HIDDEN FIGURES – GİZLİ SAYILAR :
“Birimizin gelişmesi, hepimiz için gelişmedir.” Dorothy
“İnsan hakları her zaman insani değildir.” Levi Jackson
“Ne zaman öne geçmeye çalışsak, bitiş çizgisini öteliyorsunuz.” Mary Jackson
“İki kişinin yarıştığı bir yarışta nasıl ikinci olduk?” Al Harrington
Gerçek olayların, bir kısmı kurgu olan karakterlerin olay örgüsüne dahil edilmesiyle hareketlendiği(şimdi reklamlar: küçük bir detayla hareketlendirilen objeler, kostümler, mekanlar ve de sıradan hayatlar; doğrudur dünyanın hiçbir şey üzerine bir ton gevezelik edebilen ve bunu da niye yaptığını bilmeyen çok gereksiz sayfasına geldiniz tek tıkla, hemen çıkın o frekanstan yoksa beyin ölümü çok daha erken gerçekleşebilir umduğunuzdan, çözümse…ne çözümü…ne çözüm ne de sözüm…tıpkı doğumun(şaşkın) ve ölümün gibi(bitik ve yenik, yenilmeyen çıkmadı şimdiye kadar hiç)…), altmışlı yılların başında tam da Rusya ile Amerika arasındaki uzay yarışı tam gaz devam ederken, hem ırkçılık hem de önyargıyla baş etmeye çalışan NASA çalışanı üç siyahi kadın karakterin iş hayatında olduğu kadar özel hayatlarında verdikleri mücadeleyi de iki saat gibi kısa bir süreye sıkıştırmayı başarıp, ucunu kaçırmadan, hiç açık kapı bırakmadan ama düz bir anlatımla, bol bol da seyirciye oynayarak ve bunda bile başarılı olmayı başararak tatlı tatlı anlatabilmiş bir hikayeye sahip “Hidden Figures”. Filmin yönetmeni olan Theodore Melfi’yi tanımıyorum, o da muhtemelen beni tanımaz ama fotoğraflarına bakıldığında kendisinin ve filmde de rol verdiği-tersi ise aldığıdır kendi yöntemleriyle-eşinin de beyaz olduklarını görüyoruz. O da ilginç. Filmin başında çok beyaz olan Ruth karakterini canlandıran Kimberly Quinn, filmin ilerleyen dakikalarında Katherine karakterinin sıkışıklığından etkilenerek en çok, azar azar kararıyor oturduğu yerde; belirtmekte fayda var burada gereksiz bir başka bilgiyi de. Bazen muziplikten kendini alamazsın ya. Almaya çalışarak yazmaya çalışacağım bundan böyle. Yoksa ipin ucu kaçmak üzere.
Dehası öğretmeni tarafından fark edilir edilmez altıncı sınıftan sekizinci sınıfa tam bursla geçirilen küçük, gözlüklü, siyah kız çocuğu büyüdüğünde, kendisi gibi çeşit çeşit zekalara sahip iki samimi arkadaşı ile birlikte siyahların çalıştığı departmanda, sadece siyahlara tanınan alanlarda -ilk başta ve en mühimi WC-çalışıyorlar deyim yerindeyse dirsek dirseğe, edepleriyle. Bağlı bulundukları kurum NASA, yıllardan da 1961. Onlar gibi siyah ve beyaz bir sürü “kadın” personel var uzay programında çalışan. Sovyetler Birliği’nin uzaya fırlattığı ve böylelikle aleni bir gözdağı vermesiyle başlayan ve Sputnik 1, Sputnik 2 şeklinde bir başına ya da öldükten sonra dönüşü zaten hesapta olmayan kaniş cinsi Laika/Layka isminde sonradan Moskova yakınlarında anıtı dikilen bir köpekle başlayan uzay yarışına, NASA, biz daha iyisini içine insan koyar, sonra da sağ salim geri getiririz iddiasıyla dahil olunca çalışanlar açısından zorlu bir süreç başlamış oluyor. Kevin Costner’ın başarıyla canlandırdığı kurgu bir karakter olan Al Harrington her başarısızlıkta çalışanlarını fazla mesai ya da maaş kesintisiyle korkutuyor. Siyahlarsa zaten daha çok çalışıyorlar, daha az maaşa mahkumlar, bir beyaz gördüklerinde ekstra saygılı olmak zorundalar, beyazların el sürmediği ayrı bir kahve makineleri, beyazların girmediği ayrı bir yemekhaneleri ve ortak işeyemedikleri bir de tuvaletleri var. Biz NASA’da aynı renk işeriz diyerek bu ayrımı balyozla kıran Al Harrington’dan sonra ancak gerçeği idrak ediyor çalışanlar. Beklentilerini düşük tutmak nedir’in cevabı, bu insanların yazgısı imiş o dönemlerde.

Yardımcı kadın oyuncu dalında Oscar adaylığı getiren Dorothy Vaughan rolüyle Octavia Spencer, yaş olarak üçlünün en kıdemlisi. Müdürlük için ne kadar başvursa da, üstlerinden ret cevabı alıyor her defasında. İsyanı, on yıldır çalıştığı kurumda işe hiç geç kalmadan, hiç hasta olmadan, hiç şikayet etmeden, kendisine verilen her işi zamanında ve doğru yapıp müdür sorumluluğu alsa da, müdürlüğe terfi edemeyişinden ve düşük maaşa talim etmek zorunda kalmasından. İki erkek çocuğunu yükselen siyah karşıtı eylemlere karşı korumaya çabalarken, diğer yandan da onları bilinçlendirmeye ve haklarını nasıl savunacaklarını öğretmeye çalışıyor. Kütüphanelerde bile siyahlar ve beyazlar için ayrılmış yerler var tıpkı otobüslerde ve mahkemelerde olduğu gibi ve elbette ki hep arka sıralar, arka koltuklar ve kütüphanelerdeki sınırlı sayıdaki kitaplar. Sokaklarda eylemler artarken, alınan tedbirler ve şiddetin dozu da artıyor. Kennedy ve Martin Luther King var alanlarda, duvarlarda ve de zihinlerde.

Moonlight’la birlikte bu sene bir diğer performansıyla izleyici karşısına çıkan Janelle Monae, Mary Jackson rolüyle NASA’nın ve Amerika’nın ilk kadın hava mühendisi olmak için Virginia’da sadece beyazların eğitim aldığı bir okuldan ders alabilmek adına mahkemeye başvurmak zorunda kalıyor. Zira NASA, kadınları mühendislik programına almıyor ve Virginia Eyaleti’ndeki hiçbir siyahi kadın beyazların lisesinde okuma şansına erişememiş şimdiye dek. Kocası, bana ve herkese rağmen diyerek mücadelesinde karısını destekliyor, başlardaki kendi tutumunu eleştirerek. Üstelik o da biri kız, diğeri erkek iki çocuk büyütmeye çalışıyor.

Katherine Coleman Goble Johnson, ilki kızlık, ikincisi ilk, üçüncüsü ise ikinci kocasına ait soyisimlerine sahip, tüm bunlar bir yana beyin tümöründen ölen eşinden sonra üç kız çocuğu ve annesiyle birlikte yaşayan, matematik dehası bir kadın. İkinci eşi Albay Johnson’la tanıştıklarında NASA’da çalışmakta ve kendi payına düşen eziyeti çekiyor o da her şekilde. Bir NASA pardon bir oda dolusu önyargılı beyaz adamla ve onlardan daha da erkek, beyaz ve pek de dost canlısı olmayan Rose’la çalışıyor ilk başta. Günde birkaç kez siyahların gidebildiği tuvalette ihtiyacını giderebilmek için, ince topuklu ayakkabıları ve daracık eteğiyle yarım millik mesafeyi koşarak katediyor her dafasında kan ter içinde. Beyazlar onun dokunduğu kahve makinesinden içmemek için şahsına özel ve nispeten küçük bir kahve makinesi koyuyorlar kendilerininkinin yanına. Bilgiler kendisinden saklanıyor, bir Rus ajanı olabileceği şüphesiyle sorguya çekiliyor ve hep aynı sağduyusuz, önyargılı bakışlar karşılıyor onu birazcık ön plana çıkmaya çalıştığında. Çünkü Katherine, değiştiremeyeceği siyah bir tene sahip ve de en önemlisi bir oda dolusu adamdan daha zeki. Bir rakip olarak görülüyor her fırsatta. Dehası olmasa o odada bir dakika fazla kalması mümkün görünmüyor.
“Senin işin ne biliyor musun Paul? Bu dahiler arasındaki dahiyi bulmak. Hepimizi yukarı çıkarmak. Zirveye ya hep birlikte çıkarız ya da hiçbirimiz çıkamayız.” Al Harrington’dan cinsiyetçi ve ırkçı ama sonradan kahveci güzeli olan Paul Stafford’a cevap
Tüm bunlar yaşanırken hesap makineleri ve personel alımı yerine, IBM iş hayatında iyiden iyiye rol çalmaya başlıyor. Bu arada 1.57 cm. boy uzunluğuna sahip Rus kozmonot Yuri Gagarin 1961 yılında Vostok uzay arcıyla uzaya çıkarak, dünya yörüngesinde turunu tamamlıyor. Bundan tam 23 gün sonra da New Hampshire doğumlu deniz kuvvetleri mensubu Alan Shepard’da ikinci insan fakat ilk Amerikalı oluyor yıldızlara değen. Tarihler 20 Şubat 1962’yi gösterdiğinde de John Glenn en nihayet dünya yörüngesindeki ilk Amerikalı olarak uzay ve NASA tarihine geçiyor.
Sonuç olarak NASA’sı tasası derken Amerikan tarihine, Amerikan sivil havacılık tarihine ve Amerika’nın her türden insanlarının haklarının mücadelesinin tarihine hem de tarihler eşliğinde iyice hakim olmaktan mest olmam gerekirken, hüzünleniyorum sadece oturduğum yerde. Alem uzaya gitmiş fi tarihte, aradan geçmiş altmış yetmiş sene, biz daha Sabahattin Ali’nin hayatını bile filme çekememişken, Tübitak onaylı ”nolur bir salavat da sen çek” projesiyle yetinmek zorunda kalmaktan ne duymak ne hissetmek gerektiğini bilemiyor insan. Yüz, yüz elli yıl kadar geriye gittik son on, on beş yıl sayesinde. Sadece üç “Amerikalı” oldukları için, üç siyah kadının adının da tüm dünyada duyulmasını sağlayan Amerikan sinema endüstrisinin gücünün karşısında kendimi pire gibi hissediyorum bir kez daha sadece.
Filmin güçlü bir başka özelliğine gelince, seçilmiş bu üç kadının sonu zaferle biten bireysel mücadeleleri hep başrolde. Mary Jackson gitmeden önce çok iyi hazırlandığı mahkemede, yargıcı tatlı tatlı ikna ederek, akşam derslerine katılmaya hak kazandığında bahçede topuklarının üzerinde sevinçten ve gururdan zıp zıp zıplarken ve içi içine sığmazken aynı duygu size de geçiyor. Önyargılara teslim olmadan ve de pes etmeden ulaştılar hem kendileri hem de dünya için çok önemli hedeflerine. Geçen sene Oscarlar ne kadar da beyaz derken bu sene oyunculuk dallarında ve ana dallarda birçok adaylık alan filmlerdeki hikayelerde seslerini duyurup, ödüllere kavuşabildiler nihayet. Bu arada dünya ya da Amerika daha iyi, daha güzel bir yer olabildi mi? Herkes bildiğini okumakta nihayetinde. Trump, Pentagon’a elli dört milyar dolarlık savunma bütçesi artışı verdi bile. Öte yandan Ashgar Farhadi ikinci defa bir İranlı olarak kendi tercihi olup, gelmemeyi seçmiş olsa bile Oscar’ını aldı bir kez daha ”Satıcı” filmiyle. Şans, kader ya da adı her neyse doğru zarlar önemlidir her seferinde. Özellikle de ucunda adını tarihe yazdıracak önemli bir olay var ise.
Oyunculuklara gelince beyaz kısımlarda görülen rol çalmalar bir adım öne çıktı benim gözümde. Kevin Costner-bu adama altmışlı yıllar hep yaramıştır, bir de Kızılderili halkı-başta olmak üzere, Kirsten Dunst ve Jim Parsons var diğer yan rollerde.