WHAT HAPPENED, MISS SIMONE?

images-191

WHAT HAPPENED, MISS SIMONE?

Milyonların idolü, hatta sevenisin. Ama gerçekten ne oldu, Bayan Simone?” Maya Angelou

“Annemin yıllarla arası bozuk değil, yılların annemle arası bozuk.” Lisa Simone Kelly

Akademi Ödüllerine En İyi Belgesel dalında aday olmayı başarmış beş filmden biri olan ama ödülü Amy’ye kaptıran; beni izlerken ve izledikten sonra o da güzeldi, bu da güzel ama diye diye pek çok dünyevi düşüncelerle baş başa bırakan, yine de dokümanter olarak Amy’i daha başarılı bulduğumdan oturduğum yerde ancak çok geç kaldığımı düşünerek hayıflanmama sebep olan bir film var karşımda. Nasıl oldu da bu film ön plana çıkmamış, gerçekten anlayabilmiş değilim. Nina Simone’un hayatındaki kimi bilmediğim ayrıntılarını günyüzüne çıkardığı; bir kadının, siyah bir kadının, hem de ırkçılığın yoğun yaşandığı dönemlerde, Amerika’da, şarkıcı kimliğinin yanında, yaşanan olaylara duyarsız kalamayıp, sivri dilli demeçler verip öyle de şarkı sözlerine imza atması sonucu piyasa tarafından cezalandırılması, tüm kayıtlarının boykot edilerek, konserlerinin iptaline dek uzanan sivil haklar hareketine dahil olmuş bir müzisyenin hayatı var gözler önüne serilen aynı zamanda. Aretha Franklin, Gladys Knight gibi siyahi vokaller önemli televizyon programlarına çıkarken, tıpkı şu an benim yaptığım gibi içi sızlayarak izlemiş onları oturduğu yerden. Halbuki aynı zamanda çok başarılı bir piyanist kendisi Amerika’nın görmezden geldiği. Belgeselin daha ilk dakikalarında kendisiyle yapılan bir röportajda özgürlüğün kendisi için ne anlam ifade ettiğini soruyor muhabir. Özgürlük korkmamak demektir diyor, hayatının yarısını korkmadan geçirememiş Simone. Neden mi korkmuş bu kadın hayatı boyunca? Renginden ötürü ırkçı saldırılara maruz kalmaktan, nerden ve ne zaman geleceği belirsiz yağmur gibi yağan tokatlardan dolayısıyla kocasının uyguladığı şiddetten, bir gün gelip de şöhretini belki de sesini kaybetmekten, maddi çıkmazlardan, başarısızlıktan, delirmekten, yalnız ölmekten, hatalarından kısaca bir sürü şeyden. Ülkede şiddetin dozu her geçen gün artmış, ırkçı saldırılar rayından çıkmışken ve Martin Luther King önderliğinde hakları için birçok siyah yollara dökülmüşken hem de ölürken, o da meslektaşları gibi sessiz mi kalmalıydı sorusu geliyor akıllara. Yaşar Kemal Paris’te karşılaştığı ve neşesi ve mutsuz görünen Nazım Hikmet’e benzer bir soruyla gidiyor ve aldığı cevap insanı çok şaşırtmıyor aslında. “O şartlarda mecburdum.” diyor Nazım. Nina’nın da cevabı benzer oluyor. Bir şeyler var onu da mecbur kılan, bir şeyler var ona başka bir seçenek bırakmayan.

images-171

Kızı Lisa’nın nazarında annesinin en büyük handikapı yedi yirmi dört Nina Simone olmasıyken, sahnedeyken göz alıcı olan, sevilen ve aynı zamanda da devrimci olan Simone böylelikle kendisine bir gaye bulmuş oluyordu. Sesiyle, insanlara, kendi düşüncelerini dile getirebileceği bir yer. İnsan daha da ne ister? Halbuki gösteri bittiğinde, herkes evine gidiyordu. O ise yalnız başına kaldığında da, hiç bitmeyen mesaisinde şeytanlarıyla savaşıyordu öfke ve hiddetle. Kendisiyle barışık olamadığından, her şey hayatını karartıyordu sanki azar azar. Bu ise en çok hayatının konforuyken, canavarına dönüşen annesinin hayatına tanıklık etmek zorunda kalan kızını incitiyordu.

images-201

Gerçek adı Eunice Kathleen Waymon olan Simone ilk siyah klasik müzik piyanisti olmak için daha üç dört yaşlarındayken başlamıştı piyano çalmaya. Tryon, Kuzey Carolina’da bir papazın altıncı çocuğu olarak gelmişti dünyaya. Topluluk önüne çıkıp piyano çaldığı ilk yerde kilise oluyordu bu vesileyle. Çok disiplin gerektiren klasik müzik için fon sağlamaya çalışıyor ve bol bol resitaller veriyordu. Günde yedi sekiz saat pratik yapmak zorunda kalmaksa onun hem siyah hem de beyaz akranlarından izole bir çocukluk ve ergenlik geçirmesine neden oluyordu. Fonlar bittiğinde Philadelphia daki Curtis Müzik Okulu’na başvuruyor ve Bach ve Rahmaninov’u çalabiliyor olmasına rağmen siyahi olmasından ötürü geri çevrildiğini ancak altı ay sonra öğrenebiliyordu. Aynı müzik akademisi ölümünden sadece iki gün önce on dokuz yaşındayken reddettiği sanatçıya yetmiş yaşında onur ödülünü layık görüyordu. Çok acı gerçekten.

Ailesi de beraberinde Philadelphia’ya taşındığında, çalışmak zorunda olduğunu anlıyor Simone ve Atlantic City’de köhne bir barda gecesi doksan dolardan anlaşıyordu. Fakat daha ikinci gece patronu şarkı söylemezse eğer sahne alamayacağını belirtip onu zora sokarken, bilmeden bir şarkıcının doğuşuna vesile oluyordu. Ailesinden bu durumu saklamak isteyen Simone’sa, Nina Simone’a dönüşüyordu bir gecede. Nina küçücük demekken, Simone’un ilham kaynağı aktrist Simone Signoret oluyordu. Onun meslektaşları arasından sıyrılmasını sağlayan müziğe kattığı farklı yorumuydu. Nina müziği başkalaştırıyor, kendi deneyimine göre biçimini değiştiriyordu. Duygusal mesajını seyirciye aktarabiliyordu ve kabul etmek gerekirse bu doğuştan gelen bir yetenekti. Baritonun derinliğine sahip bir kadın sesi vardı onda. O derinlik ve belirsizlikse Nina’nın ruhundaki sezgilerini taşıyordu. Klasik müzikten aşina olunan teknik ve disiplinle müziğini besliyor, caz dünyasının kaygısız doğaçlamalarıyla füg ve kontrpuanı tanıştırıyordu.

İstediği şeyi elde etmekte ısrarcı kocasıyla tanışıyordu Nina aynı zamanlarda. Andy New York’ta çalışan bir ahlak polisi ve devriyeye çıktığında dediği bir hey’le insanları titreten bir adamken, Nina’yı kendisine aşık etmeyi  başarıyordu. O da bir süre sonra polisliği bırakıp, Nina’nın menajerliğini üstleniyor, evliliklerinin iyi ve ilk zamanlarında birlikte inşa edip, beraber büyüyorlardı. Andy vizyon sahibi, akıllı bir iş adamıydı ve yaptığı doğru hamlelerle karısının Carnegie Hall’de ilk siyahi kadın klasik müzik piyanisti olarak sahne almasını sağlayabilmişti. Bu sayede başarılı ve saygın bir döneme giren Nina için çöküşse bundan sonra başlıyordu yavaş yavaş. Zirveyi erken görmüştü ve üzerine ne koyacağı belirsizdi.Öfke patlamaları, sorgulamalar, eşyaları parçalamalar zaman içinde artmakla beraber, Andy’de ona şiddet uygulamaya başlamıştı kızlarının gözü önünde.

images-160

images-221

images-223

Yakın zamanda patlak veren ’63 Birmingham olayları onu geri dönülmez bir yola sokuyordu. Bir pazar günü ayin esnasında kilisede yaşanan ve dört küçük siyahi kızın ölümüyle sonuçlanan bombalama olayı sivil haklar hareketini harekete geçirdi. Simone’da bu yaşananlara karşı tepkisini, Mississippi Goddam adlı bestesini yaparak ortaya koydu. Sözleri vurucu, acımasız ve devrimsel nitelikler taşıyordu. Birikmiş öfkesini kusuyordu adeta bu şarkıyla. Her şey umutsuz ve bir hayatta kalma mücadelesiyken, dahil olmak dışında elimden bir şey gelmiyor diyordu kısaca verdiği röportajlarda. Çok önemli bir soru sormaktaydı bu devrimci kadın birçok meslektaşına emsal teşkil edebilecek olan; “Hem sanatçı olup hem de zamanı nasıl yansıtamazsın?” diyordu. Devrimden, mücadeleden yana tavrını koymuş oluyordu böylelikle. Kariyerini beslemezsen devam etmez demişti kocası bir tarihte ona. Nina’ysa soğukkanlılıkla ilerliyordu ve artık konserlerinde sadece bu tip bestelere yer veriyordu. Ateşle oynuyordu. İnsanların gözünü açmak istiyordu. Sivil haklar hareketine dahil olmakla birlikte, harekette entelektüel bir geçmişi yoktu. Onunki müzikal bir maziden ibaret olmakla beraber verdiği mesajlar itibariyle gerçek bir devrimci olduğunu ortaya koyuyordu sadece. Her şeyi açıkça uluorta söyleyiveriyor, devrimin bir nevi efendi azizi ilan edilmekle beraber kolaylıkla agresifleşedebiliyordu da. Toplumsal düzenden usandığını, Amerikan halkının kanserden başka bir şey olmadığını, kanserin tedavi edilmezden önce ortaya çıkarılması gerektiğini, kendi yolu olsaydı katil olacağını, silahlanıp güneye gideceğini, tüm Amerikan halkını uyaran bir tonda söylüyor ve nihayetinde tüm beyazları küçümsüyordu. Sistemle uzlaşamadığından da iş kapılarını teker teker kapatmış oluyordu. Kızı Lisa ise suçu kendi gibi davranmak olan annesinin cezalandırıldığını düşünüyordu. Elinde mikrofon dilediği gibi konuşan bu kadının her devrim sonrası yaşandığı ve söylendiği üzere devrimin ilk önce kendi evlatlarının başını yediği sözünü doğruluyordu adeta. Amerika yavaş yavaş ona dar gelmeye başlıyor ve her şeyden önce iş alamadığından parasız kalıyordu.

Sesi titreyerek ve gözyaşları içerisinde söylediği toplumsal meselelere duyarlı olmayan sanatçıların daha mutlu olduğu tespiti ise bir yere kadar doğru sadece. İnsan düşünen bir varlık ve kendini ilerletmeye, geliştirmeye meyilli ve bunun için önüne çıkan her fırsat bir lütuf aslında ve bu fırsatları değerlendirip değerlendirmemek de onun mizacına bağlı. Bir adım yol almadan yaşamak var durduğun yerde, her ne pahasına olursa olsun gökyüzüne uzanmak da. Psikolojik altyapısı ve erken gelen başarısıydı belki onu zamanla bipolar ve manik depresif yapan ama bunlar da şöhretin cilveleriydi ve herkes yaşadığı sürece bedel ödüyor bir şekilde. Bir dahi, bir devrimci, bir kuralsız ve gözalıcı bir kadın olarak Gladys Knight ya da Aretha Franklin olarak mutlu olamayacağının farkına varamamış sadece. İçerisinde trajik anlar barındırmayan hiçbir hayat belgesellere konu olmuyor ya da kolay kolay hatırlanmıyor. Mutlu olamadım derken kim mutlu olmuş ki şu dünyada demek geçiyor insanın içinden. En azından benim içimden. Bir Eunice Kathleen Waymon var kimselerin duyduğunda umursamayacağı. Birde Nina Simone var Sinnerman’ın, Wild is the Wind’in, I Put a Spell On You’nun, My Baby Just Cares For Me’nin derinlikli, özgün sesi. Kırık aksanıyla Ne me quitte pas’yı söyler kırık aksanıyla. Don’t Let Me Be Misunderstood tüm dünyaya mesajı olarak kalıyor hatıralarda, sanki kendi yazmışçasına. Aynı sözler en çok onun dudaklarından döküldüğünde anlam kazanıyorlar bir anda. Benim için en çok Wild is the Wind’dir Ninasimooon kendi özel sebeplerim işin, pardon, duygularımın içine girince.

“Evim yok
Ayakkabılarım yok
Param yok
Sınıfım yok
Eteklerim yok
Kazaklarım yok
Parfümüm yok
Sevgim yok
İnancım yok
Kültürüm yok
Annem yok
Babam yok
Abim yok
Çocuklarım yok
Halalarım yok
Amcalarım yok
Sevgim yok
Aklım yok
Ülkem yok
Eğitimim yok
Arkadaşlarım yok
Hiçbir şeyim yok
Şarabım yok
Param yok
İnancım yok
Tanrım yok
Sevgim yok

Peki neyim var?
Saçım var, kafam var
Beynim var, kulaklarım var
Gözlerim var, burnum var, ağzım var
Cinsiyetim var
Omuzlarım var, ellerim var
Parmaklarım var, bacaklarım var
Ayaklarım var, ayak parmaklarım var
Karaciğerim var
Kanım var
Hayatım var
Baş ağrım ve diş ağrım var
Ve kötü zamanlarım; tıpkı, senin gibi

Özgürlüğüm var…” Ain’t Got No, I Got Life

images-229

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

WordPress.com'da Bir Blog Açın.

Yukarı ↑

Soledad/Hábitat

Madrid y sus Circunstancias

Gendering the Smart City

UK-India network curating safety in the city through community art, digital technologies and participatory mapping

MARJİNAL KAFA

BAŞKA BAKMAK LAZIM DİYENLERE...

haganbey

Diş fırçalamak sosyal bir eylemdir.

ahmetss

A modern business theme

GÜVENLİK KAMERA MONTAJ VE KURULUMU

Ankara Güvenlik Kamera Sistemleri Montaj Kurulum ve Arıza Bakım Servisi

yeni bahar

YENİLİKÇİ KIZLAR

İsmail Firdevsoğlu

Çok Okuyup Az Yazan Orta Gezen - #Çokayog

SaphilopeS

ne güzel blues ne güzel karanlık

aleyna'nın blogu

Profesyonel Çekimler

Ümit Hüseyin ÖZER

Farklı bakış açıları, farklı fikirlere uzanır. Farklı fikirler, gelişim ve bilgiye temel oluşturur. Bilgi ise güçtür.

Sinemass'a Hoşgeldiniz

Sinema,Film,Eleştiri,Öneri

Gezegenim

"ama fırtına olmadan dalgalar büyümez ki!"

BİRİKTİRDİKLERİM

YAŞAM PORTALI

siyahgolge

siyahgolge

Sin Edebiyat

iki aylık şiir ve edebiyat dergisi

Alperen Durak

#alperen #reis #birumutturyaşamak

Sadecilik

Sadeleşerek özgürleşin.

SÖZDÜŞÜM

Sözlerin Gülümsemesi Gülden Belli

İzmir nakliyat

İzmir evden eve nakliyat firmaları arasında en iyi ev taşıma ve ofis taşıma firmasıyız. Atasun evden eve nakliyat firmasıyla sizde izmirde sorunsuz ev taşıyın.

Shu’s World

Sanat,şiir,edebiyat

ZÎZNASE

bilgelik sevgisi...bilgi aşkı

Aksaray Ömür Oto Kurtarma Çekici

aksaray cekici aksaray oto cekici aksaray kurtarici aksaray oto kurtarma aksaray kurtarici oto kurtarici aksaray oto cekici aksaray aksaray çekici

CeylancaHerşey

Dijital Kahve, Reklamcılık, Film ve Edebiyat Hakkında KADINCA

kendimesozumvarcom.wordpress.com/

Bu sayfadaki tüm karakterler ve olayların gerçek kişi ve kurumlarla ilgisi vardır.

Türkçe Öğrenmek istiyorumm

Dünyayı güzellik kurtaracak bir insanı sevmekle başlayacak herşey...

Yaşama Dair Herşey

My WordPress Blog

Oku!

Yaratan Rabbinin Adıyla...

Dearpink

yaşama dair..

mythought

Wichtig ist zu verstehen, was man liest...

Şifa Otağı

Ruhsal ve Fiziksel Hastalıkların Teşhis ve Tedavisi-Şifa Enerjisi-Hacamat-Sülük-Refleksoloji-Lenf Drenaj-Nefes Terapisi-Akupunktur-Manuel Terapi-Bilinçaltı Terapisi-Aroma Terapi-Fitoterapi-Yaşam Koçluğu

geceninkuyusu

genelde içimden atmak için yazarım, hatırlamak için değil

haricibellek

Unutmayalım diye yazıyoruz.

Benim sesim

Müziğim dillerde

siyah lale

açık söz ve cesaret herzaman işe yarar ;)

comMEDIA

iletişim ve medyaya dair herşey

%d blogcu bunu beğendi: