NARCOS : MEXICO – DÖRDÜNCÜ SEZON

B624F69B-F5F9-443D-8D4F-8AC3EC956F46

NARCOS : MEXICO – DÖRDÜNCÜ SEZON

“-Rüşvete neden ısırık deriz Ajan Camarena?
  -Çünkü herkesin yemesi gerekir.”

“Yaşam bizi isteklerimizle sınar en çok.”

“Size şehrinizin büyük bir suç operasyonunun merkezi olduğunu gösteren birkaç işaret: Birdenbire etrafa para saçılmaya başlar; arabalar, uçaklar, gayri menkuller. Herkes bir şeyler alır.” Dış ses

“Bir fille karşılaşan bir grup kör adamın hikayesi: Biri hortumuna dokunur, diğeri yan tarafını okşar, diğeri de kuyruğunu tutar. Hepsi de filin bundan ibaret olduğunu düşünür. Çok yakınında durduklarından resmin tamamını göremezler.
 Bakış açısı her şeyi değiştirir.”

“Madem çölü gördün, sırada yılanlarla tanışmak var.” James Kuykendall

“Bazen yerini bilmek iyidir. Yani olduğun yerde kalmak.”

“-Kurtlarla ayılar aynı takıma girerse ne olur? 
  -Birileri yemek olur.”

“Günahın içinde bile bir aziz olabilirsin.”

Ben işimle ilgilenmiyorum. Bir imparatorluk kurmak için buradayım.” Felix

“Hiçbir şey bulamadılarsa, bulmak istemedikleri içindir.” Kiki

“Birisi D.C.’yi arayıp Guadalajara’yı teslim ettik desin.” Kiki

GİRİŞ :

İlk üç sezonunu onar onar izledikten sonra geldik dizinin dördüncü sezonuna. Bu defa ve ilk defa olmak üzere Kolombiya’dan ayrılıyoruz. Dünya haritasına göre Panama Kanalı’nı geçiyoruz ve Kuzey’e doğru ilerliyoruz. Panama, Kosta Rika, Nikaragua, Honduras, El Salvador, Belize, Guatemala derken Mexico ülke sınırları içerisinde geçecek olan on bölümlük maceraya atılıyoruz. Hiçbir zaman görmeyeceğimiz ve fakat dizi müddetince ismen bizimle yaşayacak olan Mexico City dışında Sinaloa ve Guadalajara’yı mesken ediniyoruz on bölüm boyunca. Kolombiya sınırını geçtikten sonra işler sıkıcı bir hal alıyor mu peki bundan sonra? Malum Escobar öldü, Cali Kartel yandı bitti kül oldu, işler sombrerolu, tekila kafalı adamlara mı kaldı diyecek olursanız, bu adamların öyle yenilir yutulur cinsten olmadığını, ister aydınlık ister karanlık taraftan olsunlar yaşadığınız sürece unutamayacağınız karakterlere imza atmış olduklarını göreceksiniz. Escobar’ın tek adamlık zirvesinden sonra çok ortaklı Cali Kartel’de ne anlatılabilinirdi ki en fazla derken ilk ikisinden çok daha iyi bir sezonla karşılaşmıştım üçüncüsünde. Eleştirileri boşverin, biraz sabırlı olun ve dördüncü sezonu sakın ola es geçmeyin. Çünkü bu hepsinden iyi. Dişinizi sıkın derken bunu her anlamda yapmanız gerektiğini göreceksiniz. Bürokrasinin çarklarına takılmış dönmeyi reddeden, adam kayırma ve rüşvet üzerine kurulu bir düzende fark yaratmaya çalışan dürüst adamların çabaları ve maruz kaldıkları karşısında yüreğiniz burkulacak. Azmin zaferinin kendisine ve sevdiklerine çok büyük bedeller ödettiği bir dava adamı var ayrıca yine bu sezonda; efsane bir adam “Kiki”. Üstelik gerçek hayat hikayesi. Dava adamı olmanın ne demek olduğunu göreceksiniz sayesinde. Kurgusu çok başarılı olan dizinin finali ilk bölümde yer alıyor zaten.  Karanlık adamlara gelince nasıl karanlıkken daha karanlık olunabilineceğini gösterdiler bize. Olunur muymuş, olunurmuş. Uyuşturucunun etkilerinden nefret edecek, onun sayesinde insanın içindeki hayvanı coşturan ve elini kana bulatan şeyin aniden ortaya çıktığını görünce insan denen hayvan, pardon varlığın zarar verme duygusunun yüzeye yakınlığını görecek ve ürpereceksiniz. Zaafları, kompleksleri, sözde kötü kaderleri olan kötü adamları önce seveceksiniz, sonra iyinin tarafında olmanın sarhoşluğu kaplayacak yüreğinizi azar azar. Ortaya karışık mı? Yok, öyle olsa ben olmazdım orada. Bu başka. Saçmasapan soygun dizilerine ayıracağınız vaktinizi Narcos’ta geçirin bu defa. İkisi de İspanyolca nasıl olsa. Artık İngilizce dinlemenin modası geçti, yükselen dil İspanyolca bol bol karşımıza çıkacak bundan sonra.

C6D25B0C-A2D0-43F6-A5A1-A1D90B1E37AB

DC61162F-6CFA-4396-A845-27CE2D2CE8A2

NARCOS : NARKOTİK

Guadalajara’da, 1985 yılındayız. Dış ses erkek sesi ve İngilizce olarak anlatıyor olayları. Dürüst olmak gerekirse mutlu bir son yok, bir son bile yok anlatacaklarımız için diyor. Zira içlerinden bazısına güvenmemiz gereken bir dizi kurumun bir araya gelerek son otuz yılda uğruna Meksika’da yarım milyon insanın öldüğü, tanksız tüfeksiz uyuşturucu savaşlarının ağırlığını anlatıyor bize ağır ağır ve biliyoruz ki toz hafiftir ve böyle hafif bir şey’in sonuçları nasil bu kadar ağır olabiliyor? Bizlerse sadece son beş yılına tanıklık edeceğiz bu sezonda. Lope de Vega 881’de komiser Kiki Camarena’nın eli kolu bağlıyken yüzüne kapanan kapının ardındaki isim olan Miguel Angel Felix Gallardo’nun hikayesine geçiyoruz hızla, yani bundan beş yıl öncesine. Uyuşturucuya geçişte bir eşik olduğu söylenir diyor aynı dış ses, yani ottan esrardan, gerçek beyaz’a geçişte. İşte o geçişin nasıl olduğunu görüyoruz satış aşamasında. İşler büyüyor, hırslar büyüyor, adam aynı adam olsa da pasta büyüdükçe ısırıklar artıyor bir taraftan, birkaç iyi adam çıkıyor diğer taraftan. İnsanları uyudukları uykudan sarsarak uyandıran bir adam filizleniyor yavaş yavaş. Bu hikayede bunu yapan kişi “Kiki” oluyor. Polis Kolejlerinde ders olarak izletilmesi gereken bir karakter olarak damgasını vuruyor tüm diziye.

RAFA ve FELIX :

Yetmişler Meksika’sında otun kaynağı olarak bilinen üç yerden biri Sinaloa ise, diğerleri Chihuahua ve Duranga imiş. Fakat otun asıl doğduğu yer ve bu oyunu oynayan adamların çıktığı yer kısaca haydutlar diyarı Sinaloa imiş. Bizlerse verimli tarlalar, afyon ve Meksika marihuanası dolu tepelerin arasından çamurlu ayakkabılarıyla eski motorunu topuklayarak gelen adamla tanışıyoruz nihayet: İri cüssesi, güldüğünde ortaya çıkan tekmili birden bembeyaz dişleri ve eğik sırıtışıyla Rafael Caro Quintero, kısaca Rafa. Condor operasyonu kapsamında buradaki bir grup çiftçinin kuzeye gönderdikleri otlarla zengin olduklarını öğrenen hükümet, milli ordunun askerlerini afyon tarlalarını yaksın diye gönderedursun, kilisede sıkıştırılan Rafa’yı güvenlik polisi olan Felix kurtarıyor. Buraya kadar aynı yolu yürüyen bundan sonra da yürüyecek olan ikiliden Rafa işin mutfağında yer alıyor. Çiftlikten, hasattan, verimden, su kanallarından, ot yetiştiriciliğinden anlayan artist ruhlu bir çiftçi özünde. Zamanında dersine iyi çalışmış, özünde bir Meksika köylüsü ve köyünden çıkmış olsa da hiçbir zaman içindeki köylü ruhu kaybolmuyor. Ottan, kokaine geçmemekte en çok direten de o oluyor. Ama hep daha fazlasını isteyen Felix’in hırsına yeniliyor. Karanlık tarafın karanlık dava adamı ve beyni o değil asla. Aşık oluyor, hem de bakanın kızına. Noel gecesi kızı kaçırıyor ve ilk belayı başına almış oluyor. Aşk belasını. Bakan baba da cabası. Kız ateşli, ateşli olmasına, gönüllü de amma ailesine teslim ediliyor nihayetinde. Aşk acısıyla tanışan Rafa üstesinden gelmek ve acısını dindirmek için kokaine saplanıyor, olmadık işler yapıyor. Çevresindekilerin kafasını ütülüyor hiç durmadan. Kafasını ütülediği isimlerse Don Nesco, El Chapo filan. Fakat onlar bile bir süre sonra geçer atlatırsın’dan, duymak istemiyoruz’a geçiş yapıyorlar hırsla. Siz hiç aşkı tatmamışsınız, bayramda seyranda daha kötü oluyor herkes mutluyken diye sitem ettiği adamlara ısrarla, şu şarkıda şunu yapıyorduk, beraber  yüzecek, dondurma ya da çikolata yalayacaktık diyen Rafa’yı susturmak için kokain ikram eden koca koca adamlar bu sayede daha az zayiatla atlattıkları Rafa’nın aşk maceralarından uçarak kurtuluyorlar ancak. Romantik prens tarlasındaki afyonla uğraşısı azaldığı andan itibaren içinden çıkan romantik prens’in yörüngesine giriyor. Rahmetli babaannem insanlar boşlukta olmadık işlere sararlar, insana meşguliyet gerek her daim derdi. Ne kadar haklıymış. Rafa’nın da boş zamanlarında canı çok sıkılıyor. Bir anlam yaratmak konusunda da farkındalığı esrardan kokaine geçişle sınırlı kaldığından çılgınlıklar peşinde koşup duruyor. Rafa bir gün bir anda kafası çok ama çok dumanlıyken iki turisti DAE’den diye hunharca öldürüyor. Vücut bütünlüklerini bozuyor. Rafa eşiği geçiyor ve içindeki hayvanın en ilkel duygusuna teslim oluyor.

CED2D38C-A40F-435A-8BBE-68AE1F04549D

Felix’se bir zamanlar güvenlik polisi iken zekası, hırsı, öngörüsüyle ön plana çıkıyor. Bir imparatorluk kurmak ve Meksika’nın en zengini olmak hevesindeki sıska ve ciddi adam yürüdüğü dikenli yollarda defalarca horlanıyor, burnu sürtülüyor, işkence bile görüyor, pek çok ortamda adam yerine konmadığı görülüyor; ama mücadeleci yapısı onu pes etmekten alıkoyuyor. Kardeşlerini katleden Aztek Kralı Huitzilopochtli’ye benzetiliyor. En korktuğu şey panik. En kolay harcadığı şey insan, karısı ve çocukları da dahil. Ve kazanıyor diyeceğim ama dilim varmıyor çünkü hayatta kazanan tarafın olmadığını bildiğim bir yaşa geldim, kaldı ki bir uyuşturucu baronu kazanmaz, başarılı olduğu zamanlar vardır, yükselir yükselir yükselir ama bir gün muhakkak düşer. Başarı göreceli bir kavram, uyuşturucu işinde yapılan kariyerse hayli tartışmalı olduğundan, başarılı ve dolayısıyla zengin işadamı pardon iş insanı olma mertebesine erişen ve bu uğurda bir otel bile alan Sinaloa’lı Felix’in Mariachi müziği ve tekilanın doğduğu topraklar olan Guadalajara’daki hızlı yükselişine tanıklık ediyoruz. Bu da şöyle oluyor, ottan çöpten kazandığı büyük büyük paralarla kendine güveni gelen Felix, Meksika’da karteller öncesinde, uyuşturucu maçının oyuncuları belirli bir şehir ya da bölgede uyuşturucu işi yapmak için  polisten izin satın alan çoğunluğu Sinaloa’lılardan oluşan tek tabanca kaçakçılar iken ve bu sistemin “Plaza Sistemi” diye bir adı varken, Meksikalı kaçakçılar için bir birlik oluşturmak ve bunun için doğru plazalardan yeterli sayıda patronu üye yapmak gayretindeki Felix’in hayali gerçekleşiyordu kısa süre içinde. Böylelikle Meksika’nın korkunç yollardan çok korkunç paralar kazanan feci korkunç adamları bir kez olsun bir arada çalışabiliyorlar ve ister resmi deyin ister gayri resmi, Meksika’nın ilk uyuşturucu birliği altında birleşiyorlardı onun sayesinde. Bu arada dizinin iyi adamları mı ne yapıyorlardı Camelot’ta içmek dışında? Bürokrasi çarkının dönmesini bekliyorlardı dört gözle. Sinaloa’lı bir avuç kovboysa her hafta kazandıkları en az otuz bin doları nerelere sıvayacaklarının telaşına düşmüşlerdi çoktan. Satın alınan gözlerden uzak malikanenin içinde yaptıkları motorsiklet yarışında havuzun dibini boylayan bir motora karşı duyulan vurdumduymazlık bunun sadece bir kanıtıydı.

07D7FA39-EE63-4E61-9AFE-14A55C503113

KIKI CAMARENA :

Uyuşturucu karteli oluşturma yolunda ilerleyen Felix’in karşısına çıkmaya cüret edecek olan dava adamı Kiki’yse hamile eşi ve şimdilik bir oğlu ile California’nın Fresno şehrinde yaşıyor aynı zamanlarda. Miami’den teklif beklerken ve o teklifi hiçbir zaman alamazken, bir anda kendini Guadalajara’da buluyor. Yükselemediği takdirde kariyerinin son bulacağından emin, deniz kuvvetlerinden DEA’ya yani uyuşturucuyla mücadele birimine geçmiş Meksika doğumlu Amerikalı bir ajan. Dürüst ve namuslu. Bu vasıflarıyla ve gerçeklerin üzerine gitmekteki gözüpekliğiyle, yeni tayin bölgesinde de sivrilmeyi başarıyor. Meksika’lı federallerin üçkağıtçısının çok olduğunu anlaması ise çok fazla zamanını almıyor. Bölgeyi gözetlemek, bilgi ve veri toplamak dışında eli kolu bağlı oturan iş arkadaşlarını harekete geçirmeye çalışıyor. Camelot adında, federaller, polisler, milli zabıta, KGB ve Gestapo karması Federal Güvenlik Ekibi(DFS)’nin hep beraber güle oynaya içki içtiği barda daha ilk akşamından El-Azul’a varlığını hissettirmeyi başarıyor bir yandan. El-Azul rüşvetin, adam kayırmanın, mafya ile kol kola yaşamanın tarihini yazan yozlaşmanın tepe olmasa da sağlam bir noktasında yerini çoktan sağlamlaştırmış bir komutan. Göründüğü sahnelerde ekibinin başında olmaktan çok, mafya ile yan yana durduğu anlarda çıkıyor karşımıza. Hal böyle olunca bir meslektaşı manidar bir soru yöneltiyor Kiki’ye: “Yıllardır süren kurumsallaşmış yozlaşmayı bitirmek için bir planın var mı?” Varsa bile bir misafir olduğu ve fazla gürültü çıkartarak ev sahibini rahatsız etmemesi gerektiği hatırlatılıyor her daim. En nihayet arı kovanına soktuğu çomaklar yukarıdakileri çok fazla rahatsız ettiğinde, Kiki’yi içeri alıyorlar. Yani kaçırılıyor. Her saniye önemliyken ve kaçırılışının üzerinden tam on sekiz saat geçmişken, başta ABD’de James, Meksika’da Jaime olarak çağrılan amiri bir yanda, gözü yaşlı eşi diğer yanda çırpınıyorlar onu kurtarmak adına. Bekledikleri destekse Amerika’daki DAE’de çalışan meslektaşlarından geliyor. Fakat dayanışma hayat kurtarmıyor. Meksika hükümeti işi ağırdan aldıkça, sorgu ve işkence süresi uzayan Kiki’nin konuşmayacağı anlaşıldığında Felix işini bitirtiyor. Bir hafta sonra bulunuyor cesedi. Kiki’nin cansız bedeninin başında beklemekte olan morg görevlisi Kafka’nın Dönüşüm’ünü okurken, zavallı eşi Mika kocasının ne hale geldiğini görmek ve vedalaşmak üzere geliyor başına. Sol kaburgaları ve ön kolu ve kafatası ve çenesinde çoklu kırıklar olan Kiki, sert bir cisimle kafatasının sağ tarafına aldığı darbe sonucunda ölmüş. Bu arada bize gösterilen kadarıyla kendisinden geçtiği anlarda adrenalin verilerek hayata döndürülüp, konuşması için tekrar tekrar işkence edilmiş. Otuz sekiz yaşında dürüst bir adam üç çocuğunu ve karısını geride bırakarak yok olup gidiyor, giderken de çilesini dolduruyor kısaca. Leyenda Operasyonu onun adına düzenleniyor. Bu arada Amerika suçsuz mu? Pek çok iddia var CIA’nın parmağının olduğuna dair ve onu öldürmesi için emir verenin Caro değil, özel kuvvetlerden Kübalı bir asker olan Felix Ismael Rodriguez olduğu. Che Guevara’yı Bolivya’da yakalatıp, sorguya çektiren, işkence yaptıran, bunun üzerine Che’nin(bir başka dava adamı, aynı akibet) suratına tükürdüğü ve bonus olarak Felix’den(yine Felix, yine karanlık taraf) infaz hakkını kazandığı da aynı isimdir. Tüm bunlar ABD vatandaşı olmak, orduya girmek, Amerikan bayrağı altında poz vermek için yapılmışsa cidden değmemiştir. Kübalı bir haindir buradan bakıldığında. Kendisi hala hayattaymış. Tarih bize dizilerde gösterilenler midir? Elbette ki hayır. Bu diziyi izlemeseydim eğer ve üzerine araştırma yapmasaydım tüm bunları öğrenemezdim. Yazamazdım da. Renkli ekranın büyüsü budur. Yaşayamayacağın hayatları göstere göstere izletir sana(göstermek ve izlemek farklı şeylerdir).  Akıllıysan her tür ukteden uzak izlersin. Aptalsan hayat sana zaten güzeldir.

PABLO ESCOBAR ve CALİ KARTEL’in bu sezon burada ne işi var?

Var, çünkü izlediyseniz eğer hatırlayacağınız üzere Medellin ve Cali’nin Centilmenleri seksenlerde büyük gürültü kopartmakla meşgullerdi. Elbette Meksika dışında yani Kolombiya’da ve de mallarını ulaştırdıkları Amerika’da. Bu sezon Medellin’e giden Felix önce Centilmenlerle görüşme sağlıyordu, sonra da Escobar ile. Escobar rolünde Wagner Moura’nın haddinden fazla karizmatik bir kişilik olarak çizdiği Escobar kompozisyonuyla yaptığı görüşmede, ikilinin arasında efsane diyaloglar geçiyordu. Bu açıdan dizinin en yüksek IMDB puanlı bölümü beşinci bölüm oluyor. Kısa süreli nostalji burada yaşananlar. Pablo her ne kadar kendisinin de, su aygırlarının da Meksikalılardan hoşlanmadığını dile getirse de, sıska ve akıllı adam onu ikna etmeyi başarıyor ve ortak iş anlaşması yapıyorlar nihayetinde. Kolombiya’dan gelen daimi kokain sevkiyatını yapmak üzere gerekli rüşveti gerekli yerlere vermeye kalıyor iş bundan böyle.

SON OLARAK :

Son olarak beşinci sezonu bekleyeceğim bundan böyle. Kiki’nin intikamını almak üzere yola çıkan meslektaşlarının neler başardığını, bu arada ne kayıplar verdiklerini göreceğim. Umarım beşinci sezon kaldığı yerden Meksika’da devam eder. Çünkü buna değer. İçimde var olan ve saklanan suçlu tarafım kimbilir belki de beni en sevdiğim tür olan suç türündeki dizi ve filmleri izlemeye ve sevmeye itiyordur en fazla. İçimdeki hayvan öyle kolay kolay susacağa benzemiyor zira.

Gelelim oyunculuklara, hepsi bomba. Nerede o eski Narkosçular derken, Kiki’yi canlandıran Michael Pena’nın oyunculuğuna, kötü adamların tüm garipliklerine alışıyorsunuz zamanla. El Chapo şans eseri yaşadı, affedilmeyebilirdi, Felix de öyle, hiç olmayabilirdi. Bir sahne vardı ki, dizinin en rezil iki karakterinden biri olan Komutan Pavon benimle birlikte tüm federalleri de zıplattı olduğu yerde. “Rafa”yı elini kolunu sallayarak gönderdi ya, o da uçaktan kalaşnikofunu havaya sıkarken bir daha beraberinizde getirdiğiniz oyuncağı ona göre seçin dedi ya…enayi yerine konulmak var bir yandan, suçlu elini sallaya sallaya gidiyor diğer yandan ve her saniyesi kıymetli olan arkadaşınızın azmettiricisi bu insan. Diğer rezil karakter kim diyecekseniz, hepsinden beter bir karakteri olan Vali Leopoldo Celis. Fakat onun üstesinden Felix geldi. Kendisini ihbar etmesinin bedelini biricik oğlunu elinden alarak ödetti. Bir kutu içine konmuş oğlunun başında annesi kadar çığlık bile atamadı şaşkınlıktan. Mea Culpa demişti son bölümde Felix, Yaptıklarından ötürü değil de, yanlış insanlara güvendiğinden bu işlerin başına geldiğini itiraf edebilmişti hiç olmazsa. Aynı Felix sorgu esnasında baş başa kaldığı Kiki’ye son zamanlarda hiç uyuyamadığından, zengin olmadan önce bebekler gibi uyuduğundan, eskiden onun gibi bir polis olduğundan, ailesi olduğundan, ödenecek faturaları olup, günü gününe yaşadığından dem vururken iki adamdan hangisinin daha şanslı olduğunu düşünmeden edemiyor insan. Dilinin buğusu kalır derler, bir bölümde Ajan Camarena tam da ümidini kesmişken Felix’in onu asla bilmeyeceğinden bahsediyor ve bunu şanssızlık olarak nitelendiriyordu hani. Oysa ki hepsi, herkes, yıllar yıllar sonra okyanusu aşarak gittiğim ülkesinde altı gün geçiren ben bile bu dizi sayesinde daha önce birden çok defalar filme çekilmiş olan ve elinde olmayan nedenlerle kısa kesilen hayatının detaylarını, ne uğruna mücadele ettiğini öğrenmiş oldum: Baja doğumlu Meksika’lı Kiki Camarena. Böyle adamlar var mı hala? Onu bil…

Diego Luna And Michael Peña Host Cocktail Party To Celebrate The Launch Of Their Netflix Show Narcos: Mexico. Mexico, October 30th, 2018.

C25C215E-D6DA-41C7-B1BA-C4A8B11578F0

JACKIE

 

images-7

JACKIE :

“Geleneksel olmak için zaman gerekir.” Jackie

“Hayattan geriye güçlü kalan tek şey gelenektir.” Jackie

“İnsanların geçmişe ihtiyacı vardır. Geçmiş onlara güç verir.” Bill Walton

“Acımızı ellerinde oyuncak etmek istiyorlar.” Jackie

“Onunla yürümeliyiz, bu son şansımız.” Jackie

“Bazen tek başına ıssız bir yere gider ve şeytanın kendisini cezbetmesine müsaade ederdi. Ama hep bize döndü, sevgili ailesine; ve ben sigara içmem.” Jackie

“İnsanlar peri masallarına inanmak isterler. Ben bir sayfada yazılan kelimelerin onu yanımda durmuş o adamdan dahi daha gerçekçi yapacağına inanıyorum.” Jackie

Ortalama puanı ve kimi eleştirmenlerin ve izleyicinin vasat olarak değerlendirdiği filmin yorumlarını bir kenara bırakarak izlediğimde, beni hayli şaşırtan ve de çok beğendiğim bir yapım oldu “Jackie”. Bunun birçok nedeni olabilir; mesela filmi vasat bulanları ben vasat buluyor olabilirim-bu durumda onlar da beni filmi çok beğendiğim için vasat bulabilir, her şey mümkün olabilir- ya da herkes az beğendi, ben neden az beğeneyim, ben daha çok beğenip bir orjinallik yapayım içgüdüsüyle yaklaşmış olabilirim, olabilirim de olabilirim ama kesinlikle net değilim. Pablo Larrain’e olan sempatim de ağır basmış olabilir ama o da mümkün değil. Bir film iyi mi kötü mü diye yönetmeninin kim olduğundan bağımsız olarak değerlendirilmelidir-netliğim bilgiçliğimden geliyor olamaz mı, olabilir, her şey mümkün olabilir; söz konusu duygularsa eğer reaksiyonlar elbette ki kişiden kişiye değişebilir-. Biyografi düşkünlüğüm var mıdır? Özellikle değil ama arka planda tarihin bilmediğiniz ya da unuttuğunuz bir kesitinden ufak çapta da olsa bilgi sahibi olabilirsiniz sayelerinde ve bu da merak duygunuzu körükleyebilir ve sizi araştırmaya itebilir çünkü anlatılanlar kurgu değildir. Peki biyografik olmayan bir filmin dönemin ruhunu anlatan arka planı yok mudur? Vardır elbet ama birebir yansıtmayadabilir, ödevi de değildir. Ödev diye film mi çekilirmiş? Ne için, kim için film çekilir sorusunun cevabını vermem yakışık alabilir, almayadabilir. Biz en iyisi eleştirmenleri ikiye bölen filmimize dönelim yoksa tuhaf düşüncelerle dolu kafamla kafanızı daha beter karıştırabilirim. İyisi mi işte size “Jackie”:

images-5

Her şey bitmişken başlıyor film. Kırk altı yaşındaki JFK hiç afsız başına ve boynuna isabet eden kurşunlarla beyninin bir kısmı parçalanmak suretiyle olay yerinde anında ölmüş ve cenazesi Arlington Ulusal Mezarlığı’na büyük bir seremoniyle gömülmüş bile. Aradan çok uzun zaman geçmeden Billy Crudup’un eşsiz mimiklerle hayat verdiği bir gazetecinin röportaj yapmak üzere Jacqueline Kennedy’nin kapısını çalmasıyla Massachusetts, Hyannis Limanı’ndaki Kennedy’lere ait sayfiye evine misafir oluyoruz beraberinde. Daha kapıyı açar açmaz içine sindiremediklerini sıralıyor teker teker yaslı dul. Konuşmalarının çerçevesi çizilmiş oluyor böylelikle; yani JFK’in nasıl anılmasını istediği üzerine şekillenecek olan konuşmaları. Kocasının, yaptıklarının ve anılarının unutulmaması en büyük gayesi. Zamanında CBS kanalı için Beyaz Saray’a tur düzenlemiş ve bunun bir amacı olduğu düşünülmüş hep. Nesnelerin ve eşyaların insanlardan daha uzun ömürlü olduğunu ve bu şeylerin tarih, kimlik ve güzellik gibi önemli düşünceleri temsil ettiğini düşünen Jackie, bunu televizyonlarının karşısındaki milyonlarca Amerikalı izleyici için yapmış olduğunu söylüyor. İnsanların pek bilmediği huyundan bahsediyor. Kitap okumak ve okudukça da artan merakı. Bir şeyin yazılı olmasının onu gerçek yapıp yapmadığı tartışma konusuyken, televizyon sayesinde artık insanların her şeyi kendi gözleriyle ve tüm çıplaklığıyla gördüğünden bahsediyor. Tarih yazmak, yapmak kadar mühimken; yazan, yapana sadık kalmazsa eğer, değişmeyen hakikatin insanlığı şaşırtacak bir mahiyet kazanması içten bile değil diyen Atatürk’ün sözlerini çağrıştırıyor. Gözlerimizle gördüklerimiz ve ileriki nesillere miras kalan görsellik unutulmaması bir yana, anın değişmezliğini koruyor nesilden nesile aktarılan bir mirasmışçasına. Filmin bir kısmında Natalie Portman’ın canlandırdığı Jackie bize sarayı gezdiriyor uzun uzun. Yayını orijinal haliyle izleyip, Jackie ile Portman’ı karşılaştırdığınızda Portman’ın mimiklerde ve konuşmalarında ne kadar başarılı olduğunu ve üzerinde uzunca bir süre çalışmış olduğunu anlıyorsunuz. Bu kez yapımcı koltuğuna oturan Darren Aronofsky, Portman’ı gene Oscar’a taşır mı bilemeyiz ama kendisi bu filmde Black Swan’dekinden daha da başarılı. Natalie Portman yok, Jackie var sadece.

natalie-portman21

Jackie, Saray’ın gördüğü üçüncü en genç eş olarak suikast esnasındaki şaşkınlığı geçtikten sonra cenazenin nasıl olması gerektiğine dair güvenlik nedeniyle sık sık fikir değiştirmek zorunda kalmış olsa da, son derece mantıklı kararlar verip, aynı zamanda metanetini korumayı başarabilmiş. Kimine göre bir gösteriye dönüşen cenaze alayı ile birlikte hemen yanıbaşında da çok sevdiği Bobby ile beraber sekiz blok yürümüşler sükunet ve siyahlar içinde. Çocukları ise zırhlı arabanın içinden eşlik etmiş onlara. Yıllar yıllar önce, Oliver Stone’un çekmiş olduğu JFK’de ayrıntılarıyla anlatılan suikast, tetiği çektiren el ve derin devlet mevzuları üzerinden olaylar işlenmişti. Bu kez bir başka yönetmen farklı bir bakış açısıyla, kederli eşinin gözünden anlatıyor yaşananları. Kendisinin neler çektiğini görüyoruz. Hareketli kamera bir an olsun peşini bırakmıyor. Geriye kalan iki babasız çocuğun varlığını göstermek suretiyle empati kurmamızı, dolayısıyla işin bir de bu boyutunu görmemizi sağlıyor. Biliyoruz ki bu tip suikastlerde tetiği çeken el de kolaylıkla yok edilir tıpkı masum olduğunu haykırsa da, suikastten iki gün sonra kendisi de bir süre sonra yargılanma aşamasında kanserden ölecek olan bir başka mahkum tarafından öldürülecek olan Lee Harvey Oswald gibi. Bu ve benzeri durumları Sabahattin Ali’den, Uğur Mumcu’ya ve de günümüze dek pek çok defalar görmekte olduğumuz ülkemizde pek de yadırgamaz olduğumuz ve artık yazık ki normal karşıladığımız bir olgu haline gelmiş suikastlerde ölen ölüyor da, bir de geriye kalanlar  ve her şekilde mağdur olanlar var. Bilinçli ailelerin çocukları ve vakur kalmayı başarabilen eşler seviyeli bir öfke içinde yaşamaya çalışıyorlar, en azından ben öyle olduklarını tahmin ediyorum. Yoksa insan nasıl dayanır haksızlığın böylesine? Jackie’de aynı soruyu sorup duruyor kendi kendine ve nihayet bir rahiple paylaşıyor içinden yükselip gelen öfkeyi. Gazeteci, Jackie’ye Kennedy’lerin bir parçası olmak nasıl bir duygu diye sorduğunda, JFK’in durumunu özetliyor kısaca: abisini savaşta kaybeden Kennedy, onun gibi savaşa katılıp bir kahraman olarak dönmüş olsa da, insanlar önyargılar içinde onun refah ve ayrıcalıklarla dolu bir dünyaya doğmuş bir erkek çocuğu olduğunu görmüşler sadece. Kendi düşünceleri uğruna her şeyi feda etmiş adamın düşüncesi ise milletine hizmet etmekmiş. Suikastten beş yıl sonra sivil haklar mücadelesi veren avukat ve senato üyesi, aynı zamanda başkan adayı iken sürdürdüğü kampanyalar esnasında Robert “Bobby” Kennedy de(RFK olarak bilinir) benzer bir suikaste kurban gidince doğruluk ve dürüstlüğün aile bireylerinin şiarı olduğunu ve her birine ayrı ayrı çok yazık olduğunu düşünmeden edemiyor insan. İşte Kennedy olmak böyle bir şey. Bir çeşit uğursuzluk var üzerlerinde nesilden nesile geçen.

images-8
Filmde Kennedy’lerin iki yıl, on ay ve iki gün süren başkanlığı döneminde sanatla ve sanatçılarla olan bağları ve görkemli partiler söz konusu olduğunda, bir sosyete kızı olarak görülen Jackie’nin aynı zamanda entelektüel altyapısı ve mükemmelliyetçiliği de ortaya çıkıyor. Filmde belirtilmese de Jackie, George Washington Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Fransız dilinde okumuş ve medya tecrübesi var. El yazısını beğenmediği gazetecinin aldığı notları teker teker okuyor, beğenmediği yerlerin üzerini çiziyor. Zevk sahibi ve koleksiyoner aynı zamanda. Eskinin değerini bildiğinden bir zamanlar eşiyle beraber açık arttırmayla satın aldığı Lincoln’e ve eşine ait olan özel parçaları yatak odalarında kullanıyorlar. Yine yatak odalarındaki Lincoln ve eşine ait resimlerle bir yandan onlara duydukları hayranlığı dile getirirlerken, diğer yandan da benzer bir kader döngüsünde birleşiyorlar bir zaman sonra. Lincoln’ün dulu olarak adlandırdığı Mary Todd Lincoln’ün kocasını kaybettikten sonra parasız pulsuz kaldığını, sırf başlarının üzerinde bir çatı kalsın diye teker teker eşyalarını satmak zorunda kaldığını hatırlıyor kalabalığın ortasında. Aynı anda Kennedy ailesi kadınları cenazenin aile arsasına gömülmesi için baskı yapmakla meşguller başında. Halbuki son sözü söyleyecek tek kişi var, o da Jackie. Onun da Kennedy’nin duluna dönüşmesi beklenirken, hiç öyle olmuyor. Kendine özgü tarzı, herkesin sözünü dinleyip dinleyip en sonunda kendi kararını verişi, saçıyla, kıyafetleriyle bir moda ikonuna dönüşümünü dolayısıyla birinin dulu değil de “Jackie” oluşuna tanıklık ediyoruz ve tüm bunları çok çaba sarf etmeden yapıyor, zaten kendi de ne yaptığını bilmiyor o anlarda ve her şey öngörülemez bir planın parçasıymışçasına kendiliğinden oluveriyor. Çocuklarının okul masrafını çıkarmak, kendine yeni bir hayat kurmak için hesap yapmak zorunda hissediyor kendini bundan böyle. Travması bir yana bir de bunları düşünmek zorunda kalıyor. Yeni başkan, eski başkan yardımcısı Lyndon Johnson ve eşi daha uçakta başkanlık yemini edip birbirlerini kutlarlarken bir köşede duruyor çaresiz çaresiz tıpkı bakıldığı evden atılan yavru bir kedi gibi. Az evvel kucağında ölen kocasının simsiyah tabutunun başında şaşkın şaşkın oturuyor. Ona üzerini değiştirmesini söylediklerinde şiddetle reddediyor. Herkes görsün istiyor ne çektiğini. Odasında yalnız kaldığı ana dek kocasının kanı üzerinde başında, ipek çoraplarında, pembe takımında onunla beraber yaşıyor. Banyoya girip içlerinde kocasının kanı ve deri parçalarının olduğu tırnaklarını törpülüyor çılgınca. Ağlaya ağlaya çıkartıyor kanlar içindeki ipek çoraplarını. Duşa girdiğinde başından akan kanlar sırtına iniyor. Onlar kocasının kanları. Natalie Portman’ın ayna karşısında gözleri ağlamaktan kanlanmış, yüzündeki kanları silmeye çalıştığı ve bağıra bağıra ağladığı yakın plan sahnede özellikle, kadının neler çektiğini, ne kadar çaresiz kaldığını anlıyoruz. Bu senenin en iyi, en özel, en akıllarda kalıcı sahnelerine imza atmış bir yandan başarılı oyuncu. İnsanın içi parçalanıyor izledikçe. Hepimizin bir şok anında sevdiğini kaybettiğinde ya da kaybetmek üzereyken hıçkıra hıçkıra ağladığı bir an vardır muhakkak-yok demek, duygular alındığında öyle olur bazen ya da insanlığını kaybettiğinde-. Gerçekten mi yok?

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

İşin bir diğer acıklı olan yanı ise ne kocasının ne de kendisinin tüm bunların kendi başlarına geleceğini hiç düşünmemiş olmaları. En azından bu şekilde. Her şey iyi gidiyormuş onlara göre. Böyle bir zamanda ona teselli veren tek isim kayınbiraderi Bobby oluyor ve yemin töreninin Teksas’ta olmasını istediği için hedef gösterilmekten ötürü dertli o da kendince. Jackie, Bobby, ortalarındaki tabutta da JFK, cenaze aracının içinde giderlerken Jackie’nin şoföre yönelttiği soruyla bizler de Lincoln ve JFK haricinde iki Amerikan başkanının daha öldürülmek suretiyle yok edildikleri gerçeğini öğreniyoruz. James Garfield ve William McKinley, her ikisi de suikaste kurban giden iki başkanın isimleri belki kendi ülke vatandaşları tarafından biliniyor olsa da, adını yeni gelen nesillere taşıyacak olan rüzgar kapılarını çalmamış anlaşılan. Her zaman sevgiyle ve hep iyi düşüncelerle hatırlanacak olan Lincoln ve JFK var sadece. Ben size bunlar iyi, diğerleri kötü demiyorum, sadece ananları pek yok diyorum ya da hatırlayanları.

images-13

Bobby’nin tavsiyesi üzerine bir limuzinin içinde başlayan bilge rahiple konuşmalarında, Tanrı’nın zalim olduğundan yakınan Jackie’yi uyarmak zorunda hissediyor yaşlı adam, yoksa kederli başını Tanrı’yla daha çok belaya sokacağına dair. Bizlerse görüyoruz ki, dinler, mezhepler, yüzyıllar, ülkeler, kıtalar ve insanlar değişse de bazı şeylerin asla değişmiyor, değişmeyecek de. Avutan taraf itaatkar olmaya ikna ediyor karşı tarafı, aksi halde ters giden şeylerin daha da ters gideceğine bağlıyor durumu daha da güçleştirmemek için. Peki Tanrı neydi? Tanrı sevgiydi. Tanrı neredeydi? Tanrı her yerdeydi ve sonsuz bilgeliğiyle herkese bir görev vermişti, çekebilecekleri kadar acı ve sonunun ne zaman, ne şekilde geleceği bilinmeyen bir vade. Jackie ise küskün ve öfkeli ona karşı. Tanrı madem her yerdeydi, o zaman Jack’i öldüren merminin de içindeydi ve günlerini gizlenmekle geçiriyordu, ortaya çıkmak yerine. Aynı Tanrı, onun iki küçük çocuğunu, daha da bir sürü küçük çocuğu babalarından mahrum etmekteydi. Daha da ötesi içi boş vaatlerle dolu cennetinin başında beklemekteydi. İnancının yanında hayatını da sorgulayan Jackie, teki ana rahminde, diğeri doğumundan otuz dokuz saat sonra ölen iki çocuğunun kaybını sorguluyor önce. Sıradan hayatlar yaşayan ve öyle de adamlarla evlilik yapan kadınlara gıpta ettiğini, kendininse gözü açık uyuduğunu söylüyor. Saf saf itiraf ediyor en nihayet, cenaze merasimiyle ilgili tüm ihtişamın kocasını onurlandırmaktan çok, kendini avutmak ve meşgul etmek için kendi tasarısı olduğunu, bir sahnede belirttiği gibi bu durumun iş edindiği bir planlama olduğunu ve de her gün her sabah uyandığında ölmek istediğini. Son olaraksa birlikte yaşlanmayı ve çocuklarının büyüdüğünü beraber görmelerini istemenin çok fazla şey olduğunu yeni yeni anladığını. Şimdiye kadar görev almış Abd başkanları arasında Roma Katolik Kilisesi’ne mensup yegane başkanın JFK ve dolayısıyla ailesi olduğu bilgisini de burada belirtmek gerekiyor sanırım. Konuşmalarında sıklıkla Roma ve Yunan tarihinden örnekler veren ve genel olarak tarih okumayı seven JFK, tıpkı Kral Arthur ve Yuvarlak Masa Şövalyeleri gibi dünyayı kurtarmak için idealleri olan ve bunun için mücadele veren, yeri başka başka şekillerde doldurulacak olsa bile bir başka Camelot’un olmayacağını söyleyen Jackie ve beraber yapacakları tüm işlerin yarım kaldığını söyleyen Bobby rolündeki Peter Sarsgaard’ın çaresizliği çıkmıyor akıllardan.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Filmi giriş, gelişme, sonuç diye ayırmak bir yana, çok akılcı bir tercihle kesitlerle anlatımın yeğlenmiş olduğu görülüyor. Başlarda birbirinden bağımsız görünen bu sahnelerin son derece mantıklı bir kurguyla ilerlediğini görüyoruz. Gazeteciyle Jackie’nin evin çeşitli bölümlerinde geçen diyalogları, Jackie’nin ilk defa sarayın kapılarını açıp televizyoncular vasıtasıyla uzuun uzuun bu masa, bu sandalye bu da peçete som altından işleme diye anlattığı, kısaca halka burası sizin de eviniz dercesine gösterdiği sahneler, suikast sonrasında uçakta, Beyaz Saray’da yaşananlar ve cenaze korteji yürüyüşü, Jackie’nin bir başına kaldığında veya Bobby’le bir araya geldiklerinde birbirlerini mutsuz eden itirafları, öfke patlamaları, Jackie’nin rahiple konuşup içini döktüğü, nasihat aldığı ve bu vesileyle aralara serpiştirilen beş çok önemli sahne, suikastin apaçık işlendiği sahne ve Jackie’nin en mutlu günlerimizdi dediği saray günlerinden geriye kalan “küçücük, parlak bir an” olarak bir partideki yanak yanağa dansları. Tüm bu parçalı anlatımsa kurgusal anlamda filmi değerli, olayları ise daha anlamlı kılmış ve güç vermiş. Başına oturup izlemeden önce çok nazlanıp, tıpkı benim gibi bir parça burun büyüklüğü ile yaklaşacağınız, bu sene Larrain’den Neruda varken Jackie de kimmiş, biri şair diğeri JFK’in dulu diyeceğiniz ama sonra sonra fikrinizi değiştirecek çok önemli anlar yakalayacağınız, yakalayamazsanız da eğer bu satırlara kadar okuyup yazık oldu yüz dakikama, lanet olsun sana deyip, şahsıma ve yakınlarıma ettiğiniz küfürleri kabul etmekten başka çarem olmayacaktır şu aşamada, canınız sağ olsun. Daha da ne denir ki?

-Jacqueline Kennedy Onassis’i nasıl bilirdiniz?
-Tayyörlerinin içinde zarif ve narin bir hostesi andırırdı.
-Önceliğim fiziksel özellikleri değildi.
-JFK’den sonra gidip Yunan armatör Onassis’le evlenmesini içime sindirememiştim.
-Annem gibi konuştun. Önceliğim medeni hali de değildi bu arada.
-Bak annen de sindirememiş
-Annem seksen yaşında.
-Allah daha çok versin.
-Konumuza dönebilsek.
-Kişiliği hakkında bir fikrim yoktu ki. JFK’in karısı, iki çocuk annesi, bir de Marilyn kısmı var tabii. Kaldı ki filmde bahsettiği şeytanlardan biri de o olsa gerek.
-Bilmiyorum film Jackie’yi anlatıyor, Monroe’yu değil.
-Ağzımdan duymak istediğin şey Jackie’yi sevip sevmediğimse eğer, sevdiğimdir. Çok da üzüldüm yaşadıklarına. İki çocuğu yaşamamış. Yaşayanlarsa yetim olarak büyüyecekler. Film süresince ne zaman ki şoku bir parça atlatıyor, ben ne olacağım demeye başladığını görüyoruz. Bir günde eski ve dul bir başkan eşine dönüşüvermek kolay değil ki. Kaldı ki kocan bir suikast sonucu mutlak ölüm için özellikle baş ve boyun bölgesi hedef alınmak suretiyle öldürülüyor, otopsi yapılıyor, olay herkesin gözü önünde cereyan ediyor ve sen bir arabanın içinde, kucağında kafası dağılmış kocanla en yakın hastaneye götürülüyorsun. Kafasından koparak üzerine düşen parçanın rengini hatırlıyorsun. Bir gece yatıp, bir sabah uyanamamak yok bu anlattıklarımda. Kısa bir zamanda tüm hayatın alt üst oluyor. Hiç tanımadığın adamlar eşyalarını toplamaya koyuluyorlar evin dediğin ama aslında sana ait olmayan bir yerden. Ne gideceğin yer belli, ne de geleceğin. Bir kocan vardı, artık yok. Sıradan bir adam olmaması da cabası. Başkanla evlenme derken haklıymışsın Jackie. Bir de can havliyle arabanın arkasından gitmeye çalıştığın anlar var, kocanın kafası ikinci gelen kurşunla dağılmışken. Koruma bir kartal gibi aracın arkasına tutunarak, ivedilikle hastaneye gitmeleri emrini veriyor şoföre. Sağduyusuyla senin arabadan çıkıp nereye gittiğini bilmeden sağda solda çığlık çığlığa koşturmanı engelliyor.
-Ne iş yaptığın önemli değil, o işi iyi yapıp, en iyi olman mühim lafına geliyoruz bir kez daha. Koruma mantıklı bir kararla bir arada kalmalarını sağlayıp toparlayabilmiş hepsini, biri ölü, biri yaralı, biri de firardayken.
-Aynen öyle. Bir de bazı kadınlar bir erkekle tamamlanmış hissederler kendilerini. Jackie’nin her defasında şeytana uyup uyup dönen kocasını affettiği anlaşılıyor ama yalnız bir hayat düşünemiyor. Etrafındaki insanlara bana ne olacak, çok korkuyorum derken, ona çok genç olduğunu ve önünde uzun bir yaşam olduğunu söylüyorlar, John Hurt’ün canlandırdığı bilge rahip ve Greta Gerwig’in canlandırdığı Kennedy’lerin özel sekreteri Nancy Tuckerman da dahil olmak üzere.
-Greta Gerwig bana Gülse Birsel’i çağrıştırır nedense.
-Olabilir. Çağrışımlar için neden bulmak zorunda değiliz.
-Değiliz, değil mi?

 

WordPress.com'da Bir Blog Açın.

Yukarı ↑