ESKİŞEHİR:
Başarılı belediyecilik faaliyetleri sayesinde Anadolu’nun orta yerinde bir vaha Eskişehir. Şehrin modern yüzünün mimarı bir Avrupa şehri kurmuş Porsuk Çayı’na nazır. Mazisi Eti’lere dayandığından pir ya da mir lakabı gibi kimi açılan müzelerin başında Eti ibaresi var. Eti Arkeoloji Müzesi, Eti Sualtı Dünyası gibi ve özellikle bahar aylarında Venedik’i aratmayan zevkli gondol turlarıyla, Odunpazarı’yla, Mumya Müzesiyle, park ve bahçelerinde gizli hazineleriyle bir parça ferahlık veriyor insanın ruhuna. Bu şehir ülkedeki tüm olumsuzluklara rağmen insana kendini iyi hissettirtiyor. Anadolu Üniversitesi’nin kampüsü dışarıda olmasına rağmen öğrenciler şehirle içiçeler ve stüdyo tipi daireler kapış kapış gidiyor. Aynı zamanda Gezi Park’ındaki ortak buluşma yerleri olan Espark’ın önünde toplanma, eyleme hazırlık ve eylemin başlangıç noktası olma düsturu halen daha devam etmekte. Espark’sa gene şehirle içiçe bir alışveriş merkezi ve muadili bir sürü sevimsiz alışveriş merkezinin yanında tatlı tatlı yükseliyor kendisine yüklenen bir sürü anlamla, çevresini kuşatan onca insanla.
Üniversiteli çocuklarla konuşuyorum. Bana ulaşımla ilgili hiçbir sorun yaşamadıklarını söylüyorlar. Şehir derli toplu ve düz ayak. Rahatlıkla evlerinden çıkıp, alışverişlerini yapıyor, sonra da biraraya geliyorlarmış hiçbir toplu taşıma aracı kullanmaya gerek duymadan. Şehrin orta yerindeki tramvay sizi otogara kadar götürüyor. Hem vazgeçilemez bir Anadolu kültürü, hem modern bir zihniyet içiçe geçmiş, birbirine saygılı bir şekilde yaşıyorlar. İçtikten sonra evine bundan daha kolay ulaşabileceğin bir şehir daha yok. Aynı zamanda içtikten sonra sorunsuz bir şekilde bunca kolay evine ulaşabileceğin bir başka şehir daha da yok. Siz bakmayın eli sopalı bir gece vakti türeyen hırtlara. Onlarda da insan sevgisinden eser yok.
Gençlerle konuşulacak en yüce şey aşk ve ben de ne istediklerini, ne aradıklarını soruyorum. Başörtülü kızlarla konuşuyorum. Bize bizim gibisi gerek, biz yalnız Allah’a hesap veririz diyorlar. Tamam. Ailesi sosyal demokrat olanlar var, militan kürtlerle anlaşmakta güçlük çekiyoruz, saçımız ve bedenimiz bizimdir, onunla ne yapacağımız sadece bizi ilgilendirir erkeklere hesap vermek zorunda değiliz diyorlar. Tamam. Kürt kökenlilere soruyorum, bizim taraftan olsun, biz bizden başka kimseye hesap vermek zorunda değiliz diyorlar. Tamam. Herkes bir tarafta. Tamam. Yoktu böyle şeyler eskiden. Eskiden aşk vardı, milliyet-din-dil ayırt etmeksizin. Şimdi önce rencide olmak istememek var ve kimsenin karşıt görüşte fanatikliğe tahammülü yok. Ben sadece dinliyorum herkesi. Herkesin dokunulmazlıkları var kendince. Aşk ve aşık yok artık. Üç kesimden tam bir Avrupalı zihniyetiyle cevap vermiş oldular bilmeden. Kafaların, fikirlerin anlaşması mühim olan. İyi sohbet ettiğin, çok da fazla karşı tarafın etlisine sütlüsüne bulaşmadığın takdirde yürütülecek bir oluşumun olasılığı idi bahsettikleri. İçgüdüler anlık ve gençler en çok cinselliği içgüdüsel bir dürtüden ibaret sanıyorlar. Karşı konulmaz olan aşka giden yoldaki en önemli itki içgüdü aslında. İçgüdülerinle aşık olursun ve aşkı cinsellikle beslersin kimi zaman ve asla yadsıyamaz, hafife alamazsın. Bu çocuklar aşka giden içgüdülerini öldürmüşler çoktan.
HORTU:
Şimdilik ya da en nihayet demeliyim, Eskişehir ilinin Sivrihisar ilçesine bağlı bir köy ya da belde olup geçen sene gittiğimde belediye statüsüne erişip kasaba olarak anılmaya başlamış olup(hikaye o kadar karışık ki, gitmeden belediye başkanı ya da köy muhtarı ya da konumu her ne ise yetkili kişiyi arayıp kafam iyice karıştıktan sonra gidip görmeden tam olarak anlayamayacağıma karar vermiştim), aslında Konya Ereğlisi’ne bağlı iken adı Sazlıköy ve Bağbaşı olarak da anılmış ama nihayet Nasreddin Hoca Köyü ya da Kasabası olarak kayıtlara geçirilmiş ama herkes tarafından Hortu olarak söylenen bir yerdi. En acayibi ise buraya en kolay Ankara’dan ulaşabilmeniz. Şaka gibi. Tıpkı Hoca’nın kendisi gibi. Nasreddin Hoca’nın doğduğu ve yaşadığı ve en nihayet öldüğü köy burası. Nüktedan kişilikli rahmetli dünyanın orta yeri burası derken, gelin ve de görün der gibi meydan okuma halindeymiş sanki dünyaya, tatlı tatlı. Ve torunları şaşırtıcı derecedeki benzerlikleriyle köyde/beldede yaşamaktalardı son bıraktığımda. Haziran ayında da doğumunu kutluyorlar Nasreddin Hoca’nın. Menüde etli bulgur pilavı var(önümüzdeki haziran menüsünü bilemem şimdiden). Köyün diğer köylerden bir farkı var mı diye soracak olursanız, pek yok. Yolları asfaltsız, her tür hayvan evlerin bahçesinde tozutuyor, bir kapı aralandığında horozlar ve tavuklar kah gıdaklayarak kah öterek, arada sanki kanatlanacakmış gibi havalanıp tekrar pençelerinin üzerine konup kanatlarındaki tüyleri saçarak koştururken ve kendilerini takip eden civciv ordusu ortalığı birbirine katarken evin miskin ve mecalsiz köpeği başını kaldırmak yerine sadece kuyruğunu sallayarak tepki verip, sürpriz bir baskınla ancak ısıttığı yerinden kalkabiliyor. Otlamaktan dönen ve çıtırık bacaklarıyla beni görünce şaşırıp kaçan danalar ancak, mahçup hayvanı yerinden kaldırabiliyor. Hayat herkesin karşısına mahçup olacağı birilerini çıkartıyor ve şaşırtıyor, bakar mısınız? Tavuk ve civcivler mi, onlar oralı bile olmadı. Tek yaptıkları kendi aralarında tepişmek idi, kimselere bulaşmadan.
SİVRİHİSAR:
Atatürk, Ankara dışındaki ilk Bakanlar Kurulu’nu burada, Zaimağa Konağı’nda toplamış. Türkiye’nin dört bir tarafından gelen temsilcilerin temsili fotoğrafları, oturma düzenleriyle beraber yemek masasının etrafında bir bardak suları eşliğinde sunulmakta. Bir sonraki durak olan Surp Yerortutyun Ermeni Kilisesi’ne gidiyoruz. Ben gittiğimde tadilattaydı. Hemen arkasındaki ilçenin ismini aldığı dağlardan gözlerini alamıyor insan. Dağlara sırtını dayamış bir kilise var önümde ve Türkiye’nin ikinci büyük Ermeni-Ortodoks Kilisesi olması itibariyle de son derece geniş ve ferah. Yakın zamana dek unutulmuş, biraz da boşverilmiş ve depo olarak kullanılmış. Merkezdeki Selçuklular’dan kalma Ulu Cami’de tadilatta idi aynı dönemde ve bahçesinde gömü bulunduğundan bahsetmişlerdi. Sebepsiz zenginleşmenin nedeni topraktan çıkan gömü olabiliyor bazen. Hani derler ya bir gömü buldu eşelerken eşelerken sonra da şehre gitti haber etmeden belli olmasın diye, Anadolu’da böyle bir yer işte, toprak bereketli eşeledikçe veriyor bir şeyler; ya buğday ya define. Umutsuz olmamak lazım benim kaderci ülkemin oturduğu yerden hayatın kendisine gelmesini bekleyen kadersiz insanları. Hep eşelemek lazım yerin altını, kazımak lazım tencerenin dibi gibi olmuş ziftini.
Sen buna aşk mı diyorsun?
Yanımda sevdiğim, Var Diyorsun. Evet, diyorsun. Hayır, bilmiyorsun. Bunu aşk sanıyorsun! Her şey çok doğru bir şekilde ilerliyor. Sen buna mutluluk diyorsun. Bunu mutluluktan sayıyorsun. Boğuluyorsun Yüzmeye çalıştığını farz ediyorsun. Gülümsüyorsun Gözyaşlarını içine akıtıyorsun. Anlamıyorsun. Hayatın anlamsızlığına kılıflar dikiyorsun. Böyle daha kolay geçer sanıyorsun. O yapmaz senin yaptığını. O bilir ama bilmez. Görür ama görmez. Bir deli bilir ancak Ve de görür. Hayatına katmaya çalıştığın Onca anlamın Onca anlamsız olduğunu..
Günleri saatlere Sonra gece ve gündüze böldün. Haftayı haftasonlarından ayıklayıp Ismarlama aşklarla vakit geçiren Görücü usulüyle eş bulup Mantıkla yatağa giren Mutsuz mutsuz çevresine bakan Tuhaf insanlarla çevrili Bir tuhaf insanlar topluluğuna dahil oldun. Bir filmde tüm boşluklarımı doldur diyordu Boşlukları doldurmaya insan yetmez bazen. Ruhumda uyandırdıklarını bir bilsen Tatlı bir boyun eğiş Başkaldırı Çok hissetme Yok hissetme Çoklu organ yetmezliği Yaşama azmi Savaş Barış Endülüs Barok Siyah Beyaz Okyanus Çöl Tüm zıtlıkları aynı anda yaşatmasaydın Uykuda olurdum ben zaten. Erken gelen yaza çıkar mıyız, lbilemem. Bahar geçer de.. A-"Çok yaşlısın." Z-"Çok toysun." A-"Çok yavaşsın." Z-"Çok acelecisin." A-"Çok hastasın." Z-"Sen de." A-"Kaf dağında gibisin." Z-"Sense ilkel." A-"Küçük görüyorsun." Z-"Büyütüyorsun." A-"Acınası hallerin var." Z-"Dalga geçilesi hallerin.." A-"Seni seviyorum." Z-"Biliyordum." A-"Ukalasın." Z-"Kötü huylarımı kendine tanrı edinmişsin bakıyorum." A-"Her şeyi bildiğini zannediyorsun!" Z-"Bana hayran olma nedenindir." Dünya kocaman ve sen küçücüksün. Bir dağın zirvesine çıkıp aklınca ona ulaşmaya çalışıyorsun. Çabaların bununla da sınırlı kalmıyor. Onun canına okumak için var gücünle çalışıyor, doğayı katlediyor, kaçan insanlığını kovalama peşine dahi düşmeden yeni hedefler belirleyip yeni yerleri talan ediyorsun. Yakıyor, yıkıyorsun. Sonra da jet hızıyla en başa dönüyor ve bu sefer bir çöp yığınının üstüne çıkıp dünyaya bakıyorsun. Gene küçücüksün ve buna karşılık yapacak bir şey bulamıyorsun. Her şekilde seni aşıyor. O da senden beklemezdi. Siz bir karıncayla, bir fili andırıyorsunuz en çok. Küçük gördüğünü seni, itiraf ediyor en nihayet. Bu kadar hırsın nereden geldiğini anlamakta güçlük çekiyor. Kendi koynundan, kendi topraklarından çıkan yılan mıymışsın sen? Öyle diyor, senden korkusuna fısıldıyor. Daha çok saçmalama diye. Şimdilerde sorup duruyor kendisine ettiğin bunca eziyetin sebebini. Cevabın güldürüyor herkesi. Canın sıkıldığı için yapmışsın. Herkesin bildiği yalanlar vardır diyorsun. İnsan kendi seçme şansına sahip değilmiş kendi ailesini, kendi karakterini, kendi kaderini. Bize sordular. Biz seçtik evet. Kısmen. Çünkü bir kısmımız mazoşisttik ve acı istedik. Herkes rahatı sevmez. Dolayısıyla seçimlerini ona göre yapar. Öyle de oldu. Sen bir "Don Kişot" olmayı seçtin. Ama hırslaazmi karıştırdın. Kavramları karıştırdın ve o kafa karışıklığıyla senden böyle bir şey çıkıverdi. Şimdi geldiğin noktada artık sıkılmış bulunmaktasın. Sıkıldın bu dünyadan, sıkıldın hayatından, sıkıldın herkesten. Ondan dizlerinin üzerine çöktün. Ondan boyun eğdin. En üst noktaya çıkmış olsan da hep küçük kalıyorsun. Sen en çok bundan sıkıldın. Şimdi artık bir tanrı yaratmanın tam zamanı ya da kendi kendini tanrı ilan etmenin. Sanırım en doğrusu ilki. İkincisiyle güldürürsün çünkü elaleme kendini. Ruhunu dinlendirmek, küçük bir mola vermek için sana bir tanrı gerek. Seni yaratan değil, seni yaşatan bir tanrı gerek. Yaratanın takip etmeyi bıraktığı düşünülürse, sana elinden tutacak yeni bir tanrı gerek. Balkonundaki saksı çiçeğinde gizli olsun, damarlarındaki kanın olsun, en sevdiğin hissin içinde saklı olsun ve sen onunla konuş. Bir baba gibi, bazen bir arkadaş, yoldaş ya da abi gibi. Sana yol açmasın, yol göstersin tek. Bir kar tanesi gibi nazlı nazlı süzülürken bulutların parçaları, sen şimşekte gör mucizesini. İçten içten konuşsun seninle ve desin ki; sen başkasın. Bunu tek o fısıldasın kulağına yeter. Alelade bir insan değil, o söylesin. Yeter. Sen bir ona inandıN, bir ona güvendiN. Yeter. Sen kendi tanrını yarattın. Bu da sana yeter.
Ben de kiliseye gitmek istiyorum, hangi tarihte gittiniz acaba hala restorasyonda midir
BeğenBeğen
İki sene geçti üzerinden, belki daha çok. Bir daha ne Eskişehir’e gidebildim, ne de Sivrihisar’a. Ama mantıken bitmiş olması gerek ve belki de cami olarak hizmete açılmıştır bile çooktan:)
BeğenBeğen