“Lanet bir çölde yapayalnız yürümeye nasıl karar verdim acaba?” Cheryl Strayed
Film akarken yirminci dakikada iç ses olarak gelen sorusunun cevabına doğru başkarakterimiz Cheryl Strayed’in bazen ürkek, bazen öfkeli, kısmen kararsız ve şüpheci adımlarıyla ilerliyoruz beraber. Geçmişin ve geride bırakmak istediklerin sen istesen, paralansan da seni bırakmazlar ya bir türlü; bazen de tam tersi olur, o da şu ki; sen bırakmamakta direnir ve yalvarırsın yirmi yaş aklınla yukarıdaki Tanrı’ya sevdiğinin ömrü için. Tanrı ise bir parça gaddardır ve seni erken yaşta hayatta büyüyebilmen için en sevdiğini, gözdeni, hayatının anlamı ve aşkı olan kadını elinden alarak ödüllendirir ve bundan sonra yaşayacaklarına çanak tutmuş olur. Hayatta hep doğru kararlar vermen ve kurnaz olman gerektir. Hiç dağılmayacaksındır, hiç dağıtmayacaksındır. Ama sen hem dağılırsın, hem de dağıtırsın feci şekilde ve tüm bunlar seni insan yapar(benim gözümde). Darbe seni muhatap almayan ve dediğim dedik bir merciden geldiğinden hem hayatının anlamı toz olur bir anda kanser yüzünden, hem de sen kanıtlarını bir türlü çıplak gözle göremediğin bilinçsiz bir bilinçle kalıverirsin orta yerde. Tanrı senden hayat dolu anneni kırk beş yaşında omuriliğine koymuş olduğu hassas tümörü yayıp, yaygınlaştırarak elinden alıverir ve bu iş bu kadar kolaydır. Puf. Ölmeden retinasını ve belki de bütün organlarını bağışlamış hayat dolu, yaşamının anlamı olan kadın, bir beden olarak kalır hastane odasındaki yatağında. Puf ki ne puf. Acını bir türlü bastıramazsın. Annenin küllerini yiyerek, ondan bir parçayı hep içinde taşıyacağın umudunu taşırsın derinlerde bir yerde. Severek ayrılırsın kocandan yedi yıl sonra. Evlilikte sevmek başka şeydir, evlilik başka şeydir çünkü. Sen kedileri de seversin ama evlilik ve bir kedi sevmek çok farklı şeylerdir nihayetinde. Eroin kafası güzel ama geçicidir, değişik partnerlerle cinsel fantezilerini gerçekleştirir tatmin olmaya çalışırsın, böylelikle unuttuğunu sanırsın. Babasını sadece tahmin edebildiğin bir bebek filizlenmektedir karnında ve kürtaj olursun. Annenin yolundan gider, garsonluk yaparsın. Bu da seni tatmin etmez. Ama hayatındaki en doğru şeydir belki de kolaylıkla bırakabileceğin bir işe sahip olmak ve senin için biraz küçük bir iştir bu. Bin küsur kilometre yürümek için tıp kariyerini bırakamazdın belki de. Haydi bakalım yürümeye devam. İç sesin hiç bıkmadan ve hiç usanmadan konuşsun dursun seninle. Filmin en iyi şeyiydi tüm o iç seslerin. Bize içindeki Tanrı’yı gösterdin durdun ara ara. Neyse ki filmin sonunda huzur da geldi beraberinde. Tüm o yakınmaların, korkuların, çaresizliklerin, hep bir çıkış yolu araman, kendi kendine telkinlerin, kendi kendine yetmelerin bazen de yetememelerin, bir kadeh margarita özlemin, umutsuzluğa düştüğünde yürüyüşü bırakma olasılığına dair alıp vermelerin, temiz bir banyo, ılık bir duş, ihtiyacını dizlerini kırıp oturarak giderebileceğin bir tuvalet, yumuşak bir yatak, sıcak bir kap yemek gibi basit isteklerinin seni götürdüğü duraklarda hep beraberdik. Seni taciz etme olasılığına karşılık bir adamın evine gidip, tombul ama akıllı karısının yaptığı yemeği yedin büyük bir iştahla. Galiba işedin küvetlerine duş alırken ya da kanıyordun. Bize memelerini açtın banyo aynasının buğusunu sildikten sonra. Her yerin yara bere içindeydi. Defalarca aldatıldığını öğrendik evliliğinde. O kız sevgilin miydi anlamadık ama gerçek Cheryl Strayed’in son derece cesur olduğunu görmüş ve anlamış olduk senaryosu Nick Hornby tarafından yazılıp, beyazperdeye uyarlanan otobiyografik özellikler taşıyan romanı gözönüne aldığımızda.
“Beni olduğum gibi kabul edebilir misin?” Joni Mitchell & Cheryl Strayed
En kolay şeydir önyargılarını bir kenara koymayı başarmış karşı taraf için. Ama ondan daha da zoru insanın kendini olduğu gibi kabul etmesidir ve bunun için de kendini sevmesi gerektir. Aksi takdirde bir bedene yapabileceklerinizi düşünün ve de bir ruhun çekebileceği azabı, huzursuzluğu, kırgınlığı, kırılganlığı, teselli arayışını, çaresizliğini, sessiz çığlığını, kendini doğru ifade edemeyişini.. Cheryl tüm bunları yürüyerek aşmaya çalıştı durdu. Annesinin ağzını burnunu dağıtan sarhoş babasını andı öfkeyle. Annesini alıp vermek istemeyen Tanrı’ya kızdı bir mucize yaratmadığı için. Yürüdükçe kafasının içi boşaldı sanki, küçük notlar bıraktı ardında. Tıpkı Gratel gibi. Kırıntıları oldu bu sözler serçeler misali insanların, ve yenilip yutuldular defalarca arkasından. Joni Mitchell’den bir söz, Emily Dickinson’dan, Flannery O’conner’dan birkaç satırdı bu kırıntılar. Geçmekte olduğunuz yollardan sizinkinin aynı olmasa da benzer bir güdüyle, benzer sıkıntılardan geçerek gelmiş insanların var olduğunu bilmenin teşvikiyle yol almanın insanı nasıl motive edeceğini tahmin edemezsiniz. Edersiniz belki de, kim bilir? Çünkü ben her birinizi tanımıyorum.
“Eğer ki benim için endişeleniyorsanız endişelenmeyin. İyi ve rahatlamış olacağım.” Emily Dickinson & Cheryl Strayed “Beklediğimiz şeye asla hazır değilizdir.” James Michener
Bir çok şeyi kendi başına yapmayı öğrendikçe kendine olan güvenini kazandı Cheryl. Yemeğini pişirmek için doğru malzemeyi alabilmiş olmak ve sayesinde gelen ilk sıcak lokmanın kıymeti, lanet bir kocaman kayayı cılız bacaklarıyla tek başına aşabilmenin getirdiği mutluluk, bulduğu pis bir kaynaktan damıtıp arındırarak ancak içebildiği suyun ilk yudumları ve kendi nahoş tecrübeme dayanarak söyleyeyim-ama iyi ki yaşamışım-çölün ortasında bir çadırın içinde yalnız başına kurt ulumalarını dinleyerek uyumak zorunda kalmak bir kadın onu da geçin bir adam için bile hiç öyle kolay bir şey değil. Ama hayatta bazı şeyleri sonuçları ne olacaksa olsun tek başına yaşamanız gerekir. Tek başınıza kilometreler almanız gerekir, hiç bilmediğiniz yerlere gecenin bir vakti ya da az uykuyla geçen bir gecenin sabahında ulaşmışsınızdır, huyunu suyunu hiç bilmediğiniz bir sürü adamın ortasında kalmışsınızdır, ne konuştuklarını bilmediğiniz, ne istediklerini anlamadığınız insanlardır bunlar. Herkes gülücükler saçar, sizse içinizde bir yerde, çok da derin olmayan bir yerde hüzünlü bir şeyler taşır durursunuz kendi kendinize. Bir kayıp yaşamışsınızdır. En sevdiğiniz, gözdeniz evden çıkıp gitmiş, bir daha da gelmemiştir geri. Yokluğuna alışırsınız ama asla unutmazsınız onu. Bir yerlerden eşyaları, her yerden fotoğrafları çıkar karşınıza. En mahrem anlarınıza tanık olduğu hissi yakanızı bırakmaz. Bir tilkide, yolunuza çıkıveren bir çocukta, bir şarkının bir sözünde, bir kitabın bir cümlesinde, ağaçların arasında, yağan yağmurun ve sonrasında beliriveren gökkuşağının altında, gökyüzünde, yeryüzünde, avuçlarınızın arasında, gülerken, ağlarken, komikken hep ondan bir şeyler vardır tam olarak açıklayamadığınız ve bir şey onu hep size hatırlatır. Hayatta ezilir de ezilirsiniz. Sorunlar bitmez, sorunlar sorun olarak da kalmazlar. Başka bir şeye dönüşürler. Ters giden bir şeyler vardır. Tevekküle erinceye dek içinizdeki isyanı bastırmanız mümkün olmayacaktır. Namaz kılmayı hiç öğrenemeden belki de, dizlerinin üzerine çökmüş yakarmakta olan milyonlarca insan var şimdi, şu an bile. Hepimiz bir gün ve sonrasında defalarca çökeceğiz dizlerimizin üzerine. Bunu bize yaptırtacak olanın bir insan değil, Tanrı olması temennisiyle. İyilik kazansın yeryüzünde.
“Yeni bir çift pabuç alan normal ayakları olan bir çocuk bile dünyaya aşık olurdu.” Flannery O’Conner
Bir Cevap Yazın