SARMAŞIK:
-“Bahçıvan Efendi, çok kesme olur mu, mahremimiz olsun komşuyla aramızda. Benim torun küçük, benim beyimle kavgam büyük(bu kısmı içten ve içimden söylüyorum), istiyorum ki yediğimiz içtiğimiz, soframız görünmesin.”
-“Anladım abla ben seni, sen hiç merak etme. Çok açmadan temizlerim altlardan, pisliği ayıklar sana yemyeşil bir duvar bırakırım geride.”
-“Sağolasın. Söylediğin gibi geldin bugün. Yazlık yerde usta bulmak zor, geleceğiz diyorlar, gelmiyorlar. Bekle ki iş gördüresin. Önümüz bayram. Daha evin içi var.”
-“Ben sözümü yemem abla. Geleceğim dediysem gelirim. Yeter ki Allah ömür versin, kudret versin.”
-“Neydi senin adın usta?”
-“Ali’yim ben. Bademler’li Bahçıvan Ali. Kız aldık Urla’dan, buralı olduk iş, aş bulunca. Önce mevsimlik, zor gelince de tümüyle yerleştik. Yirmi beş sene önce tek tüktü evler, şimdi her yerler yazlıkçılarını bekler. Tarlaları sattılar müteahhite, sonuç işte böyle, dağ taş ev. Bize de ekmek çıkıyor, Allah’tan razı olsun.”
-“Sigortan var mı Ali Efendi?”
-“Emekliliğim var Abla. Ama benim hayalim bakkal dükkanı açmak idi bir zamanlar. Bir zamanlar dediysem öyle ahir zamanlardan bahsetmiyorum Abla. Kırk metrekare içinde bulgur, makarna, salça, kola, fanta, ekmek, gazete, sigara ha bir de akşamcıya zula. Bir de bizim evin ağılı var ve bir de sarı kızımız. Günlük süt, o sütten mayalanmış yoğurt, bidona basacağımız peynirimiz, taze yumurtamız.. Bunları satmaktı hayalim Abla. Malum şehir insanı doğalın peşinde. Kötü, pis hastalıklar yapışınca yakalarına ne yiyeceklerini, nereye kaçacaklarını bilemediklerinden bir kısmı gelip konuyor sayfiyeye. Sanıyor ki burada kötü, pis hastalık uğramayacak yamacına, yöresine. Hastalık bu Abla, kapıyı kapatmakla bitmiyor ki iş. Öyle olsaydı, böyle olmazdı. Her evde kötü, pis hastalıktan var Abla. Neyse işte bu iş bile sermaye istedi. Çocukların masrafı çok olunca vaz geçtim ben de. Malum pırnakıl süpermarketler sardı dört bir yanımızı. Ekmek, sigara satmakla da olmayacak dedik kendi kendimize. İşte.”
-“Soğuk su ister misin Ali Efendi?”
-“Sağ ol Abla. Sen bırakıver sürahiyi bir tarafa. Ben bakarım çaresine. Abla senden bir akıl alsam.”
-“Al ablacığım yani Al tabii Ali Efendi, vereyim yani(ne diyorum ben böyle?).”
-“Bizim Abla, yan komşumuz şehirli. Koca villa yaptılar bizim kerpiçin yanına. İlk başlarda pek iyiydiler bizimle, çocuklarla, hanımla. Hatta hanımı, bizim hanımın şalvarını pek beğenmiş, moda bu bu sene demiş. Bizim hanım da veresiye almış pazardan, hediye etmiş Hanım’ına. Gül idi adı. Sarılmış bizim hanıma. Teşekkür etmiş defalarca. Parasını sormuş hatta. Ama bizim hanım hediye o sana demiş. Gözleri dolmuş Gül Hanım’ın. Sonra bizim hanım takip etmiş durmuş Hanım’ı, ne zaman giyecek aldığı şalvarı diye. Hiç kısmet olmamış üzerinde görmek kıymet bilip aldığı, sonra da hediye ettiği şalvarı.”
Ali Efendi susar aniden. Gözleri bulutlanır. Ortamda oluşan sessizlikten ilk rahatsızlık duyan ilk cümleyi sarf eden olur.
-“Şalvar yüzünden mi akıl alacaktın benden Ali Efendi?”
-“Yok Abla. Şalvar bir işaret idi sadece. Bizim bahçedeki sarı kızdan bahsetmiştim hani. İnektir o. İlk başlarda bizim Varlıklı komşumuz bizim koca inek üzerine üzerine konan sinekleri kovalamak için kuyruğunu tembel tembel bir o yanna bir bu yanna her salladığında kahkahalarla gülerdi haline. Sonra bizimki güm diye çöküverirdi yere. O haline daha çok gülerdi. Bizim sarı kız göz kırpardı, ona da gülerdi. Kısaca bizim kızın her şeyi komikti. Fakat gel zaman git zaman bunlar yeni ahbaplar edinir oldular başka başka villalardan. Partiler vermeye başladılar bahçelerinde. Bahçe dediğim böyle bahçe değil Abla. Koskocaman, yüzme havuzlu, fıskiyeli, çimenli, salıncaklı ahşap mobilyalı, çocukların körebe oynarken kaybolduğu küçük bir orman diyeyim sana. Ama bizim bahçe bitişiğimiz. Önce şans dediğimiz, sonradan talihsizliğimiz olan bu yakın komşuluk oldu zaten Abla. Bir gün, bir akşam bizim hanımın aldığı şalvarı alıp da hiç giymeyen Hanım geliverdi kapıya apar topar. Neymiş bizim sarı kız çok mö’lüyormuş, gürültü oluyor, misafirlerini rahatsız ediyormuş. İnek bu Abla, mö’lemesin mi? Sen söyle?”
-“Eee”
-“Bir gün de Bey’i geldi, sizin taraftan rüzgarla beraber gübre kokusu geliyor dedi. Burnumuzun direği kırılıyor, misafirler rahatsız oluyor dedi. Hormonsuz diye benden aldığın domat, hıyar başka türlü yetişir mi toprakta gübrelemezsen eğer. Kısaca Abla, biz bunlara batar olduk azar azar. Ne yaptık bilemedik ama olduk işte. Görsen kapıdan çıkmaya korkar olduk. Çocuklar sessizleşti. Hanım azar yemesin diye korkuyla bakar oldu onlardan yana. Her Allah’ın günü şikayete başlamışlardı Abla. Sarı kız mö’ler mö’lemez benim kızlar elleriyle sus işareti yapıyorlardı hayvana. Hayvan ne anlasın çocuk dilinden. İnadına sanki bazı günler yırtınıyordu hayvan. Ağzımızın tadı kaçtı Abla. Huzursuzuz anlayacağın. Taşınsak diyorum, nereye gideceğiz? İnek var, kümeste tavuklar var, horoz var, civcivler var dizi dizi. Abla’sı gel gör benim civcivleri, bir tatlılar kurban olsunlar onlara. Ama bizim komşunun gözü görmüyor ki civciv mivciv. Varsa yoksa gürültümüz, kokumuz.”
-“Edepsiz görgüsüzler. Bağdan gelmiş pardon dağdan gelmiş bahçedekini kovarlar.”
-“Öyle de başa çıkmak zor kodamanlarla Abla.”
-“İnsan yuvasını terk etmez onlar öyle diyor, elin haddini bilmezleri rahat edecekler diye. Durup direneceksin, savaşacaksın sonuna kadar. Kurda kuşa yem etmeyeceksin bir avuç toprağını. Vatan toprağı bu.”
-“Öyle mi diyorsun Abla? Sen Chp’li miydin Abla? ADD’li filan mısın? Vatan deyince bakışların değişti de.”
-“Öyle. Bayrağımızı alır çıkarız biz sokaklara. Vatansa gerisi teferruat Ali Efendi.”
-“Öyle de Abla, bu bizim olay çok başka. Yani sana da öyle gelmiyor mu Abla? Bizim düşman öyle düşman değil ki.”
Kafası karışan Ali Efendi başındaki kasketi çıkartıp, serçe parmağıyla kaşımaya başlar düşünceli düşünceli yer yer kelleşmiş, uzaktan dünya haritasının minyatürüne benzeyen başını.
-“Senin komşunun işi gücü neydi Ali Efendi?”
-“Valla söylediğine göre çok iş yapıyor, pek çok iş kolunda; ama evden de çıkmıyor ki çalıştığını görelim. Hamakta sallanıp, hizmetçilerine emirler yağdırıyorlar. Bir de bize bela olup yağıyorlar ara ara. Bir de ne kavga kıyamet, akşamına da bir güzel ziyafet.”
-“Aynı biz(içimden geçiverdi, dolayısıyla da içimde kaldı). Emperyalizm bu milletin, köylünün, emekçinin en büyük düşmanı Ali Efendi.”
-“Öyle de Abla, benim durumumla ne alakası var anlayamadım.”
-“Çok alakası var Ali Efendi. Seni sömürmek istiyor emperyalist güçler. O yüzden senin başına gönderildi bu sonradan görme burjuvalar. Emperyalizm gönderdi onu sana.”
-“Yok Abla, sanmıyorum. Beni ne yapsın emperyalistler? Bana gelinceye kadar neler var Abla? Ben bir basit bahçıvanım. Emekli aylığım belli. Evim belli, barkım belli. Kışın kömür yakarım, yazın serinlemeye bahçeye çıkarım.”
-“Böyle böyle başlar bu işler Ali Efendi. Ali Veli dinlemez böylesi. Bayrak düşmanları. Al bayrağını, çık bahçene. Al bayrağını, as bahçene.”
-“Biz bayrağımızı, vatanımızı, toprağımızı severiz Abla. Bizim durumun diyorum senin anlattıklarınla alakası yok yalnız Abla. Bizim komşuya ne bizim bayraktan? Hem bayram seyran değilse, cezası var bayrak asmanın. Resmi kuruluş değilim ki ben, göndere bayrak çekeyim?”
-“Dış mihraklar.”
-“Hangi Abla?”
-“Boş ver beni Ali Efendi fazla televizyon izledim galiba bu ıssızlığın ortasında. Sarmaşıklar gibi sardı tuhaf düşünceler kafamı. Her taşın altında onları arar oldum.”
-“Onlar kim Abla?”
-“Boş ver Ablam, ben sana şöyle buz gibi bir erik hoşafı getireyim, bizim hasattan. Sahi senin çocuklar kaç tane?”
-“Altı tane. Altısı da kız.”
-“Ne yaptın sen Ali Efendi, erkek olsun diyedir Allah bilir. Altı kız, altı kısrak yani. Nasıl baş eder, ne yer ne içirirsin hepsine birden?”
-“Yok Abla. Ben kız çocuğunu severim. Ben çocuk severim. Erkek çocuk olacak, ne olacak sanki? Bak bana, ben beş para etmezin tekiyim. Bir bakkal dükkanı açamadım, emperyalizmle pardon abla bir komşumla bile baş edemiyorum. Benden ne köy olurmuş, ne de kasaba. Ama kız çocuğu başka. Tıpkı bizim olay gibi. Yıllarca bizim çocuğumuz olmadı Abla. O zaman da şimdiki gibi tedavi olanağı yoktu. Bir gece ki o gece Kadir gecesiydi, sabah ezanına uyanıverdim bir ürpertiyle. Hemen namaza durdum. Allah’ıma yakardım bana evlat nasip eyle diye. Sonra da gizli gizli akıttım gözyaşlarımı yastığımın üzerine, yorganı üzerime çekip hanımdan gizlice. Bir zaman geçti benim yakarışım üzerine. Hanım verdi müjdeyi gözyaşları içinde. Sarılıp ağlaştıydık hiç unutmam. Sonra sonra her sene doğurur oldu bizim hanım. Tavşanlar gibi böyle. Ben sözümü yemem Abla. Allah’ıma sözümü tuttum. O bana evlatlar nasip eyledi. Hiç birini geri göndermedik. Günahtı çünkü öylesi. Ben bir istedim o bana altı tane verdi. Bir elin sayısından da çok. Daha ne olsun ki? Sonra Allah rızklarını da verdi. Sende çoluk çocuk kaç tane?”
-“Tek çocuk, tek torun ve de tek kocam var benim. Kocam istemedi(çok para gider dedi, çocuk demek masraf demekti), tek çocuk yeter dedi, sonra Avrupa’ya gideriz dedi, biz de bol bol Avrupa’ya gittik. Oğlum da babasının sözünü dinledi, paylaşmayı bilmezdi, karısıyla geçinemedi, evliliğini yürütemedi, o da bir tane torun verdi, gelin gönderirse görebildiğimiz oğulun oğlu ve tabii oğlum, o da bol bol Avrupa’ya gitti.”
-“Anladım Abla. Bir yandan bu konuşma iyi geldi bana Abla. Ben kararımı verdim. Allah’a havale edeceğim komşumu. Varsın o görsün hesabını. Benim işler hep Allah’lık zaten.”
-“Biliyor musun Ali Efendi, en doğrusunu yaparsın. Dur senin hoşafını getireyim ben buzdolabından. Altı kız, altı kısrak ha!”
Bir kahkaha atar mutfağa doğru giderken. Kendi kendine konuşur kafasının içinde: Sarmışlardır kısraklar sarmaşıklar gibi bütün bahçesini, evini, ruhunu, boş kalan tüm anlarını, eksiklerini, acılarını, yetersizliklerini. Şanslı adamsın Ali Efendi, Allah’ın sevilen kulusun ufak talihsizlikler yaşasan da hayat içinde. Benden çok sevilensin, orası kesin.
Bir Cevap Yazın