Terapisi-Aroma Terapi-Fitoterapi-Yaşam Koçluğu

geceninkuyusu

genelde içimden atmak için yazarım, hatırlamak için değil

haricibellek

Unutmayalım diye yazıyoruz.

Benim sesim

Müziğim dillerde

siyah lale

açık söz ve cesaret herzaman işe yarar ;)

comMEDIA

iletişim ve medyaya dair herşey

%d blogcu bunu beğendi: