BİR ŞEYLERİN PEŞİNDE, DOKUZUNCU VE SON BÖLÜM : BURSA “SÜMBÜLLER VE SÜRGÜNLER KENTİ” – 5
GİRİŞ :
Anlat anlat bitiremediğim bir şehir var zihnimde ve kalemimde son defaya mahsus olmak üzere. Bursa için “Sümbüller ve Sürgünler Kenti” diyordu bir yerde. Çok hoşuma gitmişti doğrusu. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın seçtiği beş şehirden bir tanesiydi öte yandan. Aynı zamanda melankolisini en güzel yansıttığı bölümdü Bursa, İstanbul’dan hemen sonra. Bir dönem Osmanlı İmparatorluğu’na hem ev sahipliği hem de başkentlik yapmış, tarihiyle, kültürüyle günümüze kadar taşınabilmiş, çok önemli ve bir o kadar da değerli bir şehrimiz “Bursa”. Gelişmiş bir sanayisi var ve bu sayede bol bol yatırım yapılmış çehresine ama bunu yaparken insanı ve insani değerleri atlamamak da gerekiyor medeniyet çerçevesinde. Zamanla büyük bir göçe ev sahipliği yapmış şehirde, çarşı esnafı haricinde insan insana yabancı düşmüş. Bir de görüş ayrılıkları girince işin içine, fark edilir bir ayrışma görülse de, her şey beyhude iki buçuk milyon nüfuslu şehrin içinde. Yine de güzel kalmış, güzide kalmış, özgünlüğünü bozmamış kendince. Başta Koza Han olmak üzere, birbirine açılan çarşılarıyla her çeşit turisti çekiyor merkezine. Kayak turizmine yönelik, baharda piknik yapmaya elverişli Uludağ’ın gölgesinde, Ulu Camii’si, Kızık köyleri, Rumlardan kalma balıkçı kasabaları, Mudanya’sı, Gemlik’i, benim göremediğim İznik ve İnegöl’ü ile çok farklı tarihsel süreçlere yataklık eden, mutlaka görülmesi gereken ve saydığım tüm bu özelliklerle hiçbir sınıflandırmaya tabi tutulamayan bir şehri geç de olsa tanımaktan memnuniyet duyuyorum içten içe. İyi ki gelmişim dediklerim arasında en üst sırada Bursa, gözle görülen ve görülmeyen bütün güzellikleriyle.
BURSA KENT MÜZESİ :
Bursa’nın Bursa olma hikayesini başarılı ve nizami bir şekilde anlatıyor Bursa Kent Müzesi. Altı padişah, yirmi şehzadenin mezarlarını ağırlıyor bu şehir dile kolay; amma bunca ağırlığın altında ezilmeden yaşamaya çalışmanın ne demek olduğunu anlamaktan muzdarip gün boyu ekmek parası peşinde koşuşturup duran nüfusun pek çoğuna, tarihsel bir mirasın üzerinde olduklarını fark edebilecekleri çokça kaynak sunan müzenin önemini de anlatmak gerekiyor. Müzenin konumu itibariyle bir parça geride kalmış olabileceğini düşünüyorsunuz, şehrin kalabalığının ortasında eziliyor sanki. Osmanlı İmparatorluğu’nun kurucusu Osman Bey’in, oğlu Orhan Gazi’ye “Beni şol gümüş kubbenin altına koyasın!” diyen vasiyeti ile başlıyor buradaki zaman yolculuğumuz bir nevi. Bir şehrin şehir sayılabilmesi için gereken resmi kurumların yanında pazaryeri, kent çeşmesi, tiyatrosu, idman sahalı okuluyla, hamamından oluşan kent çekirdeğinin varlığının temel şart olarak kabul edilmesinin yanı sıra, Bursa çevresinin surlarla çevrilerek şehir statüsüne yükselişi olarak M.Ö. 228-122 yıllarında varlığını sürdürmüş Bitini/ Bitinya kralı Birinci Prusyas/Prusias var şehrin tarihi mirasının günümüze gelmesinde en önemli etken olarak. Müzenin üst katında bir grup müzikişinasın ev ev gezerek eğlenceler düzenlediğine, saz başlayınca sözü kestiklerine şahit oluyoruz. “Hadi sizlerle Bursa’da gezek” sözcüğü de bu gezgin müzisyenlerin arasından doğmuş meğerse. Zeki Müren’de burada doğmuş. Yıldırım Gürses de. İlhan İrem, Erkan Can, Müzeyyen Senar… Çağdaş kadın yazarlarımız Nezihe Meriç, Pınar Kür… Muazzez İlmiye Çığ… “Amca Bey” tiplemesinin yaratıcısı karikatürist Cemal Nadir… Daha da pek çok politikacı, tarihçi, oyuncu, şarkıcı, sporcu… Müzenin alt katında ise Bursa’ya özgü ürünlerin bulunduğu zengin bir el sanatları çarşısı bulunmakta mutlaka görülmesi gereken.
TOFAŞ BURSA ANADOLU ARABALARI MÜZESİ :
Son bir gayretle hiç ilgim olmayan arabaların diyarına gidiyorum. Geçmişten günümüze yenilenerek gelmiş, motorlu motorsuz ama tekerlekli arabaların müzesindeyim. Şık kafeteryasında oturup bir limonata içebiliyorum ancak. Elektrikler olmadığından kahve bile yapamıyorlar. Zaten hepi topu iki masayız ve diğer masada oturanlar belediye çalışanları. Rahat rahat yüksek sesle konuşuyorlar. Beni hiç umursamıyorlar. Bende mecburen onları dinliyorum. Kadın seçim öncesi olmasına rağmen su ve yol problemlerine çare bulunamadığından dert yanıyor karşısındaki erkeğe. Bir şeyler yiyecek ama hiçbir şey pişirilemediğinden çorba söylüyor sadece. Dün Cumhurbaşkanı buradaydı diyor. Adam nasıldı diye soruyor merakla. Yakışıklı değildi, o bize hoş geldiniz dedi, te-ek te-ek elimizi sıktı diyor. Kişi her kim olursa olsun, titriyle, geldiği nokta ve o noktaya gelmeden evvel yaptıklarıyla değerlendirilip zamanla bir efsaneye dönüştürüldüğünden, o kişinin karşınıza ilah gibi çıkmasını, hiç kusurunun olmamasını, cazip bir auraya, bir de hokka burna ve oldukça etkileyici yüz hatlarına mesela delip geçen bakışlara sahip olduğunu filan hayal ediyorsunuz ister istemez. Aksiyle karşılaşmaksa yıkım oluyor. Halbuki kimseler gündüz gündüz delici bakışlarıyla kalabalığı te-ek te-ek süzmez bu bir. Kendi tarafından bakacak olursan da neden delinmek isteyesin, bu da iki! Sonuçta o bir yabancı. Sen de ona yabancısın. Karşındaki Yunan mitlerindeki kadar ilahi bir güzelliğe sahip diyelim, senin değil ki, sahip olamayacaksın da. Dünya dönüyor, günler, yıllar geçiyor, yerçekimi her cinsi vuruyor eni sonu. Yaşlanmaktan korkan ve her daim genç görünmek isteyenler için estetik operasyonlar var diyeceksiniz çare olarak. Onlar da gergin birer maymun surata dönüştürüyor yaptıranları. Belki benim de sonum bu. Gergin bir maymun surat olmak. Kimse bilemez. Gelecek hakkında en ufak bir fikrim yok, hele kendiminkini başkalarınınkinden bağımsız hayal edemediğim düşünülürse hiç yorumum yok. Konuyu daha fazla dağıtmadan, müzeyi soranlarınız varsa da, limonatam bitmişti ve dinlenecek her şeyi dinledim telekulak gibi. Ama elektrikler halen daha kesik olduğundan ve benim de gelmesini bekleyecek kadar vaktim olmadığından havada asılı bir araba, birkaç kağnı, Murat 124 ve 131 olmak üzere gıcır ama puslu arabalar seçebildim müzenin içinde sadece.
BURSA SOKAKLARI :
Cuma günü itibariyle bir bayram havası hakim Bursa sokaklarında. Seçim coşkusuna ek olarak, insanlar güzel havayı görünce kendilerini sokağa atmışlar. Önlerindeki üç günlük tatil de cabası. Saatler ilerledikçe yollar daha da kalabalıklaşıyor. Araçlar bir yandan, insanlar diğer yandan. Alışverişler yapılıyor, eksikler tamamlanıyor, ellerdee poşetler bit mağazadan ötekine, Allah ne verdiyse. Yemekler, çaylar, partilerin ikramları da bitmiyor. Ekler dağıtanlar var evet için ya da hayır için. Çok tuhaf nerdeyse helvaya, lokmaya girecek gibiler. Dana demiyorum bakın. Tavuklu pilav dağıtan varsa da ben ona rastlayamadım henüz ama lokantalar da kazansın, değil mi! Siyaset değil de uğruna yapılanlar çok enteresan. Koltuklar tatlı, hayatlar buna bağlı.
Benim Bursa ile ilgili hislerime gelecek olursak, çocukken gelmiştim Bursa’ya ve çook yıllar geçti üzerinden. Çekirge semtine gelmiş, akrabalarda kalmıştık. Yeşildi Bursa aklımda kaldığı kadarıyla. Yeşildi Çekirge de bir o kadar. Sonra çok hoş olmayan şeyler duymuştum hakkında, sonra Kars’ta olmak, Anadolu’da olmak, Kars’ta defalarca olmak, Anadolu’da da; daha cazip gelmişti bana. Her yer bana Bursa’dan iyi gelmekteydi aslında. Bu seyahati planladığımda da Bursa’yı bir durak olarak görmemiştim hiçbir zaman. Daha kuzeye, çok daha yukarıya gidecektim. Karadeniz’in hırçın sularını görecektim, Mudanya’dan ya da Trilye’den Marmara Denizi’ne bakarken ondan mahçuptum sanırım. Pişman mıyım, asla olmadım. Tüy gibi hafif geldim Bursa’ya, bir o kadar da zor dönüyorum şimdi. Bırakmıyor adeta bu şehir beni. Nasıl ki kimi insanlarla uyum sağlar, kolay kaynaşırsınız, o sizi siz onu bırakamazsınız, Bursa için de aynı şeyler yaşandı. Kolaylıkla kaynaştık, ilk görüşte sevdik birbirimizi, binbir güçlükle ayrılıyoruz şimdi de. Kısmetse bir daha gelmeyi isterim istemesine de, gerçeklerle istekler her zaman uyuşmayabiliyor hayatta. Belki bir daha hiç gelemeyebilirim ama öyle ya da böyle iyi ki gelmişim Bursa’ya. Rehberim Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Beş Şehir”i hiç yalnız bırakmadı beni Bursa şehrine ayrılan bölümüyle.
Bir Cevap Yazın