Birbirinden bağımsız altı farklı hikayenin dolayısıyla bir tam filmin, sanki aynı hikayeyi devam ettiriyormuşçasına çekilip peliküle aktarıldığı bir toplam film “Vahşi Hikayeler”. Aynı zamanda Arjantin’in 2015 Oscar adayıydı. Yapımcı koltuğundaki isimse bir hayli tanıdık. Pedro Almodovar. Hiçbir oyuncu bir önceki ya da sonraki hikayede yer almıyor. Kimse bir diğerinin hayatından teğet geçmiyor. Herkes kendi bölüm yazgısını yaşıyor. Temalar bir olduğundan, konular ve konseptler çok farklı olsa da bütünlük hiç bozulmuyor. Karakterler sıkıştıkları ortamlardan haykırıyorlar. Bu bir düğün salonu olabileceği gibi, bazen bir arabanın içi, bir restoranın mutfağı yahut geniş bir malikane de olabiliyor. Farklı nedenler yüzünden, bazen dışsal figürler, bazen en yakın bildikleri tarafından, bazen de sistem tarafından aşırı derecede stres yüklenen insanların olaylar karşısında anlık ya da yıllar süren öfke dolu birikimlerinin nihai bir intikam planına dönüşmesi sayesinde; ama her bölümde izleyiciye hayatı boyunca muhakkak bir ya da daha çok kez karşılaştığı benzer sıkıntılı durumları çağrıştırıyor olduğundan bol bol empati kurma fırsatı tanıyarak anlatıyor derdini. Jenerikten önceki ilk hikayede uzun, ince bir adam yaşamı boyunca uyuz olduğu her kim varsa-buna anne babası da dahil- bir uçağın içinde topluyor, kendisi ise pilot kabinine geçerek incelikli planını uyguluyor son aşamada, hayatından mutsuz bir aşçı kadın fırsatını bulduğunda birikmiş öfkesini saçıyor ikinci bölümde, üçüncü hikaye kimin perspektifinden baktığınızla açıklanabilinir ve farklı yorumlara gebe “bence”, dördüncü hikayede bir mühendis önceden iş için patlattığı dinamitleri bu sefer bağımsız iradesiyle ama bağımlı olduğu ve hiç durmadan kendisine ceza kesen bir sistemi bireysel olarak yok etmek üzere patlatıyor uzaktan, beşinci hikayede empati kuracağınız kişi belli ve o, etrafı ahmaklarla ama en çok da bir avuç fırsatçıyla çepeçevre sarılmış bir baba, altıncı hikaye ise aşktan beslenen nefretin genç bir çiftin düğününde nasıl da su yüzüne çıktığına şahit olarak yazıyor bizi ve nefretten daha güçlü bir duygunun varlığı en nihayet filmin tamamını sonlandırıyor.
Yazar kişisi bu pek beğendiği, yer yer sempatik bile bulduğu ve ne zaman ki bir tarafa daha çok empati besler iken kendini bulsa bir diğer tarafı gücendireceği düşüncesiyle henüz çok az kısmını kullanmayı başarabildiği beyninin tüm loblarını, sinir ve sinir uçlarının yanında iş duygulara geldiğinde bağımsız hareket etmeyi seven ve öyle de hareket eden yani kısaca atmayı pek seven kızıl organını da katarak başlıyor bu altı farklı hikayeyi hiçbir bağımlı ya da bağımsız yazardan etkilenmeden yazmaya. Bu filmi neden sevdiği soruluyor kendisine. Neden mi(bu fiille başlayan cümlelerin çokluğunu düşünüp, bir ah çekiyor derinden). Çünkü kendisi de bunu tam olarak açıklayamıyor ama sanıyor ki bu kendine münhasır film kendi içinde de var olan ama hep bastırmaya çalıştığı ve toplum içerisinde sosyalleşme sürecinde açığa çıktığında pek de hoş karşılanmayacak duyguları da ayağa kaldırmış olabileceğinden belki de, hiçbir etki altında kalmaksızın yazmak istiyor kendince. Ve başlıyor altıdan geriye saymaya altı, beş, dört, üç, iki…
1.
“Ana babama en ufak bir saygı duymak zorunda değilim, onlar en ufak bir saygıyı hak etmiyorlar. Bana karşı iki suç işlediler, iki ağır suç, beni yaptılar ve bana baskı yaptılar, beni bana sormadan yaptılar ve beni yapıp dünyaya fırlattıktan sonra bana baskı yaptılar, beni yapma suçunu ve baskı altına alma suçunu işlediler. Ve beni ana babanın yapacağı en büyük dikkatsizlikle karanlık çocukluk deliğine ittiler.” ESKİ USTALAR/THOMAS BERNHARD
Hiç haz etmediğiniz insanların bir daha hiçbir şekilde karşınıza çıkmamaları adına yok olduklarını düşündüğünüzde, o aynı ama tatlı orgazmı kaç kere yaşamışsınızdır kim bilir! Yok ben öyle şeyler düşünmem, sevgi kazansın diyorsunuz öyle mi? O zaman hayatınızın bir sonraki sayfasına geçmemişsiniz henüz kanaatimce ya da öyle bir sayfası yok sizin hayatınızın. Ne mutlu size. Olsa bile ya umurunuzda değil, ya azıcık safsınız yahut erdiniz ya da ermek üzeresiniz, an meselesi(ah o gülme gelmese). Sistemle de pek bir barışıksınız hani, öyle mi? Aferin size. Size dokunan yılan da yok. Hiç olmadı da. Sınıfın parlak çocuğuydunuz. Siz yaşlarda ya da sizden yaşça büyük, fiziksel olarak güçlü hiçbir çocuğun alaylarına, tacizlerine maruz kalmadınız. Anne babanızla kusursuz bir iletişiminiz vardı ve bu kusursuzluk, öğretmenlerinizle olan ilişkilerinize de yansıdı. Harika. Gelişme çağınızda hiçbir fiziksel kompleksiniz yoktu, zaman geçti geliştiniz ve karşı cinsle de gelişmiş ilişkiler kurabildiniz kolaylıkla. Başarılarla dolu öğrenim hayatınızı daha da başarılı iş hayatınız takip etti, elinizi nereye atsanız övgüler sizinle beraber yürüdü. Hiç aldatılmadınız, hiç yenilmediniz, hiç düşmediniz, hiç hayal kırıklıklarınız olmadı, hiç.. hiç.. O zaman bu yazının devamını okumayın çünkü anlamayabilirsiniz, çünkü siz bay ya da bayan kusursuzsunuz. Nereden bileceksiniz intikamın soğuk yenen bir yemek olduğunu? Nereden bileceksiniz bir çıkış yolu bulamadığınızda bir uçak dolusu nefret ettiğiniz insanla, sizi bu dünyaya fırlatıp atan ana babanızın evinin bahçesine dalarak, kendiniz dahil herkesi yok etmenin dayanılmaz cazibesini! Son derece naif bir tarafı var bu fikrin ayrıca. Meselenin menşeine iniyorsunuz böylelikle. Bir parça Freudyen bir tavır var burada yani uçaktaki psikiyatrın dediği üzere kendini ve kendini meydana getiren birincil elemanları da ortadan kaldırarak seni oluşturan ve bugünlere getiren tüm kozmik çarpışmalar da bertaraf oluyor böyle yaptığınız takdirde(size kan kusturan her kim varsa bir uçakta toparlayıp, yere çakılın demiyorum ayrıca). Günümüz Türkiyesinde işlenen kadın cinayetlerine baktığımızda, bir sürü kıskanç adam kalitesiz kafalarınca işledikleri cinayetlerde son derece bencilce düşündüklerinden, nasıl olsa yatar çıkarım mantığıyla kendilerine dokunmuyorlar bile. Bu çok adice ve cinnetle alakası yok. Bu sadece bencillik, ucuzundan intikam hikayeleri bunlar kendi sefil hayatlarını ileriki mapus günlerinde anlattıkça renklendirecek olan.
2.
Yıllar yıllar sonra uğruna şehir değiştirdiğin, babanın ölümüne sebebiyet verip, cenazeden iki hafta sonra dul annene asılmış olan adam yağmurlu bir akşam vakti garsonluk yaptığın restorana geliyor. Beklediğin karşılaşma biraz ani olmadı mı? Tüm intikam planlarını gerçekleştirmek içinse can atan bir kadın var samimi mahalle havasıyla anımsadığı cezaevi günlüklerinden bir Lewis Carol kitabı çıkartabilecek olan. Senin yerine her şeyi o yapıyor, kasap gibi saplıyor elindeki kasap bıçağını adamın böbreklerine. İşler kimsenin istediği gibi gitmiyor sanırım yeryüzünde. Dünyanın en çılgın kadınıyla çalışıyor olabilirsin ve onun da son derece karanlık bir mazisi olabilir. Nereden bileceksin? Olsun ama; sen vicdan filan yaparken o çok daha hevesli intikamını üstlenmeye. Adamın oğlunun öleceği düşüncesi rahatsız etmiyor onu. Armut dibine düşecek diyor ve adamın tüm aile ağacını silmek kesin çözüm onun gözünde. Acımasız bir Freud var sanki bu tombul aşçı kadının beyninde soyağacından beslenen. Fare zehrinin son kullanım tarihiyle ilgili yaptığı esprisiyle kara mizahın zirvelerinde geziniyor iki gözlü gotik mutfakta. En ince sistem eleştirisi de bu bölümde, dördüncü bölümde olduğunu düşünenler olabileceğinin aksine. Dünyayı yönetenler piç kurusu derken, sessiz yığınlara da atıfta bulunmaktan çekinmiyor. Bir kötüyü ortadan kaldırmanın dünyayı güzelleştireceğini savunuyor. Bunu insanlık için bir şey yapmak olarak görüyor. Bir sürü soru bırakıyor bu bölüm kafalarda: Kötülerden ebeveyn olur mu, olsa da bu dünyadaki cezasını evlatları mı çeker? Bir adam ya da bir kadın yaptıkları kötülükler yüzünden mazur görülmeli midir sırf bu dünyaya bir çocuk getirdi diye? Politika denen şeyi temsil etmek, savunmak üzere geçmişi bir parça karanlık, toplum için değil kendi yüksek beklentisi için bu tip bir göreve talip olmuş, üst gelir grubuna dahil, kibirli ve alaycı bir adamın seçilebilme ihtimali ve adaylık cüreti dünyada da işlerin benzer şekilde yürüdüğünü mü göstermektedir acaba? Ve son olarak aşçı kadın aradığı huzuru, mutluluğu, güven ortamını ve konken partilerini bulabilecek midir acaba demir parmaklıkların gerisinde tekrar?
3.
Geldik en bomba bölüme. Bir aşk cinayeti olarak tahminde bulunuyor Şerif bölüm sonunda. Nefretten her zaman aşk doğmasa da, aşk süsüne bürünmüş özünde kin, nefret ve intikam hislerinin yol açtığı bir cinayet bu nedenle kayıtlara geçebiliyor enteresan bir şekilde. Nitekim cd’de çalan “Lady Lady Lady” şarkısı sayesinde arabanın içinde yaşanan can pazarı, tüm o itiş kakışlar sanki bir aşk dansını anımsatıyor. Benim bile küçük dilimi yutmama neden olabilecek bölüm bu işte. Bir adamın, hiç tanımadığı bir adama neler yapabileceğini görüyoruz. Ölene dek hırslarını alamıyorlar ve birbirlerinin kollarında ölüyorlar istemeyerek de olsa. İki taraf da ayrı ayrı kaşıyor ve kaşınıyor fütursuzca. Diğer bölümlerde kolaylıkla seçerken özdeşleştiğimiz tarafı, bu bölümde kim kimi kışkırtıyor önce, kim haklı, kim haksız muğlak bir yerde. Audi’li zengin burjuva(piç olarak tasvir edenler olabilir, şehirli züppe de, başlarda öyleydi evet) mi, kaba saba, ilkel ve köylü kamyonetli adam mı? Kişisel duygular işin içine girdiğinde ise bir adamın arabasının üzerine çıkıp sırasıyla büyük ve küçük abdestini kolaylıkla yapabilmesine pek akıl sır erdiremiyor insan. Kurşun ve ses geçirmez camları kıramayan adamın hırsından, sanki on gün durmuş durmuş da bir anda yapacağı gelmiş gibi içinde biriktirdiklerini verimli bir şekilde arabanın ön camına bırakıvermesini ve bir parça mahremiyet isteyen bu edimin aracısı uzuvlarını göstere göstere yapmasını akıl karı bulmak da mümkün gözükmüyor.
4.
Dinamitler döşediğiniz binaları bir çırpıda yıkabilecek bir mühendis ve istikrarlı bir çalışan iken devletin beslensinler diye göz yumduğu çekici firmalarında çalışan kraldan çok kralcı memurlar, bürokratik engeller ve haksızlıklarla baş edemeyip gözaltına alınıp serbest bırakılan, önce işinden sonra eşinden ve çocuğundan olup, bankamatikten özenle çektiği pezoları vergi ve masrafları için bu kurumlara yatırmaktan azar azar çıldırıp, mavi chevrolet’inin bagajına koyduğu dinamitleri insan hayatına zarar vermeden patlatan ve bu sefer bileğinin hakkıyla hapse düşen bir adamın hikayesi anlatılmakta. Sıkıcı bir hayatı olan, sıkıcı şeyler giyinen, sevimsiz de bir freebag takan adam kendi gibi mağdur olmuş halkın desteğini arkasına alıyor ve kahraman ilan ediliyor. Sosyal medyadaki lakabı ise “dinamit” oluyor. Destek mesajları alıyor salıverilmesi için. Çünkü kendi gibi bir sürü canı yanmış, mağdur insanın yapmak istediğini yapıyor nihayetinde.
5.
Oğlunuz sorumsuzca davrandı. Alkol akarak çıktığı bardan eve dönerken hamile bir kadını ezdi ve ölümüne sebebiyet verdi. Ölü sayısı bir değil, iki. Basın gözü yaşlı eşi buldu ve halk adalet istiyor, kameralarsa evinizin kapısında. Buna neden olansa iki gözü iki çeşme yeni yirmilerindeki tek evladınız. Hapse girdiği takdirde yaşayacakları gözünüzün önüne geliyor. Kendisi pekala da üstlenebilir bu suçu ama on beş yıllık emektar bahçıvanına önereceği yüklü meblağ ile kestirme yoldan hem kendisinin, hem oğlunun, hem de ödeyeceği miktar itibariyle bahçıvanının hayatı kurtuluvereceğini düşünüyor tüm samimiyetiyle. Öte yandan fırsatçı bir avukat ve kurnaz bir savcı var onu soyup soğana çevirmek derdinde olan. Sadede gelirsek sonuç tam bir felaket oluyor. Öfkeli ve mağdur eşin çekiç darbelerinin suçlu ilan edilen bahçıvanın defalarca başına inmesiyle son buluyor bu bölüm. Bir ayıbı, bir başka ayıp örtmüyor. Sonuç üç ölü ya da iki ölü bir ağır yaralı kafaya alınan çekiç darbeleri sayesinde.
6.
Ve geldik en eğlenceli kısma. Coşkulu bir kalabalık -anneler, babalar, yakın arkadaşlar, tüm akrabalar- ondan da coşkun gelin ve damadımızı karşılıyor çok masraf yapıldığı belli olan bir otelin düğün salonunda. Müzik, mutluluk, dans, şampanya, az sonra kesilecek düğün pastası ve bu özel güne eşlik eden çok özel insanlar. İşler bir yerde bozuluyor, sonra ise bir başka yerde çığrından çıkıyor. İşler bozuluyor çünkü etine dolgun gelin kızımız insanlık için küçük ama kendi düğününü mahvetmek için büyük bir keşifte bulunuyor. Damat bey ilişkisi olduğu iş arkadaşını da düğüne çağırmış ve tüm masa bundan haberdar. Sonrasında bu peri kızının içinden bir yerlerden sürprizlerle ve ağzına kadar intikamla dolu bir cadı çıkıveriyor. Sayılı dakikalarda elinden geleni ardına koymuyor. Başlarda iyi ilişkiler içerisindeki aileler birbirine giriyor. Gelin kaynana saç saça baş başa giriyor. Saçlar başlar dağılıyor. Makyajlar akıyor. Davetliler ortada kurtaracak bir şey kalmadığını düşünüp, şaşkın şaşkın bakmakla yetiniyorlar bu çılgınlığa. Damat gelini aşçıyla yakalıyor. Damat kusuyor. Damat bebek gibi ağlıyor. Gelin çıldırmış gibi dans ediyor. Kaza oluyor. Doktor geliyor. İlkyardım yapılıyor yaralananlara. Ortalık savaş alanına dönüyor. Bunca felaket bir son bulsun, herkes kendi yoluna gitsin derken, gelin ve damat son bir çılgınlık yapıyorlar ve geceyi öyle noktalıyorlar. Konuklar salondan sessizce ayrılırken, gelin ve damat bir ömre sığmayacak kavgalarını birkaç saate sığdırmış olup, davetlilere yıllarca konuş konuş bitiremeyecekleri bir düğün armağan etmiş oluyorlar ve sorunlarını evlerine taşımadan uluorta çözmüş oluyorlar.
Bir Cevap Yazın