BACALAUREAT – MEZUNİYET :
“Bazen önemli olan tek şey sonuçtur.” Eliza’nın babası Romeo
“Bazen hayatta geçerli olan tek şey sonuçtur.” Eliza’nın babası Romeo
“Hayattaki bazı büyük adımlar küçük detaylarda gizlidir ve bazı fırsatlar kaçırılmayacak kadar büyük olur.” Eliza’nın babası Romeo
“Seni dürüst biri olarak yetiştirdik ama dünya böyle bir yer işte ve bazı durumlarda onların silahlarıyla savaşmamız gerekiyor.” Eliza’nın babası Romeo
“Bir trafik kazası olmuş. Dört ölü varmış. Biliyorum, çünkü kardeşim cenaze levazımatçısı ve bilgi için ambülans şoförlerine para veriyor. Çok fazla rekabet var efendim.” Emniyet Ressamı
Cristian Mungiu’nun benim izlemiş olduğum üçüncü uzun metraj filmi “Mezuniyet”, “4 ay, 3 hafta, 2 gün” ve “Tepelerin Ardında”dasından sonra gelen. Yine bir yönetmen olan George Miller başkanlığındaki 2016 Cannes Film Festivali Jürisi en iyi yönetmen ödülünü layık görmüş kendisine bu defasında. Üstelik bu kıymetli ödül öyle kıymetli bir ödülmüş ki Olivier Assayas ile aralarında kardeş payı yapmayı uygun görmüş ne yardan ne de serden geçmeyi sevmeyen kıymetli Cannes Jüri Üyeleri. Romen sinemasının en özgün adamlarından Mungiu ise sıradan hayatlar yaşayan mütevazi karakterlerinin omuzlarına kaldırabilecekleri miktarda sıkıntılı durumlar yükledikten sonra sistem eleştirisi yapmaya devam ediyor yine tüm ağırlığıyla ve evet ağırlık çünkü eğer sinemada dolayısıyla filmlerinizde bir ağırlık yoksa eğer bu tip ödüller öyle kolay gelmiyorlar önünüze. Hala Türkiye sineması yok maalesef ama Nuri Bilge Ceylan sineması var adından söz ettiren. Yılmaz Güney yaşıyor hala tüm başkaldırısı ve öfkesiyle. Öte yandan bir Romanya Sineması var ve Mungiu sineması da var buna ek olarak. Siz sormadan cevap veriyorum bu sefer de; çünkü ” HOŞGÖRÜ”. Var. Hissedilir şekilde hem de. Neden Türkiye ile Romanya’yı karşılaştırdığıma gelirsek eğer, Avrupa Birliği içerisinde nüfusunun büyük çoğunluğunu Ortodoks Hıristiyanların oluşturduğu en dindar ülkesiyle iyi anlamda sayılmayacak ne kadar çok benzerlik olduğunu özellikle yönetmenin bu son filmini izledikten sonra görüyoruz ama her ne olursa olsun bu kadar sert ve derinden ve de aleni sistem eleştirisi yapan, hele ki aldığı ödüllerle dünyada ses getiren bir yönetmeni havvaalanına adımını attığı andan itibaren vatan haini diye linç etmeden yaşatmazlardı Türkiye’de. Silivri’de bir başka çözüm olabilirdi bu tip sanatçı kavramını yalnızlaştırmak, ıssızlaştırmak, eğer çıkabilirse de şaşkınlaştırmak için. Günler, aylar, yıllar boyunca tıkıldığı dört duvar arasından çıktığında nasıl görünebilir ki insan? “ŞAŞKIN”. Girdiğinde nasılsa, öyle yani.
Film Romanya’nın Cluj şehrinde geçiyor. Yönetmen filmin ilk saniyelerinde bizi olayların büyük kısmının geçeceği semtin yüksek apartmanlarla çevrili bir mahalle manzarasının önüne götürüyor. Bir taraftan kimin kazdığı belli olmayan bir çukurun içinden bir görünüp bir kaybolan kürek tutan elin fırlatıp attığı toza toprağa bakıyoruz uzunca bir süre boyunca. Çok çeşitli okumalara açık bu sahnenin ardından Romeo isimli doktorumuz, onun kütüphanede çalışan mutsuz ve depresif eşi ve biricik kızlarının hayatına dahil oluyoruz bir anda, tıpkı evlerinin camını kırıp içeri giriveren taş gibi. Bu ve benzeri bir sürü aksilik peşlerini bırakmıyor ailenin film boyunca. Yolda giderken bir köpeğe çarpıyor ya da köpek onun arabasına çarpıyor, arabasının sileceklerini bükülmüş buluyor, bir kez daha ama bu sefer arabasının camı taşlanıyor ve bir sürü aksiliğe yol açan olay gerçekleşiyor; kızları Eliza okulunun hemen yanındaki inşaatta tecavüze uğramaktan son anda kurtuluyor. Romeo bu talihsiz olayı sevgilisi Sandra’nın evindeyken öğreniyor. Kızlarının sıkıntısında kenetleniyor aile. Sağ bileği incinen Eliza’nın kolunu alçıya alıyorlar. Eylül’de Londra’da iki farklı yerden Psikoloji bursu kazanarak üniversiteye başlayacak olan kızlarının final sınavları iyi geçmek zorunda. İşte asıl hikaye bundan sonra başlıyor: Bir babanın kızı için ve onun geleceği için paralanmasına şahit oluyoruz film boyunca. Saygın bir doktor kimliği olan, yaptığı ameliyatlardan bıçak parası almayan, hayatı boyunca ödün vermemiş adam kızı için umarsızca, bulduğu her dalı çekiştirmeye başlıyor. Haliyle de başına karlar yağıyor. İsmi akıllarda kalmasa da çok tanıdık bir yüzle karşılaşıyoruz filmde. “4 ay, 3 hafta, 2 gün”deki kızların yaşamına bir kabus gibi çöken doktor bu sefer de dul ve bir kız babası yardımsever ve misketle öfke kontrolü sağlamaya çalışan polis şefi rolüyle çıkıyor karşımıza. Emniyetteki ressamın vaftiz babası olan eski gümrük başkanı, şimdiki belediye başkan yardımcısını devreye sokmak hususunda aracı oluyor Romeo’ya kızının sınavı için. Yukarıdan, nüfuzlu bir tanıdık-çok tanıdık geldi değil mi, derdine deva olacak kızının meselesi hususunda. Karşılığında ise karaciğer nakli bekleyen siroz hastası başkanı ulusal nakil bekleme listesinde üste çıkarmak için Bükreş’te Sağlık Bakanlığı’nda çalışan bir yetkiliyi arayacak. Polis şefi arkadaşı sayesinde belediye başkan yardımcısına, belediye başkan yardımcısının vasıtasıyla da sınav komisyon başkanına ulaşıyor Romeo. Prensipte zamanında kendisi ve karısı için aklına gelse bile asla taviz vermeyeceği ne varsa yapıyor teker teker kızı için. Annesi ise tüm bunların adil olmadığını, daha hayatının başında olan kızlarının omuzlarına çok ağır bir yük yüklediklerini düşünüyor. Baba ise tüm bu yozlaşmayı, çürümeyi ve kendi harcanmışlıklarını görmekten bıkıp usanmış, kararını vermiş artık. Kendi deneyip de başaramadıklarını, Eliza yapacak. Hiç de kayıp sayılmayacak kızının kurtulması ve iyi bir hayata sahip olabilmesi yaşam amacı oluyor. Bunun için de onlardan daha medeni olduklarını düşündüğü İngiltere ve dolayısıyla İngiliz halkının kızı için tek kurtuluş yolu olduğunu düşünüyor ve kızının vermesi gereken kararları kendi kendine veriyor önden önden. Bu arada kendisi çok etik mi davranıyor? Hayır. Evli olduğu halde bir sevgilisi var. Karısı zaten biliyor ama kızı sonradan öğreniyor. Yaşadığı yerdeki hiçbir şeyi değiştiremeyip, kızını uzaklaştırmaya çalışıyor. Kızı için prensip edindiği mesleki ahlakını hiçe sayıveriyor ve kırmızı çizgiyi hiç düşünmeden geçiyor. Sabit fikirli. Hiç hırçınlaşmıyor, hiç sinirlenmiyor. Düşünüyor ve hep yüksek sesle ifade ediyor tüm bu düşüncelerini. Örneğin kızının burada hayatını idame ettiremeyeceği düşüncesi yerleşmiş aklına. Onun burada kalması çok büyük bir hata ve eğer bu hatayı işlerse bunca yıl boş yere uğraşmış olacaklar karı koca ve evlilikleri boyunca birbirlerinden uzaklaştıkça ellerinde kalan tek ortak amaçlarının üzerinde bir çeşit adanmışlıkla çalışmış durmuşlar ki buradan o anlaşılıyor. Öyle ki sevgilisinin oğlunu benimsemiyor hiç, önemsemiyor da. Varı yoğu kızı. Sürekli patlayan camlarının sorumlusu bulunamasa da, küçük oğlanın taşlama merakı ve öne sürdüğü neden başlı başına yeterli sebep teşkil ediyor aslında. Onun dışında yumuşak bir baba, kızının üzerine titriyor. Sigara içmesine müsaade ediyor, motosiklet kullanmasına da. Bekaretini kaybettiğini bir doktor arkadaşından öğrendiğinde, karısına, Eliza söz konusu olduğunda sır saklamamakta anlaşmış olduklarını hatırlatıyor. Romeo bir saplantısını gerçekleştirmekte sakin bir tonda ama var gücüyle çabaladıkça, etrafındaki kadınlar daha mantıklı düşünür hale geliyorlar. Karısı daha aklı başında konuşuyor, kızı kendisi için ne iyi ne kötü kendisi ne istiyor diye düşünmeye başlıyor. Büyükanne de dahil olmak üzere gitmenin gerçek bir kurtuluş olup olmadığını düşünmeye başlıyor insanlar.
Filmin tirajikomik sahnesinin kahramanı, hakkında usulsüz işler yapmak ve görevi kötüye kullanmaktan yakalanma kararı çıkartılmış, şu an hastanede yatmakta olan belediye başkan yardımcısını sorguya çekmekle görevlendirilmiş iki cumhuriyet savcısından az konuşanın günümüzün modası olan her lafa bir aforizmayla cevap verme hastalığı gibi kah İncil’den kah atasözlerinden yaptığı alıntılarla olay üzerinde soruşturmanın dışında her şeyle meşgul bir havada. Aklına eseni söyleyiveriyor. Soruşturmadan çok, şu anla ilgili sanki, kavanozların içinde ne var, Romalılar ne demiş, İncil’de böyle demiş gibi. Mungiu’nun Vlad Ivanov’dan sonra fetiş oyuncusuna dönüşebilir Yılmaz Özdil’e bir hayli benzettiğim Lucian Ifrim. O kadar müsait ki!
“4 ay, 3 hafta, 2 gün”le bir tabibi eleştirdiği için Romanya Tabibler Odası’nın, “Tepelerin Ardında”da çağın gerisinde hatta hangi çağın neresinde olduğu anlaşılamayan Ortodoks Kilisesi’ni eleştirdiği için Romanya Ortodoks Camiasının, son filmiyle de rüşvet, iltimas ve yolsuzlukla işlerini görmeyi öğrenmiş, ilkesizleştirilmiş birçok meslek grubu insanını içine alan genel bir sistem eleştirisi yaptığı için de Romanya’daki birçok meslek grubunun ve onların destekçisi hem kindar hem dindar vatandaşların ülke marşı eşliğinde “sistematik” bir şekilde uyguladığı toplu lince maruz kalmadan, vatandaşlıktan çıkartılmadan, yargılanmadan, hapse atılmadan, başvurduğu ülkelerden kapı vizesi beklentisine düşmeden yaşamını sürdüren Cristian Mingui’nin uzaklardan destekçisi ve takipçisi olarak diyorum ki sadece gel ve bu filmleri burada yap ki gerçek yiğitliğini burada test edelim. Söz veriyoruz her tür linç girişimini önleyeceğiz ama sen de yeni gelen yılı barda pavyonda kutlama, yanlış yerlerde bir boş anında Istavroz filan çıkarmaya da kalkma, bir de Romen başına geceleri yokuş yollara çıkma.
Bu filmden sonra hoşgörülü insanlar ülkesi Romanya ile ilgili bilmek istediğiniz her ne varsa faydalı bilgiler barındıran bir linç çok pardon link var aşağıda.
Bir Cevap Yazın