UNSERE MüTTER, UNSERE VATER/ANNELERİMİZ, BABALARIMIZ:
Savaşın kapımızda, savaşın sınırlarımızda, savaşın içimizde, kendi topraklarımızda cereyan ettiği şu zor günlerde çok daha manidar bu diziyi izlemek. Çıkartılabilinecek bir sürü ders-kaldı ki savaş bir ders değil başlı başına acının kendisidir-mahvolan bir sürü hayat, yaşamsal isteklerin ve kendini gerçekleştirebilmenin savaşın ağır yükü karşısında giderek anlamsızlaşması ve değersizleşmesi ve masumiyetin yitirilmesi üzerine üç bölüm, 270 dakikalık bir destan ve yok olan değerler üzerine bir ağıt “Annelerimiz, Babalarımız”. Özgünlüğü ve farklılığı ise Alman yapımı olmasından ileri geliyor. Sonuna kadar inanarak girdikleri savaştan boğazlarına kadar çamura batıp yenilerek ayrılan aynı ulusun çocuklarının kendi trajedilerini, yaralarını anlatması çok daha gerçekçi ve görüyoruz ki dünyada bedel ödemek zorunda kalmayan atası olan ülke yok.
İkinci Dünya Savaşı’nın ayak sesleri, yerini savaş çığlıklarına bırakmış çoktan. Aileler erkek çocuklarının omuzlarındaki madalyaların mutlak gerçekleşecek olan artışından hem kendileri hem de Üçüncü Reich adına çok büyük gurur duyuyorlar. Kazanılmış bir zafer onlarınkisi, şimdiden. Ruslar aşağı(lık) bir ırk. Ezilmesi gereken birer böcek, tüm Yahudiler. Kendi saf ırklarının safkan kalabilmesi ve zehrin kanlarına karışmaması için ellerinden geleni yapıyor toplu histeri içerisine düşmüş insanlar. Göz göre göre çocuklarını savaşa gönderebiliyorlar büyük bir cesaretle. Kendi çocuklarını ateşe atan bir nesil olmanın sorumsuzluğunu düşünmeden yapıyorlar bunu. Dr. Goebbels’in aşağılık olarak nitelendirdiği zenci müziği Swing yasak, Yahudilerle beraber swing dinlemek yasak. Yahudilerle evlilik yasak. Dolayısıyla onlardan çocuk yapmak da yasak. Kısaca Yahudilerle girişilebilecek her tür münasebet yasak.
Binlercesinin içerisinden seçilmiş ve hikayelerinin kendi perspektiflerinden aktarıldığı beş gençten ilki terzi olan babasının işini bir beraber yürüten Yahudi Viktor Goldstein. Ünlü bir şarkıcı ve yeni Marlene Dietrich olmaya hevesli, gözü yükseklerdeki Greta Müller’ in de erkek arkadaşı. Babasının bir türlü kabullenemediği gerçeği o görüyor. Zamanla Almanların gözünde değersizleştiğini, Babavatan Almanya’nın babalık etmekten uzaklaştığını erken anlayıp bahsi geçen ve kendilerinden çok da uzak görünmeyen kamplardan kurtulmak ve hayatta kalabilmek için elinden geleni yapıyor. Greta’nın öncelikle kendi yükselişi, sonra da Viktor’un kaçıp Amerika’ya sığınabilmesi için bir SS’ten, metresi olmak şartıyla edindiği ama sonradan hiçbir değeri olmadığını gördüğü ve onu trenlere savuran sahte pasaportu da bir işine yaramıyor. Kendi ırkından olan insanlar toplama kamplarında açlıktan ve salgın hastalıktan ölüp, sabuna dönüşürken, elime geçen bir fırsatı değerlendirip kaçıyor ve hep kimliğini gizleyerek hayatta kalmaya çalışıyor. Kimse Yahudileri sevmiyor ve aralarında istemiyor. Grubun ikinci kızı ise imparatorluğun ebediyyen süreceğine inanan idealist hemşire Charlotte. Winter kardeşlerden kendisi gibi idealist ve abi olan Wilhelm’e aşık derinden. Ama savaş herkesi ummadıkları çok başka yerlere sürüklerken o da kendi payına düşeni yaşıyor gönderildiği askeri hastanede kan gölünün içerisine düşerek. Hayalleri ve gerçekler arasındaki görünmez çizgi ampute kollar ve bacaklar, kan kaybından ölmek üzere olan askerler, derin savaş yaraları, çaresizlik ve yetersiz ağrı kesiciler yüzünden bir kabusa dönüşerek beliriyor karşısında. Asla kaçıp kurtulamayacağı, terk edip gidemeyeceği cehennemde alışmaktan başka çaresi kalmadan yaşamayı öğreniyor zamanla. Wilhelm ve Friedhelm’se tabiatları farklı iki kardeş. İkisi de askerlik çağında ama Wilhelm rütbe olarak daha büyük, daha kıdemli ve daha başarılı. Evin sanata düşkün ikinci çocuğu ise savaşa giderken bile valiz dolusu kitaplarını taşıyor beraberinde. Bu yüzden abisi tarafından küçümseniyor. Babası onu beceriksiz bir şapşal olarak görüyor. Annesi ise canından endişe ettiğinden abisine emanet ediyor onu. Defalarca kırılıyor ve örseleniyor ruhu. Sağ salim eve dönebilmiş olması bile babasını memnun etmiyor. Ölenin kendi olması halinde babasının memnuniyet duyacağını anlamış oluyor. Yaşadıkları ve vahşet tüm kırılganlığını çözüyor onun da zamanla. İlk başlarda tetiğe basamayan, hümanist bir Friedhelm var halbuki. Acımasız bir makineye dönüşmesi ise zamanla gerçekleşiyor. Kendi dediği gibi savaş içindeki kötülüğü çıkartıyor ortaya. Kırılma noktası arkadaşının mayına basmasına neden olan Rus köylülerini feda etmesi için abisine akıl verdiği an oluyor. Annesi ve abisinin kollamak zorunda olduğu Friedhelm müfreze arkadaşlarının yoluna geliyor nihayetinde. Fakat bir kahraman değil bir savaş suçlusuna dönüşüyor. Tüm okudukları, bütün hayalleri soluyor birer birer. Yaşamak için öldürüyor bundan sonra. Gitgide daha kolay ve acımasızca adam öldürebiliyor. Ne derler yaptıkça daha iyi yapmayı öğrenirmişsin yaptığın her neyse. Fikirleri bir yana koyup, yarı hayvan yarı barbar kadınları ve çocukları bile vurabiliyor birer tavşanlarmışçasına, suçlu olup olmadıklarını bilmeden ve hiç düşünmeden. Bir savaş var ve bu savaşta taraflar var. Giderek bakışları donuklaşıyor ve hisleri de beraberinde donuyorlar. İçindeki insanı ve sıkışmış kalmış çocuğu öldüren yeni ve başks bir Friedhelm var bundan sonra. Wilhem’se anlı şanlı Alman ordusunun bir miğferiyken savaş suçlusuna dönüşüyor ve rütbeleri sökülmek suretiyle alınıyor elinden. Tüm yaşadıklarından sonra ise değersizleşiyor her şey gözünde. Wilhelm ve Friedken kardeşlerin içlerinde barındırdıkları Habil ve Kabil yer değiştiriyor bir anlamda. Kendilerini öldürüyorlar önce. İçlerinde ölen çocuktan sonra geriye kalansa ruhsuz bedenleri oluyor. Savaşın geride bir şey bırakmadığına tanık oluyoruz.
Hitler’in Kavgam’ı ağızlarda dolaşıyor ya da ciltli kitap haliyle karşımıza çıkıyor sık sık. Bir Adam’ın Kavga’sının, bir ulusun ortak kavgasına dönüştüğünü görüyoruz zamanla. Ruslarla savaşmak için yola çıkan askerlerin nasıl olup da Yahudileri trenlere doldurup oradan yakmaya götürdükleri ise anlaşılır gibi değil. Dışarıdaki düşmanla savaşsın diye kış kamuflajı olmadan karın kışın ortasına gönderilen askerlerin kendi başlarına kara kara düşünerek çarşaflardan içlik yapmayı tasarlayıp, ölü Rus askerlerin donmuş ayaklarındaki botları çaresizce çıkartmaya çalıştığı ve mağlubiyetin pek bir yakın olduğu zamanlarda, uslu Yahudileri öldürmek suretiyle, birilerine köpek muamelesi yaparak avutuyorlar kendilerini, nihayetinde birilerini cezalandırmak gerek ve daha kolay ölebilme kapasitesi olanlar daha cazip geliyor belki de. Öncelikli olarak içindeki düşmanı öldürmek gerekiyor galiba bu gibi durumlarda, sonra herkes milliyetçi olabilir ve bunun bir sakıncası da yok. Zaten milliyetçilik ve ulus bilincinin savaşmaya yönelttiği askerlerin de kendi küçük hedefleri ve planları var. Nitekim SS’ler rahat rahat dolaşırken siperlerdeki askerler kendilerine vaat edilmiş toprakların hayaliyle savaşmaya çalışıyorlar ve bu uğurda yitiriyorlar kendilerini ve değerlerini.
Noel’de biteceğini varsaydıkları savaşın şerefine kadeh kaldıran, dünyayı yenmek için sabırsızlanan umut dolu gençler ve onların ağız dolusu coşkun gençlikleri yıllar içerisinde yok olup gidiyor ve masumiyetleri de alınıyor yüreklerinden beraberinde. Başladıkları noktaya iki eksik beden ve üç kanatsız yürekle yılgın bir şekilde dönebiliyorlar ancak. Canlı olarak, Noel’de, Berlin’de buluşma sözleri bir hoş seda olarak kalıyor gidenlerden geriye.
Katharina Schüttler yani Greta Müller’in sesinden Mein Kleines Herz/Benim Küçük Kalbim’in melodisi dolduruyor insanın içini ve bulunduğu ortamı dizi bittikten çok sonra bile. Şarkının naif sözlerinin yanında hayat o kadar da naif değil ve bunun bilincinde ola ola teslim oluyor insan şarkının güzelliğine ve kaba saba olarak nitelendirdiğimiz Almanca ne güzel bir dil olabiliyormuş yeri geldiğinde.
“mein kleines herz
kommt nicht zur ruh.
es hält mich wach die ganze nacht, und klopft immer tuck tuck…”
Dizide ve karakterlerde herhangi bir boşluk göze çarpmıyor. Her şey yerli yerine oturuyor nihayetinde. Savaş başladığı gibi, bir gün gelip bitiyor. En büyük dersi alansa Greta oluyor. Ne istediği noktaya gelebiliyor mesleki anlamda, ne de SS kendisine sahip çıkıyor. Hapishaneye düşüyor, idama mahkum ediliyor. Üstelik ondan taşıdığı bebek bile bir tekme darbesiyle yok edilebiliyor. Greta önlenemez infazına doğru ilerlerken gücün ve güçlünün yanında olmanın en büyük güçsüzlük olduğunu anlıyoruz. Greta ancak ölüm yolunda anlıyor hatasını ya da karnına aldığı darbe esnasında kavrayabiliyor hatalarını. Charlotte’sa başlardaki idealist tavırlarını çoktan koymuş kaldırmış bir tarafa. Bir sürü şok yaşıyor onca ölümün arasında. Wilhelm’in ölmüş olduğunu öğreniyor ve çaresizce kendisine ilgi duyduğunu hissettiği yaşlı doktorun kollarına atılıyor, ondan medet umuyor. Ölmediğini öğrendiğindeyse ufak çapta bir sinir krizi geçiriyor. Kendini kurtarmaktansa son saniyeye kadar yaralı askerleri kurtarmaya çalışıyor. Friedhelm’le beraber aydın’ın ölümü kutsanıyor. Hayatının, tüm dünyanın değersizleştiğini düşünerek belki de artık ölümden korkmadığı gibi, ölüme sebebiyet vermekten de korkmaz hale geliyor. Kendini feda ettiği ve hayatından vazgeçtiği anda ise, diğer çocukların hayatlarını kurtarıyor.
Bir fotoğraf kalıyor geriye, anılarda yaşatılacak olan mutlu ve güzel anlarla birlikte. İnsanlar sevdiklerini mutlu ve coşkuluyken hatırlamak istiyor her zaman. Dans ederken, eğlenirken, neşe içerisinde gülerken, gözleri pırıl pırıl bakarken.
Bir Cevap Yazın