THE BRAND NEW TESTAMENT

brandnewtestament

THE BRAND NEW TESTAMENT

“Hayatımızın geri kalanıyla ne yapacağız?”

“Hayat bir buz pisti gibi. Birçoğu düşer.”

“Babam Tanrı. Onun evinden kaçtım. Altı havari bulmalıyım. Sen birincisisin.” Ea

BAŞLANGIÇ :

Başlangıçta bunun başlangıç olduğunu bilemezsiniz. Bir şeyler oluyordur. Sonra birden bire yok olurlar. Sonra sormaya başlarız onlar nereye gittiler, biz nereden geldik, nereye gideceğiz diye. “Yepyeni Ahit” ise Tanrı nedir, nerededir, kalplerde midir, yükseklerde midir sorusundan çok çok uzak, Tanrı insan olsaydı varsayımıyla hareket eden ve Brüksel’de ağzına fermuar taktığı evhanımı eşi, asi küçük kızı ve ondan da asi oğul’undan geriye kalan biblosu ve Babil Kulesi’ni andıran kasalarla çevrelenmiş çalışma odasında, bilgisayarının başında kaderleri yazarkenki haliyle hayal edebilecek kadar esnekseniz eğer, bu filme bir göz atmakta fayda var. Ama yok benim tanrım insan olamaz, ağzında sigara önünde içki şişeleri, binbir eziyet yaşadığımız kaderlerimize binbir keder yükleyen ağzı bozuk, aksi, kaba saba bir adam olamaz diyorsanız da yol yakınken dönün derim bu sevdadan. İki saat boyunca yönetmenine ettiğinden, senaristine de yazmış olduğu şeytan ayetlerinden ötürü söylenip durmakla bir yere varılamayacağından her şeye anlam katmaya çalışan ve bu uğurda kendini yitiren insancık için(kendimi buldum diyen herkesin bulduğu her neyse, eskiden olduğundan başka bir şey oluyor çünkü) boşa zaman kaybı ve sinir harbi olacaktır. Gerçek kaderleri yazansa kısa tutmuş olabilir sirk hayatlarımızı. Hiç düşünmedik belki ama kurtarmaya çalıştığımız insanlar kurtarılmalı ya da tedavisi yapılmalı mıydı? Önceden ısırdığımız parçaların yerine, elimizde iğne iplik dikmeye çalışıyoruz açık yaraları kibar kibar. “Vicdan rahatlar mı hiç bu şekilde?” Sonunu göremediğin bir hayatın içinde, döngünün nerede son bulacağını bilmezken, düşüncesiz sirk hayvanlarından farkın ne? Bu bir film sadece. Hebdo’nun çizdikleri de karikatürdüler sadece. Aşırı sıcak kan, Radikal İslam ve hoşgörüsüzlük…Bom. Ba.

images-153

Çok büyüttüğümüz, bir sürü anlam katmaya çalıştığımız, varoluşumuzun nedenlerini düşünmekten kütüphaneler eskittiğimiz ya da yaktığımız şey bir hiç belki sadece. Dinlerse tek bir din aslında özünde, yoksa aynı şeyi söylemezlerdi kutsallık çizgisinde yüzyıllar geçmiş olsa da birbirlerinin üzerinden. Bir gün bir ceninsin yumuşacık duvarların içinde. Ne yerse seni koruyup gözeten, yiyorsun sen de sessizce. Gün gelip de çıkman gerektiğinde yani sesini duyurma günün geldiğinde uzatıyorsun başını dışarıya minik omuzlarının üzerinden. Sonra da başlıyorsun ümitsizce büyümeye; çocuk olayım, genç olayım, eş olayım, baba olayım ya da anne, işimi kurayım, emekli olayım, giderayak iyi de bir kul olayım diye. Sevileyim, seveyim, her işin üstesinden gelebileyim, bunu da bütün dünyaya gösterebileyim, iyi arkadaşlarım, süper akrabalarım, son model arabalarım, en güzel benim karım, en havalı en zengin benim kocam olsun, ailem ayakta dursun, çocuklarım hayırlı olsun, damatlarım adam olsun, gelinlerim edepsiz olsun(pardon klavyem sürçtü, erdemli diyecektim) diye. Tek yaptığın ışığa doğru ilerlemek. Ölmeye çalışıyorsun kibarca bir an evvel. Ama söyleyemiyorsun kimselere. Ölümse düşünürken kolay sadece. Ölürken çırpınıyor herkes gitmesem olurdu daha diye. Ama bir nedeni vardı tüm bunların, bütün bu yaşananların; yoksa ana rahmindeki cenine dilediği simayı veren, bütün sebepleri yaratmazdı. Bunlar benim naçizane düşüncelerimdir, zahmet edip de okumak gayreti içerisine girenler için. Şimdiyse gelelim bir başka bölüme ve elbette ki filmimize:

images-75

images-210

YARADILIŞ :

Ea, Tanrı’nın kızı olarak ağabeyinin firarından sonra annesi ve babasıyla aynı evde yaşıyor. Tanrı ona ve karısına çok fena davranıyor. Sindirilmiş annesi, insanların çok konuştuğu oğul İsa için masaya bir tabak koymaktan hiç vazgeçmiyor, bir gün döner diye. Dünyayı yaratmazdan önce can sıkıntısı yaşayan Tanrı ise, bu yüzden Brüksel’i yaratıyor. Sonra da hayvanları. Ama Tanrı’nın sıkıntısı dinmiyor. Yarattıklarıyla da işler yolunda gitmiyor ve ilk önce erkeği/Adem’i yaratıyor kendi suretinde. Sonra da Havva’yı gönderiyor peşinden. Nesiller, ırklar genişliyorlar dünya üzerinde. Ve yine canı sıkılan Baba “Savaşın” diyor Tanrı için, Allah için, Baal için. Acı ve ıstırap çektirdiği oyuncakları yapıyor onları. Yangın, yağmur, çokça sefalet ve azıcık mutluluk bahşediyor insanlara. Yeni yeni başağrısı yasalar yazıyor madde madde: “Diğer sıra her zaman daha hızlı ilerler” gibi. Ya da “Bela teker teker gelmez” gibi. “Eğer bir gün bir kadına aşık olursan muhtemelen hayatını onunla geçiremeyeceksin” Bir başkası ve en acıklısı içlerinde.

Üç odalı, tam donanımlı, mutfak ve çamaşırhaneli bir apartman dairesinde oturan Ea bir türlü babasının istediği gibi bir kız olamıyor. Çizilen tablodaki Tanrı bir parça gaddar ve güç hastası. Öyle ki bir gün geliyor ve kendi öz kızını kemerle dövmekten çekinmiyor. Canı yanan Ea ise acı içinde intikam almaya karar veriyor. Ve onun hayatını mahvetmek üzere çantasını hazırlayıp yola koyuluyor.

1218422_The Brand New Testament 1

downloadfile-34

GÖÇ :

Ea ilk önce odasındaki İsa heykeliyle konuşuyor ne yapacağına dair. Beraber annelerinin sevdiği beyzbol takımı oyuncu sayısına eşdeğer olan on iki havarinin on sekize tamamlanmasına karar veriyorlar. Altı havariyle yepyeni bir Ahit yazmasını tembihliyor ona İsa. Ea babasının bilgisayarına girerek tüm insanlara cep telefonları aracılığıyla kaç günlük ömürleri kaldığını mesaj olarak gönderiyor. Yaşam süresinin önceden bilinmesi imkansız diyen doktorlar bir yana, belirlenen gün ve saatlerde ölümler gerçekleşiyor bir bir. İnsanlarsa tek bir soruyla kalakalıyorlar ortada: “Hayatımızın geri kalanıyla ne yapacağız?”

Ea bir Ateist. Ölümden sonra bir şey olduğuna inanmıyor. Ona göre cennet burada. Adem hemen buraya gelmiş. Kardeşi İsa’da öyle. Süratle yeni dünyaya adapte olan Ea’ya yolculuğu esnasında kendisine yardımcı olması için bir yazıcı olan Victor eşlik ediyor. Bir evsiz. Ea ona ne zaman öleceğini sorduğunda, telefonu olmadığı için bilmediğini söylüyor. Yepyeni Ahit’i yazması için küçük notlar alıyor kendince. Öte yandan aynı anlarda Tanrı’nın tek korkusu yavaş yavaş gerçekleşiyor ve Ea tıpkı ağabeyi gibi havarilerini topluyor etrafında. Altı havariden ikisi kadın. Bir tanesi çocuk ve kalan üçüyse erkek.

images-120

The-Brand-New-Testament

images-202

 

İlk havari Aurelie tek kolunu metroda trene kaptırmış ve 600 gramlık silikon bir kolla yaşıyor o gün bugündür. Münzevi bir hayat yaşıyor ve bir sürü de hayranı var aynı apartmanı paylaştığı. Çoğu ona aşık. Ea ilk teklifi Aurelie’ye götürüyor. “Babam Tanrı, onun evinden kaçtım, altı havari bulmam lazım, sen birincisisin” diyor. Ea’ya göre herkesin bir kendi iç müziği var ve Aurelie’ninki sevgi dolu Handel oluyor. Ona senin için bir rüya yaratacağım derken “Lascia ch’io pianga” eşliğinde yıllar önce kopmuş olan eli masanın üzerinde müziğe uyumlu bale yapıyor, Aurelie gözyaşları içinde kalırken. İki el yıllar sonra birleşiyor o kısacık anda Ea sayesinde. Bu anlar filmin en güzel sahnesiydi benim için.

downloadfile-42

Kızının yaptıklarını televizyondan öğrenen baba soluğu dünyada alıyor. Sivri dili ve geçimsizliğiyle kök söktürüyor herkese. Rahibi çıldırtıyor. Herkesi çıldırtıyor. Doktoru dövüyor, sayısız kez dayak yiyor. Öz oğlunun kendini bir papağan gibi askılığa çiviletmekten başka bir şey yapmadığını söyleyiveriyor. Kendi koymuş olduğu yasalar başına dert açıyor. Her bir havari eklendikçe İsa’nın Son Akşam Yemeği tablosunda yeni yüzler belirmeye başlıyor. Ve evinde oturup, sakin sakin iş yapan anne en nihayet bilgisayarın başına geçiyor ve kendi dünyasını yaratıyor. Rengarenk çiçek desenleri yapıyor gökyüzüne. Yerçekimini kaldırıyor, küresel ısınmayı durduruyor. Tepegözler yaratıyor. Erkekler hamile kalıyor bundan sonra. Aurelie Francois’yı hamile bırakıyor. Ondan kıllı bacaklarını traş etmesini istiyor. Benim, şahsen sevdiğim ikinci sahneydi. Dünya, saf bir kadının elinde çok daha iyi bir yer haline geliyor. Baba’ya gelince Özbekistan’daki çamaşır makinesi üreten bir fabrikada evine dönmenin yollarını arıyor çaresizce. Yepyeni Ahit’se çoktan yazılmış bile. Yazarı Victor bir kitabevinde imza gününde.

szDKu13hIAGR6o45_3SaGO0gRqnVKwCyVycnOC6cUAFq4GzK-NvJCRvEv9lDeHMm9Z22kbApqx3f0Ofb0IRIb-Cg2BhDrk7Siqn-F-_OTXAw=w590-h249-nc

images-164

LeToutNouveauTestament

226788

images-207

Ben en çok filmin müzik seçimlerini beğendim. Klasik eserlerin ardından Charles Trenet’den ” La Mer”, Adamo’dan “Tombe la neige”i duymak insanın içini ferahlatıyor zaten genel çizgisi ferah ilerleyen filmde. Bol ödüllü Mr. Nobody’nin yazar ve yönetmenİ Jaco Van Dormael’den başka bir özgün ve enteresan film daha izlemiş oluyoruz yıllar sonra.

WordPress.com'da Bir Blog Açın.

Yukarı ↑