SATICI – FORUSHANDE :
“-Bir adam nasıl ineğe dönüşür?
-Yavaş yavaş.”
“Hayatın sadece ilk yüz yılı zordur.” Emad
“Küfür eden biri yozlaşmış demektir.” Babak
Kendisine ve mensubu olduğu ülkesine bir Oscar adaylığı, olası da bir Oscar ödülü daha kazandırma şansı yakalayan, son filminin sevincini yaşayamadan ABD Başkanı Donald Trump’ın İran’ın da dahil olduğu yedi ülkeye vize kısıtlaması getirmesiyle, vetoya veto ile karşılık verme kararı alan, şahsına özel istisnai vizeyi Oscar törenlerine katılmayacağını açıklayarak reddeden ve yazılı bir basın açıklaması yaparak ABD’nin yeni yönetimini İran’ınkine benzeterek, okyanusun iki tarafındaki muhafazakarların dünyayı benzer şekilde algıladıklarını ve eylemlerini meşrulaştırmak için insanların içine korku saldıklarını ifade etmişti yönetmen Ashgar Farhadi. Neyse ki uzak ülke, diğer kıta; ve sınırı olan bir komşu değil İran, yoksa Meksika sınırına döşenen o anlamsız Çin Seddi’ne ne demeli! Onu da Meksikalı bir yönetmen protesto etsin, Trump’sa sosyal medya hesabından cevap versin, sonra o Sed Meksika Seddi’ne dönüşsün ve üzerine konuşulsun konuşulsun uzuun uzuun, sonra da her şey unutulsun… Zaman geçsin, insanlar yenilensin, yeni muhafazakarlar kalabalık kitlelere kalabalık aileleriyle seslensin.
Film bir tiyatro sahnesi içine açılıyor. Dekorlarda geziniyor kamera. Bir sonraki sahnede ise Rana ve Emad Etesami çifti yan taraftaki inşaatın binayı çökme noktasına getirmesiyle zar zor terk ediyorlar yuvalarını apartmanda yaşayan diğer sakinlerle beraber. Duvarlarda çatlaklar oluşuyor camlarla birlikte. Yan binanın zemininde buldozer bir köstebek gibi çalışırken, oturdukları bina da çatır çatır çatlıyor. Akşam suarelerde başrol oynayan çiftten Emad, gündüz erkek öğrencilerden oluşan bir okulda edebiyat dersleri veriyor. Arthur Miller’ın oyunu “Satıcının Ölümü”nü sahneye koyma aşamasında, bir yandan provalar devam ederken, öte yandan çiftin yeni bir mesken arayışı da devam ediyor. Aktör arkadaşlarından Babak onlara bir ev teklifiyle geliyor. Gidip bakıyorlar beraber. Burası bir arkadaşının oturduğu kiralık bir çatı katı ve bir odasında hala daha eşyaları var. Aynı eşyalardan bir kadın ve çocuğunun oturduğunu anlıyoruz. Aslında bir apartmanın en üstüne sonradan yapılmış, eğreti duran ekleme bir bülbül yuvası sanki. Çatıdaki gecekondu. Terastan izliyorlar manzarayı. Bir manzara yok aslında, sadece binalarla önü kapanmış dağlar var. Babak ve Emad betonarmeyi eleştiriyorlar. Yıkıp tekrar yapanların eserleri ise ortada. Zevksiz binalar, düzensiz moloz yığınları. Yine de imkanlar dahilinde ve de çaresizlikten en çok, eve taşınmayı kabul ediyorlar seve seve. Filmde kaderin dönüşüyle ve uğursuz döngüyle ilgili ilk sinyalleri Rana’nın evin banyosunun ışığını açmak istemesiyle, patlayan ampul veriyor. Banyoda yaşanacak olan dehşetin ilk sinyalleri oluyor adeta. Film esnasında çok çeşitli anlarda elektrikle ve şalterle sınav veriyor oyuncular. Şalterin bir vesileyle indirilmesi, yaşam enerjisinin körelmesi, ruhun dolmasını, çürümeye başlamanın bir tasviri olarak çıkıyor karşımıza. Emad’sa saf saf seviniyor evi gördükten sonra, Tanrı bize merhamet ediyor derken.
Oyunun gidişatına paralel giden bir kurgusu var çiftin hayatının. Satıcı’nın ölümüyle beraber onların da içinde bir şeyler ölüyor en nihayet. Sansür kurulu altı değişiklikten üçünü onaylamış ve provalar esnasında duştan pardesüyle çıkıp giysilerim olmadan nasıl çıkabilirim diyen kadın oyuncu karşı tarafı kahkahalara boğuyor ister istemez. Taksi dolmuşun içinde ben şimdi başımızı sokacak uygun şartlardaki bir evi nasıl ve nereden bulacağım diye kara kara düşünen Emad’ı biraz bacağınızı toplayın, rahatsız oluyorum, ben ön koltuğa geçiyorum, durdurun arabayı, taciz var diyerek karşı tarafı taciz eden kadının savunmasını, aynı dolmuşta oturan öğrencisine karşı Emad yapıyor yine de, daha önce muhakkak başına gelmiş böyle bir olay olmuştur da ondan böyle davranmıştır diye. İran’da yaşamaya çalışan okumuş yazmış, aydın kesimin gündelik hayatına tanıklık ediyoruz bir yandan da. Çok zor yaşıyorlar aslında. Sansür, baskı, kapanmak, yozlaşma, düşüncelerini ifade edememek, kısıtlanan özgürlükler, güvensizlikten kaynaklı huzursuzluk, baskı ve şiddet.
Filmin ilk yarım saati bizi gerçekleşecek olan şiddet olayına hazırlıyor. Sonraki süreçte kendi paylarına düşen kederi yaşıyorlar kendi çaplarında. Olayla baş etmeye çalışıyorlar. Polise gitmek istemeyen taraf Rana oluyor. Karakola gidip başına gelenleri bir polis memuruna anlatmak istemiyor. Emad’sa ne yapacağını bilemiyor. Aralarında git gide artan iletişim bozukluğu en çok adamı sersemletiyor. Günlük yaşantısında agresifleşiyor. Karısı geceleri onu yanında istemezken, gündüz olunca da işe gitmesin istiyor. Onu hiçbir şey yapmamakla suçluyor. Işıklar ve kapılar açıkken uyuyabiliyor ancak. Tek başına evde kalamıyor, saldırıya uğradığı banyoda yıkanamıyor. Ona saldıran adam hakkında belirsiz konuşuyor. Unutmak istiyor aslında yaşanan olayları. Kocası ne biliyorsa, ne kadar biliyorsa, bizler de o kadar biliyoruz. Arkadaşları banyoda kadının ayağının kaydığını sanıyor. Olaya dahil olmuş komşular tek bir sözleriyle adamı intikam almaya sevk ediyorlar. En çok da kadınlar yapıyor bunu. Kendilerinden önceki kadının fahişelik yaptığını komşulardan öğreniyorlar. Üstü örtülü bir linç kültürüdür gidiyor inceden. Fakat ortada zanlı yok, konuşmaktan kaçınan bir mağdur var sadece. Aktör arkadaşı Babak bu dedikoduların asılsız olduğunu söylüyor. Oyun esnasında kendini kaybedip eğer eline geçse karısını darp eden adama söyleyeceklerini söylüyor Babak’a izleyicilerin önünde. İyice kinlenen koca, bireysel intikam peşine düşüyor. Uslu ve geçimli adam intikam planı için ağır ağır hazırlanıyor. Kamyonetin sahibini öğreniyor bir öğrencisinin polis olan babası sayesinde. O fırıncıya gittiğinde önyargısı yüzünden bunu yapanın bir genç olacağını düşünüyor mutlaka. Finalde bunun aksini görmek şaşırtıyor Emad kadar bizi de. Bunu yapanın genç ve güçlü bir erkek olabileceğini düşünüyoruz. Sert bir adam bekliyoruz belki de. Halbuki yaşlı, evli, kalp hastası-hem de, kızını evlendirme arifesinde, karısıyla kardeş gibi olmuş, dışarıdan bakıldığında böyle bir kadınla para karşılığı seks yapmaya gitmesi imkansız gibi duran mazbut bir adam var Emad’ın karşısında ve o da ne yapacağını tam bilmiyor aslında. Adamı karanlık odaya tıkıyor ite kaka. Gidip o arada suaresinde rol alıyor. Satıcı’nın sahne üzerindeki ölümü gerçekleşiyor. Sonra da karısını getiriyor beraberinde intikamını onun gözleri önünde almak üzere. Ailesinin önünde rezil etmek en büyük gayesi. Adam yalvarıyor, af diliyor azledilmek için ve de karısının ve çocuklarının önünde küçük düşürülmemek için. Rana vazgeçiyor adamın çaresizliğini gördükçe. Rana gitsin diyor, Emad otursun istiyor. İntikam alıyorsun diyor kocasına. Kocasını tehdit ediyor adamın ailesine bir şey söylediği takdirde onu terk edeceğine dair. Emad yine de adama yapacağını yapıyor. İntikam almak kimseye mutluluk getirmiyor nihayetinde.
-Ben geldimmm…
-Sevinmem mi gerekiyordu?
-Ne güzel film hakkında konuşacağız işte.
-Sonu kavgayla bitiyor ama.
-Anlaşalım da etmeyelim kavga. Ben sorayım, sen cevapla. Sevdin mi filmi?
-İyiydi.
-O kadar mı?
-Çok daha iyi Farhadi filmleri izlemiştim.
-Yani beğenmedin mi?
-Tüm kalbimle Oscar almasını isterim. Zaten iki Altın Palmiye ödüllü. “Geceleri Sessizdir Tahran”ı okumuştum yakınlarda. Devrimden sonraki üç yıl boyunca kapalıymış üniversiteleri. Çoğu kaçmış ya da idam edilmiş kadrolarının. Bütün dini hareketlerin bir süreç meselesi olduğundan bahsediyordu ama din adamlarıyla halkı elinde tutan bir yönetimi yenilgiye uğratamazsın ki.
-Bu konuların filmle ne ilişkisi var yahu?
-Toplumsal yozlaşma, kadının film boyunca yaşadıklarını bir türlü dile getirememesi, yaşadıklarından utanç duyması, adamın da intikam ikisiyle yola çıkması… Tüm bunlara bir neden gerek. Al sana bir sürü neden.
-Çok katmanlı filmi bir soğan gibi soymak gerek diyorsun. Karakterler hakkındaki düşüncen nedir? Kocayı çok yargılamışlar kişiselliğe döktü, intikam almak peşine düştü diye.
-Merhameti yitirdi ama onun üzerinde hem toplumsal baskı vardı hem de karısının baskısı. Fiziksel şiddete uğramış, travma geçirmekte olan bir insanla yaşamak çok kolay değil. Bir dakika birbirlerine dokunduklarını görmedik. Kadın adamı yanına yaklaştırmadı.
-Adam haklı yani.
-Adam mı haklı? Ben öyle bir şey dedim mi şimdi adam haklı diye?
-Onun tarafından konuşuyorsun ama…
-Kimin?
-Adamın.
-Adamı böyle bir son yazmaya iten ortamdan bahsetmek onu haklı bulmam demek değil ki. Gene başladın.
-Neye?
-Lafı kıçından anlamaya.
-Küfür yozlaşmaydı hani?
-Ben küfür etmedim. Kıç demek kalça demek.
-Bu küfür değil diyerek öne sürdüğün ilk kelime küfürdür.
-Sabır ver. Emad gibi etme beni.
-Duymadım.
-Duyma zaten sen.
-Filmin en hoşuna giden tarafı neydi?
-Farsça.
-!
-Azizem, Ranacan, saket…
-Komşu ülkeler, komşu diller. Peki Oscar alır mı sence bir kez daha?
-Alsa da konuşma yapamayacak. Ama alsa keşke. İran sineması Ranacandır. Ne baskılarla çekiliyor o filmler. Sansüre takılmak için kendi lisanlarını oluşturmuş bir avuç adamı desteklemek gerek dünyanın neresinde olursa olsun.
-Çok duygusal konuştun be.
-Kıç.
-Aaa… Yoz.
-Kavgaya girişmeden bir kez de bwn bir soru yönelteyim; Asghar Farhadi mi Asgar Ferhadi mi doğrusu?
-Zor bir soru ama Bir Ayrılığın yönetmeni en doğrusu.
Bir Cevap Yazın