“Vücuttaki kan pıhtılaşıyor, bazı organlar yirmi dört saat sonra çürümeye başlıyorlar ya; saçlar, tırnaklar ölümden sonra daha bir süre uzamaya devam ediyorlar. Kalp durunca duygular ve düşünceler de duruyor mu, yoksa kılcal damarlarda kalan kan sayesinde belli belirsiz bir hayat sürüp gidiyor mu?” KÖR BAYKUŞ/SADIK HİDAYET
“Yaralar vardır hayatta, ruhu cüzzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıktan yiyen, kemiren yaralar.” KÖR BAYKUŞ/SADIK HİDAYET
DOKTOR JOHN THACKERY:

.. Ve bir hastane vardır 1900’lerin başında New York’da, şehrin merkezinde, The Knickerbocker adında. Ve bu hastanenin cerrahi bölümünün bir de ekip başı vardır; kokain bağımlısı, Nobel sevdalısı, siyah ırk sevmez, sarı ırk sever, yarı kaçık, yalnız yaşayan, bekar, beyaz, kuzguni siyah saçlarına tek beyaz tel düşmemiş, bıyıklı, beyaz ayakkabı giyen, bol bol karın deşen, ateist doktoru “Thackery”adında. Dönem itibariyle cerrahide branşlaşmamış doktorlar her tür ameliyata girerler. Bir gün beyin ameliyatı yaparlarken, bir başka gün bağırsakları masaya çıkartırlar ya da bir başka hastanın beyninde oluşan baloncuğu nazikçe almak üzere kafa derisini soymuşlardır bile. İzleyicilerin gözü önünde tuhaf şeyler gelir başlarına ameliyat esnasında. Hastanenin kısa devre yapan elektrik sistemi yüzünden ameliyat masasındaki baygın haldeki hastanın iç organları tutuşuverir, yangını söndürmek isteyen hemşire elektriğe kapılır ve ölür. Herkes bakakalır. Ameliyatlara eldivensiz giren doktorlar, dirseklerine kadar kana bulanırlar. Röntgen yeni icat edilmiştir, kokain benzeri uyuşturucu maddeler reçetesiz eczanelerde satılmaktadır. Karaborsaya düşmediği sürece uygun fiyatlara satıldığı tahmin edilmektedir. Doktorlar hem tebabet yaparlar, hem de zoraki mucittirler imkansızlıklardan ötürü. Salgın hastalık olarak tifo yaygındır. Antibiyotikler olmadığından septisemiden hastalar kaybedilmektedir.
Hem annenin hem de karnındaki bebeğin plasenta previa yüzünden ameliyat masasında kalması sonucu intihar eden Thackery’nin üstadı Doktor Christiansen’ın ölmeden önce titrek sesiyle yaptığı “hala yetersiziz” itirafı, atların çektiği ambulans arabaların, atlar çalındığında ise insan gücüyle çekilen aynı ambülans arabaların şehrin sokaklarındaki arz-ı endamı dönem ve imkansızlıkları hakkında yeterince ipucu vermektedir izleyiciye. Thackery ve Christiansen’ın arasındaki usta çırak ilişkisinde, ustadan gördüğünü yapan Thackery’nin kokain bağımlılığının özgüvenli kollarına kendini teslim edişinden hocasına duyduğu inancın boyutlarını görmüş oluruz. Sesinin tonunu yükseltmeden, saygı çerçevesinde konuştuğu tek kişidir üstadı. Çevresindekilerin bu hiç yorulmayan ve özgüveni tavan yapmış cerrahın başarı ve uzun çalışma saatlerine dayanma yetisinin nereden geldiğini anlamaları ise uzun bir zaman alır. Ne zaman ki Filipinler’de savaş çıkar, kokain taşıyan gemiler korsan saldırısına uğrar ve Amerika’ya gelemez, kokain de karaborsaya düşer; yoksunluk krizi çeken Thackery işi eczane soymaya kadar vardırır. 12 miligramlık doza çıkabilmiş bağımlı doktorumuza onuncu bölüm sonunda yatırıldığı hastanede krizleri tatlı tatlı atlatabilmesi için bir başka madde vermeye başlarlar. Bir bağımlılığı önlemek, yok etmek için, yüksek ihtimal bir başka bağımlılığa yol açacak maddeyi yani eroin’i devreye sokar doktorları. Bir bağımlılık bir başka bağımlılığa yol açacaktır gelecekte. İlk on bölümü Steven Soderbergh imzalı Knick, şimdiden ikinci sezon bölümleri için onay almış durumda ve uzun zamandır izlediğim en başarılı ve müstesna hastane dizilerinden biri, belki de en iyisi. Bunda aynı zamanda dönem dizisi oluşunun, Soderbergh imzasının, cesur ama gerçekçi ameliyat sahnelerinin ve ırkçılığa özünde insanın özündeki iyilik, kötülük ve hakkaniyet açısından bakışının da payı var kanımca.
DOKTOR ALGERNON EDWARDS:
Hastane sahibinin kızıyla ilerleyen bölümlerde gönül bağı kurup, üstüne üstlük hamile bırakan Paris’te aldığı tıp eğitiminden sonra, müştemilat olarak çalışan ailesinin yanına New York’a gelen siyahi Doktor Algernon, yer edinebilmek ve kendini kabul ettirtebilmek için insanüstü bir çaba sarf eder New York’daki hastane ve yüksek sosyete çevresinde. Fakat iş, sağlık sektöründen pay almaya ve çarkın bir dişlisi olmaya geldiğinde, hele de adam yerine konmaya geldiğinde, maalesef ki beyazların kabul edildiği hastanelere alınmayan ve bir anda hiç sebepsiz, toptan linç edilmek üzere hedef oluveren bir kitleye dönüşen zencilerin yirminci yüzyılın başlarındaki durumları da aktarılır aynı zamanda arka planda. Başarılı bir ameliyattan sonra paylaşılan şişedeki içkiye onun dudakları dahil edilmez. Gündüz baş etmeye çalıştığı önyargılar, hor görülme, çaresizlik gibi duygularla başa çıkabilmek için geceleri gittiği barlarda kavga çıkartıp, bir iyice pataklattırır kendini ki uzun ve yalnız gecelerinde, aklı, kendi özyıkımına tanıklık edemesin. Onun da dünyayla başa çıkma yöntemi budur kendince. Fiziksel acıyla, ruhunda açılan yaraları örtbas eder; yalnızlığını, kadınsızlığını, ırkçı bakışların odağı olan ten rengini unutur bir nebze kapaklandığı asfaltlarda.
HEMŞİRE LUCY ELKINS:
İnsanın mazoşist tarafının saklandığı yerden elbet bir gün, bir anda çıkacağının örneklerinden biri Hemşire Lucy’nin bedeninde göz önüne seriliyor. Hayatının ayarını yediği Doktor Thackery’e aşık oluyor soğukkanlı, esrarengiz hemşire. Bir başka talibini görmezden geliyor ona duyduğu hayranlık sosuyla marine edilmiş aşkı yüzünden. Her şeyi göze alıyor onun için. İşin içine şehvet de giriyor haliyle. Ona duyduğu inanç yüzünden, mahvına neden olacağını bile bile kokain hırsızlığı yapıyor, uygunsuz ortamlara girip çıkıyor, uygunsuz şeyler yapıyor. Geleceğini riske atıyor ve tüm bunları yaparken de hiç gocunmuyor. Ara ara kokain kullanıyorlar beraber kendi isteğiyle, sevişmeden önce. Güçlü, başarılı, özgüveni yüksek bir adama duyulan aşkın sınırları giderek belirsizleşiyor ve çiftin konumları da yer değiştiriyor bir süre sonra. Koruyan, kollayan, esirgeyen anne konumuna terfi ediyor Hemşire Lucy, ateşli aşıktan. Herkeslerden saklayarak yaşadıkları aşk, gün yüzüne çıkıyor sonunda ister istemez. Hemşire tek sefer soğukkanlılığını kaybediyor, sanki çelik bir zırh var üzerinde, kurşun geçirmez de bir kalbi. Tatlılıkla seviyor Doktor’u. Lime lime olmuş damarlarından, delik deşik kollarından, olmadı ayak parmaklarının arasından, o da olmadı cinsel organındaki damardan kokaini enjekte etmek için çabalıyor. Duyduğu hayranlıktan, her dediğini yapıyor, her söylediğini doğru biliyor. Thackery’nin ekibindeki doktorlar kadar güveniyor ona. Her insanın yaşamı boyunca kendine yol açacak, yol gösterecek bir ışığa ihtiyaç duyduğunu anlıyoruz. İnansak da, inanmasak da Tanrı bizimle konuşmuyor, konuşsa da biz henüz anlayacak kapasitede olmadığımızdan, bize en yakın Tanrı figürünün peşine düşüyoruz. Herkesin arkasından gidecek birilerine ihtiyacı vardır yaşantısı boyunca, tam da kaybolmuşken, umutsuzluğa düşmüşken. Onun cisimlenmiş hali, etten kemikten hali, tüm ve gizli boşluklarımızı dolduracak hali, ruhumuzu kurtaracak, acımızı dindirecek hali üstleniyor bütün bu rolleri. Lucy’nin gözünde, Doktor Thackery’de cisimleniyor tüm bu özellikler.
HERMAN BARROW:
Bir hastane müdürü düşünün kadavra dilencisi olmuş, çareyi de parçaladığı domuzları yakma işlemini bitirdikten sonra, ölen kişilerin akrabalarına küllerini koyduğu porselen kabı beş dolardan satmakta bulmuş. Bir hastane müdürü düşünün hükümet gibi karısı var ve hükümet gibi giyinmek, yardım derneklerine destek olmak, zengin görüntüsünü devam ettirmek için, zengin kumaşlı esvaplar giyiniyor ehil terzilerin elinden çıkmış. Herman’sa hastanenin olan parayı çoğaltmak isterken borsada kaybedip, mafyaya borçlanıyor, borcu borçla kapatamayınca bir dişini canlı canlı kerpetenle çeken, kıymetli organını yumruklayan adamlardan yakayı sıyırmak için elinden geleni yapıyor. Teselliyi de bir fahişenin kollarında buluyor. Onu kurtarma vaatleri ise boşa çıkıyor. Adam kendini kurtaramıyor, bir başkasını kurtarmak şöyle dursun. Gittikçe de dibe vuruyor. Mafyayı, bir başka mafyaya kırdırtıp, kendine yeni sahipler buluyor, bir musibetin kucağından sıyrılıp, bir diğerinin ocağına düşüyor. İşi caddelerde çalışan hayat kadınlarını mafyaya taşıyan polisle işbirliğine kadar götürüyor. Ara ara pezevenkliğin kıyısında bile yüzüyor hastane müdürü olarak. Paçayı kurtarmak için yalan söylüyor. Derinlerde kalmış iyi tarafı bir fahişenin kollarında çıkıyor meydana bir parça; ama iş hayatında sinsi ve açık kovalıyor fırsat buldukça. Gene de her şeye rağmen yedinci bölümde hem hastanesini, hem de hastalarını müdafaa ediyor o da. Bir türlü ahlaklı ve prensip sahibi olmayı başaramaması ise kılıbıklığından kaynaklı zannımca. Ama bulaştığı işler açısından diziye renk katıyor ve olmazsa olmazlardan kesinlikle. Zincirleme bela hep onun peşinde çünkü.
DOKTOR EVERETT GALLINGER:
Bir adamın hayatının nasıl bir anda yok olduğuna tanık oluyoruz nezdinde. Ailesi parçalanıyor. Öz kızları kendi bulaştırdığı mikrop yüzünden menenjitten ölüyor. Hekim olarak hiçbir şey yapamıyor. Fotoğraf çektiriyorlar kucaklarındaki ölü bebekleriyle karı koca, kızlarını unutmamak için, ondan bir hatıra kalsın diye. Üzerine karısı ölümü kabullenemiyor ve travmatik bir yas dönemi geçiriyor. Evlatlık olarak aldıkları bir bebeğin de ölümüne sebebiyet veriyor ya da öldürüyor onu. Bunun üzerine akıl hastanesine kapatılıyor. Akıl hastalığının bir virüsten kaynaklandığını söyleyen eşini emanet ettiği hastane doktoru tüm dişlerini çekiyor genç ve güzel kadının. Bağırsaklarını da aynı virüs yüzünden alabileceklerini söylüyor. Tedavi yöntemleri o kadar acımasız ki, insanın kanını donduruyor ve beyinde biten bir hastalık, vücuttan organların çekip çıkarılmasıyla tedavi edilmeye çalışılınıyor.
İlahi ama gereksiz acımasızlıktaki yeryüzündeki adalet kısmı en çok Doktor Gallinger karakterinde yaşanıyor. Sağlıklı ve yakışıklı cerrah aralarındaki en ırkçı doktor aslında. Algernon’un ekibe dahil oluşunu, ondan akıl almayı, onun ekip başı olmasını içine sindiremiyor bir türlü. Evinde de benzer ırkçı konuşmalar geçiyor karı koca arasında. Kızına bulaştırdığı mikroba kendi sakarlığı, bir anlık dikkatsizliği ve fevri çıkışı sebep oluyor. Sonuçsa felaket oluyor. Kızını ve evlatlığını mezara gönderip, karısını akıl hastanesine kapattırmak zorunda kalıyor.
SISTER HARRIET & TOM CLEARY:
Evlere kürtaj servisi yapıyor Harriet gece çökünce, tebdil-i kıyafet içerisinde. Aynı zamanda rahibe; içkisi var, sigarası var, bir barda erkeklerle oturup viskileri yuvarlayabiliyor ve yeri geldiğinde karşı tarafa ders vermek için Tanrı’ya sığınmak ya da havale etmek gibi daha usulüne ve konumuna uygun yöntemler yerine lafı gediğine koymayı tercih ediyor. Hem amme hizmeti yapıyor, hem para kazanıyor, kazandırtıyor, hem de yardım kutusuna karşı cömert davranıyor. Bravo valla. Erkeksi bir tarafı olduğundan ve sert mizacından olsa gerek Harry diye çağrılıyor. Kadınlara karşı son derece duyarlı ve incitmemeye çalışarak işlemleri gerçekleştiriyor. Kürtajın yasal olmadığı dönemlerde kadınların kendi evlerinde içlerinde taşıdıkları bebeklerini bilinçsizce düşürmeye çalışırken akıl almaz yöntemler kullanıp, kanamadan istemeyerek kendilerini öldürmemelerini sağlıyor. Bir rahibeden çok bir ebe, bir hemşire o aslında. Öngörüsü yüksek. Hastanenin kapatılarak, şehir dışına taşınacağını önceden tahmin ediyor mesela. Yedinci bölümde elinde havaya kaldırdığı haç, linç edilmek istenen siyahların zarar görmemesini sağlıyor. Kızışmış, kindar halk, Tanrı’nın kızına bir şey yapamıyor(Dizinin en sevdiğim sahnesiydi ve en sevdiğim karakteri).
İri cüssesi, bozuk ağzı, vicdana geldiği bölümler de dikkate alındığında özünde sağlam miktarda para yapıp, şehirden kaçmak peşindeki bir karakter Tom Cleary. 911’in at arabalı hali. Sister Harriet’i iş üzerinde yakaladıktan sonra zoraki iş ortaklığını kabul ettirtiyor. Ama dediğim gibi o bile imana geliyor ve rahibeyle iyi bir ikili oluveriyorlar. Atları çalındığında vargücüyle/ipgücüyle çekiyor ambülansı bir beygir gibi. Yokluktan ve hiçlikten geliyor olduğundan hayat onu kolay şaşırtmıyor. Tam bir haya adamı, sokağın nabzını tutuyor, havayı kokluyor, küçük köstebekleri var, tez elden haber ulaştırıyorlar. Elinde cop, aynı zamanda hastanenin güvenliğinden de sorumlu.
On bölümlük bir sezonun özetini yapacak olursak, ekip başının baş üstadı kendini vurarak öldürmüştü daha ilk bölümde. Ondan boşalan koltuğu kendince doldurmaya çalışan Thackery ise kokainsizlikten girdiği nöbetlerden alnının akıyla çıkmayı başaramayıp kendini bağımlılık merkezinde buldu. Doktor Algernon Edwards rengi yüzünden baba olup, istediği kızı alamadı, kendini kullanılmış hissedip, hırsından daha büyük adamları kışkırtıp, daha büyük adamlara kendini dövdürttü. Cornelia sapık kayınbabaya rağmen oğluyla dünyaevine girdi. Everett baş asistan olayım derken ailesini kaybetti ve uzaklaştırma aldı. Lucy aşkının meyvesini yiyemeden, doktorun yoksunluk nöbetlerinde öfkesinden payını aldı. Kadınlar saksı ve süs bitkileri olarak görülmeye devam edildiler. Bir sürü kadın doğumda, kürtajda öldü, bir sürü insan da ameliyatta. Salgın hastalıklar vardı. Polis etik davranmadı. Rüşvet vardı. Mafya vardı. Zorbalık vardı. Ateşli silahlar icat olmuştu. Sokaklarda at arabaları vardı. Göçmenler virüs bulaştıran insanlar olarak görüldü. Berbat koşullarda, penceresiz evlerde yaşadılar. İnşaat mafyasının onlara layık gördüğü yaşam koşulları bunlardı çünkü. Küçük çocuklar okumadı, vardiyalı çalıştı. İş ve işçi güvenliği yoktu. Şehirde isyan başladığında erkekler acısını en önce hayat kadınlarından çıkardı. Zenciler hastaneye arka kapıdan girebildiler, onlar için değişen bir şey olmadı. Yoksullar çok yoksul, zenginler çok zengindi. Her şeye rağmen insanlar yedi, içti, sevişti, kimi öldü, kimi kurtuldu.
Reblogged this on Kübra IRMAK.
BeğenBeğen