
YERLİ:
“Ben bu ormanın yerlisiyim.” dedi ve ekledi: “Hem de çok uzun zamandan beri. Sanki defalarca dünyaya geldim bu ulu ağaçların altında. Kendime ateş yaktım parçalarından ama hep izin isteyerek, yağmurda siper ettim kendime üzerlerindeki yağmur damlalarını güneş açtığında kurutmaları şartıyla ve kavurucu sıcaklarda yapraklarından taç yaptım kendime feda edişlerinin rızasını alarak. Hep bir nedenden ötürü nazlı nazlı süzülen yaprakların döküldüğü mevsimde onu terk eden her bir yaprağı serin ve tatlı birer örtü oldular üzerime. Hışırtıları ninni oldu geldi kulağıma. Onlarla daldım rüyalara. Rüyalarımda da benimleydiler. Benzer yollarda yürüdüm üzerimde kardeşlerinin gölgesi varken. Ama hiç bilmediğim bir lisandı konuştukları. Altı üstü hışırdamaydı ama mutlak bir önemi vardı sözlerinin. Sonra sonra ben bu tatlı rüyaların müptelası oldum. Uyku saatlerini iple çeker oldum. Daha çok uyku, daha çok rüya demekti. Yavaş yavaş bir lisan daha öğrendim. Rüyamdaki ağaçların konuştuğu dilin adını koydum sonunda “mirabelle”. Mayhoş bir eriğin ağızda bıraktığı tattı sanki rüyamdaki ağaçların dili. Yüzüme yayılan tatminin ve ağzımın kıvrımlarını yukarı doğru çekilmesinin nedeniydiler aynı zamanda. Aman ne de tatlıydılar! Aman ne canlıydılar! kalbim dilimde atar oldu onlar sayesinde. Ayakta kalmak zorunda olduğum saatlerde yaşama nedenim oldular. Zemin kaygandı ve ayağımın altından kaymaktaydı ama olsun ben de var gücümle asıldım dallarına, sarıldım koskocaman gövdelerine. Onlar bana yoldaş oldular. Bir gün gelecek ve hayat aniden duracak. O zaman en sevdiğim ağaca sarılmış olayım bari, lütfen. Lütfet.”
ASLAN:
“Ben bu ormanın eskisiyim.” dedi ve ekledi: “Aslan dediğin hissettiği yaşta olmalı ve konumda. İçgüdülerimin koyduğu kanunlar çerçevesinde yaşamalı maiyetim. Ve ben dışında geriye kalanlar, kanımda buna dahil, asla bana yaşlı demeye cüret edemeyeceksiniz. Çünkü parçalayabilirim sizi. Ve siz de bunu çok iyi biliyorsunuz. Sinirlendiğimde öfkemin başınıza ne işler açabileceğini pek çok biliyorsunuz. Ve etlerinizi kemiklerinizden sıyırırken bir an olsun tereddüt etmeyeceğimi de biliyorsunuz. Bunu bilmeniz benim için pek iyi bir şey. Hala otoritemin altında ezildiğinizi bilmek beni daha da güçlü kılıyor. Bundan nasıl zevk alıyorum anlatamam. Gözlerimden çıkıyor çakmak çakmak gururumun yansımaları. Bu gözler yaşlı bakmıyorlar. Tecrübeyle bakıyorlar en çok. Ağzımı geniş geniş açıp esnerken tembelliğim dolaşıyormuş dillerde. Kuşlar söyledi. Yalancıdır o kuşlar. Başka çocuklar istiyorum ve bu uğurda siz dişilerin üzerinde haddinden fazla çalışmam gerekiyor. Ben de yoruluyorum haliyle. Arada isyan edip, sürüler halinde bana meydan okuduğunuzun haberleri geliyor, beni tekrar gafil avlamaya çalışacakmışsınız. Aman çok korktum. Geceleri uyuyamaz oldum. Gerçekten böyle mi düşünüyorsunuz? Eğer öyle olsa idi; yani bir damla korkum olsa idi çıkamazdım karşınıza. Oysa ki ben bütün görkemimle, tüm hırsım ve ihtirasımla çıkıyorum karşınıza her seferinde. Sizler de olmasanız kimse bana ne muhteşem bir şey olduğumu anımsatmayacak. Dişiler anlamadı beni düşmanlarım kadar. Günler aynı sıradanlıkta geçecek yoksa. Benim gençlik aşılarım gelin bakalım. Yoksa kendi pençelerimle size mi teslim edeceğim sandınız her şeyimi, bir kalemde silip atarım mı sanıyorsunuz tüm hayatımı, zevkle döllemem gereken sürüyle dişi varken. Bir sürü yavrum oldu, olmaya da devam edecekken. Daha çok çalışmam gerek. Öyle kolay değil ne haremimi, ne evimi barkımı kolay kolay teslim etmem, hepiniz birer sırtlana benziyorsunuz ama korkmuyorum sizden. Çıktım işte karşınıza. Savaş sizinle benim aramda. İster bire üç, ister bire on olun. Hiç mühim değil. Ben hepinize birden yeterim. Hep yettim, gene yeterim. Aman aman eğer ki yenilirsem, beni yok ederek çıkartın hayatınızdan ne olursunuz. Hayatıma sinsi nüfuz edişinizi ve gaddar tecavüzlerinizi izletmeyin bana. Hemen orada, aslan meydanında öldürün, paramparça edin isterseniz. Ama sağ bırakmayın sakın lütfen düşmanlarım. Lütfedin.”
HÜTHÜT:
“Ben bu ormanın ermişiyim.” dedi ve ekledi: “Aynı zamanda habercisi ve yol göstericisi de. Sıkıntıda olanların, yollarını kaybedenlerin, ailesini kaybedenlerin kalp sesiyim ben. Çığlıklarım yaptığınız yanlışları görmemden, fısıltılarım uçsuz bucaksız ormanda kulağınızda çınlıyorsa bir mana arayın mutlaka. İnanın bana ve inanın ama çünkü ben yalan söylemem hiçbir konuda. Haberlerinizi, açılan yollarınızı müjdelemek benim görevim. Gurur duydum bundan her defasında. Duydunuz değil mi? Duydun değil mi? Sen sen sen. İşte açılıyor senin kapın. Eşikten geçmek üzeresin. Senin zamanın geldi artık. Herkesin bir zamanı vardır, unutma. O zaman, bu zaman işte. Haydi ne duruyorsun, zıpla ve geç diğer tarafa. Ne güzellikler bekliyor seni bir bilsen. Sırrı söyleyemesem bile, bu böyle. Orada orada bak. Görsen de, göremesen de, nasılsa geçeceksin. Kaderin böyle. Var var o kader. Bir porsukken bir ceylan, bir kemirgensen bir tavuskuşu olman mümkün her zaman. Biraz cesaret, bol sabır, içindeki iyiyi çıkartacaktır. Zamanında akıtamadığın, içinde biriktirdiklerinden birer sabır taşı bıraktın arkanda. Bense izlerini takip ettim tabiatım gereği. Onlar senin olası tohumlarındı, birer taşa dönüşen. Sen sadece içine atmayı yeğledin, doğaya saçmaktansa. Daha da tutamayıp, iyice çürütünce saçtın ortalık yere. Ete kemiğe bürünmek yerine, zamanla çakıl taşlarının arasında kaynayıp gittiler, özelliksiz kaldılar onlarda. Bir bilen göz gerekti, onlara layık oldukları değeri teslim edecek. Bu seferlik ama bir seferlik söyledim ağustos böceklerine, birleştiler türkülerde. Hem çalıştılar, hem söylediler. Vazifeleri taşları üstüste koyup bir kaya yapmak idi. Ve oldular sonuçta. Senin sabır taşlarından bir kaya var şimdi. Üzeri dümdüz. Bazen insan türü gelir buralara. Kaba etlerini nereye koyacaklarını bilemeyen kaba saba, ilkel, ruha saygı nedir bilmeyen, kendini hisli zanneden, utanmasız ve fırsatçı insan türü. Onlara yer oldu senin sabır taşın. Bir mola verir, sonra da sinsi planlarını gerçekleştirmek üzere kaybolurlar ormanda. Etlerimizi çiğ çiğ yemek varken, odun ateşinde yakarak yemek, nerede duyulmuş, nerede görülmüş? Doğanın umudu buradan kaynaklanıyor işte. Biz kendi aramızda düzenimizi tutturmuşuz size ne oluyor? Ben annemi babamı gömdüm, gagamla toprağı kazdıktan sonra. Yarı kurumuş bedenlerini yine gagamla iteleyiverdim usulca. Üzerlerini de yapraklarla örttüm. Topraktan geldik toprağa gideceğiz. Kanatlarımız, ayaklarımız bizim ödülümüzdü. Ya kuş olduk uçtuk, ya sınırsızca koştuk. Ama hep coşkuluyduk. Cezamızı bu dünyada kestiklerini sanıyorlar. Kendilerini en büyük sanıyorlar. Yanılıyorlar. En büyük yok. Sen varsın, ben varım, biz varız sadece.”
AVCI:
“Ben bu ormanın kalpsiziyim.” dedi ve ekledi: “Çünkü doğa benim kaşığım, bıçağım, aşım, ekmeğim, odunum, süs eşyam, yatağım, yorganım, çatım, duvarım. Duvarlarımı örmek için, bir lokma ekmek için yapmayacağım şey yok benim. Acımam bu uğurda hiçbir şeye. Doğadan gelen benimdir. Onun sayesinde kırmızı başlıklı kızı kaçırıp, evimin kadını yapabildim. Önce çok direndi, istemem dedi, evden beklerler dedi. Oralı olmak gelmedi içimden. Bir tuttum, daha da bırakmadım. Nehrin karşısındaki patikayı takip ettiğinizde, yolun sonundaki barakada yaşıyorum, yaşıyoruz. Yiyecekleri istifliyorum kilerde. Sayım yapıyorum kendimce. Azaldı mıydı düşüyorum yola. Giriyorum ormana. Geyik avlıyorum, sülün, tavşan, ne bulursam. Bir kez bir ayı vurmuştum. Aman ne tatlıydı yarabbim. Balla beslenenin eti hiç tatsız olur muymuş? Postunu şöminenin önüne serdiydim bir güzel. Kırmızı Başlıklıklıyı’da ilk yatırdığım yerdir o post, benim için anlamı büyük yani. Evde ona kırmızı başlıklı diye seslenmiyorum elbette. Zaten başlığından, pelerininden eser kalmadı üzerinde. Daha ilk günden parçalayıverdiydim hepsini. Çok direnmişti yavrucak, bana sen yaşlısın demişti. Gözümü oyacak sandım bir an. Sonradan geçti öfkesi. Alıştı belli ki bana. Şimdi geç geldim mi telaşlı buluyorum onu evde. Acaba diyorum, artık yeterince güvenini kazandıysam zincirlerini çözsem mi ki? Hayatımda üzerine en çok düşündüğüm konu avımı uzun süre muhafaza edebilmenin bir yolunu bulmak iken, neler neler düşünür oldu bu zalim yürek bir bilsen! Acaba diyorum zincire vurmadığım bir gün gitmek yerine saklansam mı bir köşede ne yapacak şimdi diye. Kaçar mı acaba? Kaçar mı ki? Bırakır gider mi beni? Ant olsun kendi ellerimle boğazlarım onu. Ama o zaman gene yalnız kalırım. Ben gene temkini elden bırakmayayım. Hiç çözmeyeyim zincirlerini. Benim tatlı kadınım. Bak neler avladım ikimiz için. Akşam şölen var, bekle beni.”
KIRMIZI BAŞLIKLI KIZ:
“Ben bu ormanın şanssızıyım.” dedi ve ekledi:
“Neneme gitmek için girmiştim ormana.
Kayboldum ormanın ortasında.
Uluma sesleri geliyordu uzaktan.
Çok korktum önce bir başıma olduğumdan.
Sonra neden korkuyorsun dedim kendi kendime.
Nenemin evi de ormandaydı ama onun etrafında başka evler vardı.
Karşıma ilk çıkan ev kurtarıcım oldu bir anda.
Başlamıştı da hava kararmaya.
Bacasında dumanı tütüyordu, mutfağından yemek kokuları geliyordu.
Çaldım kapısını çaresiz kalınca, açık olan kapıdan içeri doğru ilerledim usulca. Şöminenin önünde ellerimi ısıtırken, bir ses duydum geldiğim yönden.
Korkuyla döndüm arkamı, bir de baktım gözleri karaya kesmiş bir adam.
Daha ne olduğunu anlayamadan yatırdı beni postun üzerine.
Anneciğimin diktiklerini yırttı hunharca o kaba saba elleriyle.
Ne çırpındım ne bağırdım anlatamam.
Ben onun için mi düşmüştüm yollara, tuh yazık oldu umutlarıma, bir zalimin düştüm ocağına.
Ne çektiğimi bir ben bilirim o esnada.
Tarifsiz bir telaş vardı kalbimde.
Korkum telaşa bulandı, postun üzerindeki kıllara bulandı, kana bulandı, tere bulandı öylece.
Bir garip adamdır; o günden beri besledi beni elleriyle.
Önce tiksindim ellerinden, sonra hayatta kalma isteğim ağır bastı.
Tuhaf bir gülümseme kaplardı yüzünü yemeği hazır edip, yedirmek için yanıma geldiğinde.
Lütfederdi kendince.
Zincirlerimi çözmesini, bir gün bu kapandan kurtulacağım günü bekler dururum.
Ne yapacaksam, nereye gideceksem bu halde?
Yazık oldu gençliğime, güzelliğime.
Karnım şişmekte gün geçtikçe.
Öte yandan ya gelmezse, gelemezse diye aklım çıkar gün geçtikçe.
Kim duyar bu lanet ormanın ortasında sesimi, ayağımda zincirlerle?
Kim verir yemeğimi?
Hava kararmaya başladı bile.
Ne olur dön gel avcı.
Dön gel de besle beni.
Çok çabuk acıkır oldum istemsizce.
Ne olur avcı, dön gel kurtar beni.”
Bir Cevap Yazın