UNFORGOTTEN, İKİNCİ SEZON :
“Bir kadın ya bir erkek için ya da bir erkek yüzünden öldürür.” Aileen Wournos
“Kadınların doğasında öldürmek yok.” Shakespeare
“Bir adamın yapabilecekleri sizi şaşırtır mı?” David Walker’ın karısı
“Sonraki alt ay boyunca ailem dışarıdayken evimize gelip bana hayat boyu fiziksel olarak zarar veren şeyler yaptı. Çünkü 48 yaşında bir adam 9 yaşında bir adamın içinde olmamalı.” Colin Osborne
İlk sezonu, ikincisine nazaran bir parça daha sönük olduğundan ve dizinin iki sezonunu üst üste izlemiş olduğumdan, ikinci sezonu ele almayı daha doğru buldum. İlk sezon neler yaşandı, yarım kalan bir şeyler var mıydı endişesi duymanızın gereksizliğiyse her sezonda ele alınan tek bir vakanın diğer sezondan bağımsız olarak işleniyor olması ve bunun da işleri kolaylaştırıyor olmasıdır. İzleyenlerin River’dan hatırlayacağı Nicola Walker bu defa başrolde çıkıyor karşımıza. River’da ruhu ve de nazik yaralı başı bizimle ve River’la idi, burada ise ortağı Dedektif Sunny ile birlikte vakaları çözmeye çalışan aklıyla var. Oğlu ve yıllar yıllar sonra kendisini aldattığını öğrenen karısının sevgilisiyle yüzleşme cesareti gösteren babası ile beraber yaşıyor Cassie Stuart olarak. Dizinin ilk bölümü Kuzey Londra’da bulunan Lea Nehri’nde bir valizin içinden çıkan ve sabunlaşma sayesinde aradan geçen yaklaşık yirmi yıla rağmen korunmuş olan cesedin üzerinden çıkan çağrı cihazı ve bir erkek saatinin Cassie ve ekibini yavaş yavaş ipuçlarının izinde, öncelikle kimlik tespiti yapmak suretiyle, akabindeyse maktülün bağlantılı olduğu kişileri, herkesten önce ailesine haber vererek, sonra da mahkemeye gitmeden olası zanlı ya da zanlıları bulmak üzere ilk temkinli ama hevesli adımların atılmasıyla başlıyor.
Göğsüne aldığı tek bıçak darbesiyle öldürülen maktül David Warner’ın eğlence sektöründe çalıştığını, geride beş yaşında bir erkek çocuğu bıraktığını ve ondan sonra eşinin polis olmaya karar verdiğini öğreniyoruz. Meslekten olunca da kendi ağzıyla söylüyor cinayet kurbanlarının % 63’ünün eşleri tarafından öldürüldüğüne dair yapılmış olan genel bir istatistiği. Kocasını öldürmeyi en az bir kez, en çok kim bilir kaç kez düşündüğünü hissettiriyor bu düşüncesiyle. 1989 yılında piyasaya sürülmüş olan çağrı cihazı çözülmeye başladıkça isimler de netleşmeye başlıyorlar yavaş yavaş. Marion Kelsey, Sara Mahmoud ve Colin Osborne’a dolaylı dolaysız yollardan ulaşan Cassie ve Sunny çoktan unutulmuş fakat hiç affedilmemiş insanlarla yüzleşen bu üç insanın acı anılarıyla dolu havuzlarında yüzmeye başlıyorlar. İlk olası şüpheli olan Marion, ablası ve annesiyle geçinmemekte ısrarcı, hemşirelik yapan, kocası tarafından sevilen ama iş kendi sevgisine ve duygularına geldiğinde çok fazla paylaşımcı olmamayı yeğleyen, yardımsever fakat mesafeli, çocuksuz bir kadın. Geçmişinde öfke sorunu yaşamış ve bir dönem IRA’yla dolaylı yollardan bağlantısı olmuş. İkinci olası şüpheli Sara Mahmoud astım hastası, Müslüman cemaate bağlı, evli ve üç oğullu bir kadın. Edebiyat dersi veren kadının geçmişinde çocuk fahişe olduğunu ve David Walker’ın onu içki ve uyuşturucuyla yatıştırıp her şekilde kullandığını öğreniyoruz. Şimdiyse ailesinin ve kendisinin de bir parçası olduğu tutucu çevresinin, onun bu saklı geçmişini öğrenmesinden korkuyor en çok. Saçlarını örten ve geçmişini unutmaya çalışan kadının çabalarına karşılık solgun ve ısrarcı bir hayalet izin vermiyor ona adeta. Son olarak Colin Osborne’sa eski bir bankacı iken, doksanlı yıllardan itibaren sektör değiştirerek kendi kurmuş olduğu hukuk firmasında avukatlık yapmaya başlamış gay bir erkek. Hayat arkadaşı ile beraber evlat edinmek üzere başvurdukları ve yanlarında yaşamaya başlayan kızlarının velayetini alma savaşını veriyorlar bir yandan da. Bir de kızın üvey babası ve bağımlı annesi tarafından maruz kaldıkları şantaj var. Birbirinden farklı pozisyonlarda bulunan, farklı işlerde çalışıp çok başka işler yapan bu üç insanın üçü de aslında doksanlı yılların başında değişiklik yapıyorlar hayatlarında. Ve dizi bu üç insanın arasındaki bağlantının ve ortak sırlarının çözülmesi için uğraşan dedektiflerin gayretleri ve yıpranmalarını anlatıyor nihayetinde altıncı bölümün sonuna gelindiğinde. Ve yine üçünün de birilerine duydukları minnet duygusundan belki de toplum yararına işler yaptıklarını görüyoruz. Marion’un Hodgkin lenfoma hastası Zoe’ye iyiniyetli yaklaşımında, Colin’in üstlendiği ücretsiz davalarda ve son olarak Sara’nın öğrencilerine bir şeyler kazandırmaktaki gayretinde bu minnetin etkilerini görmek pekala da mümkün aslında.



Maktül David Walker’ın gerçeğiyse ilkokuldayken uğradığı taciz ve tecavüz/ler oluyor. Bunu yapan öğretmeni ise teknesiyle açılmış, bir daha da geri dönmemiş. David’in tek sırdaşından öğreniyoruz bu gerçeği. Sık sık depresyona giren, iyi bağlantıları, içki ve uyuşturucu sorunu olan ve çocuk yaştaki kızlarla beraber olan adamın bir yetişkin olduğunda kendisini iyi yöne kanalize edip etmediğine gelirsek eğer, bir hayli kirletildiğini ve bu yaşadıklarının intikamını alırcasına başka çocukları kirlettiğini, darp ettiğini görüyoruz. Tam da bu yüzden tartışıyor Cassie ve Sunny. Cassie’ye göre insanlığı mahvolmuş biri ancak küçükken cinsel tacize uğradığında büyüdüğünde bir çocuğa aynısını yapar, yaptığının korkunç olduğunu bile bile. Sunny ise bir pedofili bu açıdan anlayamayacağını ve bunun onlara başka çocukları istismar etme hakkını vermeyeceğini söylüyor. Bir süre sonra da Walker’ın 30 sene önce cinsel istismara uğradığı için değil, kendisi cinsel istismarda bulunduğu için öldürüldüğünü keşfediyoruz dedektiflerimizle birlikte.
Hayatlarında çocukluk travmasına bağlı belirgin bozukluklar gösteren Marion, Sara ve Colin’le Walker’ın arasındaki bağı çözmeye çalışıyor dedektifler. Bölge hastanesi ve ıslah yurdunda çalışan Walker 1981-1983 yılları arasında bir evde düzenlediği partilerde değişik yaş gruplarından erkeklerle birlikte bakımevinden, ıslahevinden ve sokaktan topladığı çocuklara içki ve uyuşturucu verip cinsel istismarda bulunurken, yıllar sonra kendiliğinden ortaya çıkan ve ağlaya ağlaya yaşadıklarını anlatan bir tanık Sara’yı bir parti esnasında gördüğünü söylüyor. Daha fazla bu sırrı taşıyamayacağını düşünen Sara kocasına anlatıyor sır gençliğini. Neden on altı yaşından yirmi beş yaşına kadar eğitimine ara verdiğini ve neler çektiğini. Şantajlardan yılan Colin’de evlat edinmeden sorumlu sosyal danışmana anlatıyor cinayet soruşturması geçirdiğini ve olası şüpheli olduğunu. En nihayet Marion’un da gerçeği çıkıyor ortaya: Profesör olan ve elli yedi yaşında kendini astığını öğrendiğimiz babası tarafından on bir yaşında uğramaya başladığı tacizler, on iki yaşında tecavüze dönüşüyor. Üstelik annesi biliyor ve susuyor. Bunlarıysa güzel bir ev ve yurtdışı seyahatleri için yaptığı çıkıyor ortaya yıllar sonra. Hiçbir sır gizli kalmıyor. Marion’un neden hep asabi olduğunu en nihayet öğreniyor ablası. Neden psikiyatri kliniğine yattığını da. Üç olası şüphelinin akıl hastanesinde başlayan sessiz ortaklıkları ve benzer geçmişleri, onların hayatlarını mahveden adamları birbirlerine öldürtmek ekseninde şekillenmiş adeta. Belki de yıllara yayılı bir şekilde süren ortak intikam planlarını gerçekleştirdiklerinde, bir gün gelip de cesetlerden birinin ortaya çıkıp diğer olayları tetikleyeceğini düşünmemişlerdi. Gelelim Cassie’nin azimle üstüne gittiği olayların sonunda karşı karşıya geldiği Colin’in itirafından sonra karşılaştığı kendi vicdanına.
Benzer bir vaka vardı geçmişte kendi topraklarımızda yaşanan. Olay farklı şekillerde cereyan etmiş ve sonu mağdurun katliyle biten vakada, olay sonrası yakalanan zanlı ve babası beraber gönderildikleri cezaevinde saldırıya uğramış ve katil olan oğul öldürülmüştü. Ceza içerden kesilmiş ve bir kişi de çıkıp yazık oldu dememişti. Sessizce kabullenmiştik olayı. Cassie de benzer şekilde sessiz kalmayı tercih ediyor. Tıpkı bizler gibi. Bir de eğer cezalandırılmadıkları takdirde bu tip insanların bir zincirin halkası misali tacizlerine ve olası edimlerine devam edeceklerini düşünmeden edemiyor insan. Hepimizin yoluna devam edebilmesi için ilahi ya da hukuken adalete ihtiyacı var herşeyden önce. Affetmemiz gerekmiyor, adalete inanmamız gerekiyor sadece. Var olduğuna ve bizi terk etmediğine ve de hiçbir zaman etmeyeceğine. Zedelenen toplumsal onurumuzu yeniden kazanmamız, yaşanılanları sineye çekmekle mümkün görünmüyor. Öfkemiz büyüyor sadece. Yıllar öncesinden benzer temaları işlemiş olan Sleepers ve Yılmaz Güney’in Duvar filmlerini karşılaştırdığımızda ilkinde bir rahatlama duygusuyla ayrıldığımı hatırlıyorum sinema salonundan. İkincisindeyse işler öyle gelişmez, hadise bizim beklediğimiz gibi sonlanmaz. Kötü adam/lar cezalandırılmaz. Yılmaz Güney hiçbir çıkış kapısı, kurtuluş umudu bırakmaz geride. Kötüler bile Amerikan filmlerinde cezalandırılıyormuş gibi gelir adeta. Güney’e gelince kapıları kapatmayı tercih ediyordu teker teker, ta ki son bir kurtuluş umudu kalmayana dek. Gelelim dizimize, burada hedef ve yumuşak karnımız olan çocuk yani korunması ve kollanması gereken bir varlık olduğundan insanın en çok kanına dokunan kişi Marion’un bilir de bilmez annesi oluyor. Bile bile susmuş, göre göre gözlerini kaçırmış başka yerlere. Patates doğramış sakin bir şekilde, kızı ona çaresizce geldiğinde. Sonra da bu sırrı saklamış yaşadığı sürece.
Colin, Cassie’ye itirafı esnasında çok önemli fakat çok acı bir şey söylüyor aslında. İlk seferinde bir anda sonsuza dek değişen ve içki, öfke, intihara teşebbüs, kavga, aşırı çalışma, bitmeyen ve tüketen, derinden gelen bir öfke ile baş etmekle bu zamana gelmiş olsa da, Sara ve Marion’un yaşadıklarının kendisine yapılanlardan çok daha beter olduğunu söylüyor. Özellikle Marion’un yaşadıkları en korkunç olanı. Babanın öz kızına tecavüzünden daha korkunç bir şey ne olabilir ki bu dünyada? Sapıklar çocuk yapmamalı bu dünyada.
Cassie geçerli kanıt, delil, itiraf olmadığı bahanesinin arkasına sığınarak etik bir karar veriyor aslında. Neden insanları hapse yolladıklarını sorguluyor. Ne Colin ne Marion ne de Sara’nın bir kez daha cinayet işlemek gibi bir gayeleri olmadığı gibi, bu vesileyle onları caydırmanın da gerekmediğini düşünüyor. Yardım etmek değil, davayı çözmeye çalışan hırslı bir dedektif konumuna düşmekten kurtuluyor. Hayatları tarifsiz acılar çekerek geçmiş insanların yıllar sonra düzenlerini bozmanın, onları cezalandırmanın çok gereksiz olduğuna, kimseye bir fayda sağlamayacağına karar veriyor. Çok da iyi yapıyor. Son olaraksa, şu İngilizler harika senaryolar yazıyor, harika da diziler çekiyorlar. Doğal oyunculuklarsa yok başka yeryüzünde. Ben bu kadar anlattıktan sonra, sizler okuya okuya şu satırlara ulaştıysanız eğer, azminizden ve sabrınızdan ötürü sizi kutlar ama yine de izlemenizi salık veririm naçizane.
Bir Cevap Yazın