BLADE RUNNER 2049, TÜRKİYE 2017

FDB930A3-2785-43C8-BA72-71BC1D2EBD22

BLADE RUNNER 2049, TÜRKİYE 2017 :

“Yaşamlarımız, yaklaşan fırtınanın yanında hiç kalır. Doğru amaç uğruna ölmek, yapabileceğimiz en insancıl şey olabilir.” Freysa

“Hepimiz gerçek bir şeyler arıyoruz.” Teğmen Joshi

“Bazen birini sevebilmek için yabancılaşman gerekir.” Rick Deckard

Ne olduğumuzu bile bilmeden benliğimizi kaybetmekten korkuyoruz.” Niander Wallace

“Tüm medeniyet sıçramaları feda edilebilir iş gücünün sırtına kurulmuştur.” Niander Wallace

İlk filmin üzerinden dile koy otuz beş yıl geçmiş. Harrison Ford ilk film çevrildiğinde kırk yaşındaymış. 2049’un vizyon tarihinde yetmiş beş yaşına basmış. İlk film çevrildiğinde ben yedi yaşındaymışım, şimdi kaç yaşında olduğumsa beni ilgilendirir. Mühim olan Harrison Ford’un yaşıdır çünki. Seksen iki yılında ülkemizde ve dünyamızda-hepimiz kardeşiz çünki, neler olmuş bitmiş, o günlerle bugünleri kıyaslamak açısından zaman tüneline girip bir daha çıkmamayı umarak ufak çapta bir değerlendirme yapalım istedim, buyurunuz: Bakınız Yılmaz Güney’e, komünizm propagandası yapmaktan gıyabında 7,5 yıllık hapis cezası verilmiş. Yetmemiş Fransa’dan Güney’in iadesi istenmiş. Bir hafta sonra senaryosunu kendisinin yazdığı fakat çekemediği “Yol” filmi Cannes Film Festivali’nde Costa Gavras’ın “Kayıp” filmiyle Altın Palmiye’yi paylaşınca ortalık durulsa da, bu sefer de aralık ayında yine “gıyabında” bir yazısı nedeniyle 7,5 yıl hapsi istenmiştir. Bir adamdan bir sene boyunca “gıyabında” ne çok şey istenmiştir böyle! Aynı sene Barış Derneği’nin 44 yöneticisi gizli örgüt kurmak, yönetmek, suç sayılan fiili övmek(o fiil neymiş biz de merak ettik), komünizm ve bölücülük(klasik) propagandası yapmakla suçlanmışlardır. Ecevit’in de aynı yıl Nevşehir Emniyet Müdürü’ne “Sen nasıl müdürsün?” diye hakaret etmesinden ötürü hakaret var denmiş, ifadesi alınmış; sonraki yıllarda da sırasıyla tutuklanmış, hapse mahkum olmuş, cezası ertelenmeyince de Ankara Merkez Kapalı Cezaevi’nin yani Ulucanlar’ın tadına bakmak üzere yola koyulmuştur. 15 Ekim’e kadar da paşa paşa aynı yastığa baş koymuştur. Aynı sene Asala çıldırmış, Kastelli çıldırtmıştır. TRT aslanlar gibi haftanın iki günü renkli televizyon yayınına başlamıştır. 2 Kasım’da çok daha enteresan bir vaka yaşanmıştır: “MEB, yatılı öğrencilerin yemekten hemen sonra, “Tanrımıza hamd olsun, milletimiz var olsun” demesini uygun görmüş olup, aş olayına uhrevi bir boyut kazandırmıştır. Bütüüün bu anlamlı günler ve geceler sonrasında halkımız, farkına varamadığı toplu cinnet olayından 1982 Anayasa’sını yüzde 91,3 evet oyuyla kabul edip, minnetini ve sağduyusunu göstererek sıyırmış olup, bu anayasa ile hemen ertesi gün Kenan Evren Cumhurbaşkanı ilan edilmiştir ve bir kez daha: “Tanrımız hamd olmuş, milletimiz var olmuştur”. Böylelikle memlekette ne sol kalmıştır ne de solcu. Ümmetimiz delice fedakarlıklar ederek rahat ve feraha erer olmuştur. Seksen iki’nin özeti budur canlar. Bu arada kendisini unuttuk sanmayın; puslu bir sonbahar akşamı Rahmetli Ecevit, hava kararmaya yüz tutmuşken sessiz sedasız mapushane damlarından kurtulmuş, özgürlüğün yolunu tutmuştur. Askerlikte kurulan dostluklar gibi unutulmayan bu günlerden kendisine gardiyanıyla kurduğu sıkı ilişkinin meyvesi olarak, bir gün nikah şahidi olmak düşmüştür. Ümit Besen’in aynı sene “Bayramın Olsun” adlı albümünün içinde yer alan parçası “Nikah Masası” da yine bu sene dinleyiciyle buluşmuştur. Dünyaya dönecek olursak, Sabra ve Şatilla Katliamı yaşanmıştır. Bugüne gelecek olursak kendi adıma Kudüs’ü görmek için İsrail vizesi almaya çalışmanın anlamsızlığını Filistin’in çaresizliğini bildikten sonra bırakmış bulunmaktayım.

Blade Runner 2049’un vizyon tarihi olan 2017’den bugüne dek bir sene boyunca neler olduğuna bakacak olursak, yıla Reina saldırısı ve gittikçe artan ölü sayısıyla girdiğimizi görmekteyiz. Birkaç gün sonra bu sefer de İzmir adliyesi girişinde bir saldırı gerçekleşmiştir. Aynı saldırıda bir de gerçek kahraman ölmüştür. FETÖ’den tutuklamalar gırla giderken, 15 Temmuz 2016 hain darbe girişiminde kahraman olarak haberlere konu olmuş, ödül ve madalya verilmiş Yüzbaşı Burak Akın-ne akla hizmetse, ben de FETÖ’cüyüm diyerek polise teslim olmuştur(vicdan yaptığını düşünmekteyim). Her neyse vatandaşlık dersinde, Hatun Tuğluk sayesinde insanlık onuru konulu kompozisyondan sıfırı çekmişizdir, e bize de bu yakışır. Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan bir adam gitmiş, yerine bir adam gelmiştir. Topbaş da gitmiştir, yerine Uysal bir insan gelmiştir. Ön ismini öğrenmek kısmet değildir. ABD ve Türkiye karşılıklı olarak vize başvurularını süresiz askıya alınca, Samsun Berberler Odası tepkisini ortaya koymuş ve Amerikan traşı saç kesimi modelini il genelinde yasaklamıştır(bu senenin en anlamlı ve en dahiyane çıkışı olmuştur, kendilerini biz bunu neden daha önce düşünemedik diye kutluyoruz). 30 Eylül’de Somali’nin başkenti Mogadişu’da elli milyon dolarlık Türkiye’nin en büyük askeri üssünü açmışızdır(biz zengin bir ülkeyiz), on beş gün sonra Mogadişu’ya bomba yüklü bir araçla saldırı düzenlenmiştir. Suudi Arabistan vere vere Sophia adlı bir robota vatandaşlık vermiştir. Katalonya nafaka talep etmeksizin evleri ayırmak talebiyle mahkemeye başvurmuştur. Ve Melih Gökçek 8617 günlük bir tarih olmuştur. Diyanet İşleri On Kasım cuma günü Atatürk’ü unutmuştur. Demans alzheimer’a doğru amansızca yol almıştır çünkü. Ama ABD Zarrab’ı unutmamıştır. Halk oyunları yarışması için Macaristan’a giden ekip giderken on altı kişiyken, ekmek kırıntılarına musallat kuşlar yüzünden beş kişi olarak ülkeye dönebilmiştir. On bir firarinin akıbeti ise bilinmemektedir. Onlar kim, o da bilinmemektedir. Trump neden böyle diye soranlar için, genetik olma olasılığı üzerinde duruyoruz denmiştir. Ya Terim deyince, Çeşme eser ondandır cevabını almışızdır. Ve Vikipedi’ye halen daha ulaşılamamaktadır. Unutmadım. Tırlarla koşan Berberoğlu için bir başka oğul  Kılıçdaroğlu hızlı tren yerine hızlı adım yolunu tercih ederek İpek Yolu’nun izinde Angara’dan yollara düşmüş olup Kaygusuz Abdalların, Pir Sultan Abdalların izini sürmüştür. Yüzyılın en sıcak günlerinde attığı toksinlere değmiştir umarız. Herkesi kucaklıyoruz ama herkes tarafından kucaklanmak istemiyoruz. Ya da herkesi kucaklıyoruz ama herkes bizi kucaklamaz olmuş gibi geliyor. Bu da bir başka paradokstur. Karşılıksız aşk da bir paradokstur. Sen seviyorsun, o sevmiyor filan. Ben de bir klişeyim. İzleri takipteyim. Tarihe öyle not düşülsün. Sizi seviyorum, çünkü sizi tanımıyorum. Siz de tanısanız, beni sevmezdiniz. Biliyorum. İyi seneler.

0704A488-F912-4EA1-A537-5AF42C084357

2B04C248-2707-4D0D-9A8C-A09FDD6DC19F

E5ED97AD-A593-4831-BD3E-F36E63E32784

BİRAZ DA BLADE RUNNER 2049 :

Ridley Scott’ın izinde ama çok başka bir üslupla, ilk filmin de senaryo yazarı olan Hampton Fancher’ın melankolik dünyasının merkezinde, Roger Deakins’in olağanüstü görüntü yönetimi, eşsiz set tasarımları eşliğinde sisli puslu bir havada, ot bitmeyen ağaç yetişmeyen kurak diyarlarda bizi kabus gibi bir distopik dünyaya götürüyor yönetmen. Denis Villeneuve’ün tartışmasız şimdiye dek çektiği en iyi filmdir. Melankolinin, bu kadar gerçekçi bir şekilde, yalnızlıktan kurtulamayan ana karakterden tüm filme sirayet ettiği bir başka film izlememiş olabilirsiniz. Böyle bir gelecek düşünmek istemiyor insan. Filizlenen tek bir umudun peşine düşmüş insanların yanında, böyle küçük bir umut ışığıyla teselli bulması mümkün olmuyor izleyicinin de. Yönetmenin provokatif olmayan üslubu, sizi usulca kederlendiriyor.

2049 Kaliforniya’sında geçen filmde uçan arabalar kilometreler boyunca kurak coğrafyalar üzerinde gidiyorlar. Replikantlar yani tasarlanmış biyo-mühendislik ürünü insanlar gelişmiş güçleri sayesinde kusursuz birer köle olsalar da, şiddetli isyanlar çıkarınca üretimleri yasaklanmış bir zaman önce. Tyrell şirketi iflas edince, filmin kötü adamı Niander Wallace, şirketten geri kalanları alarak itaat eden yeni nesil kopyalar yaratmış. Eski model kopyalar olan Nexus 8’ler de avlanarak emekli edilmişler. Bu avcılarsa bilinen isimleriyle Keskin Nişancı yani Blade Runner’lar. Filmin ilk dakikalarında LAPD memuru K’nın davetsiz misafir olarak avlamak üzere evine gittiği Nexus 8’lerin sonuncusu Sapper Morton’ın ağzından dökülen bir cümle içine işleyecek ve filmin sonuna dek şekil verecekti davranışlarına. Sen hiç mucize görmemişsin diyecekti ona Sapper Morton rolünde Batista, ölmeden önceki son dakikalarında. K ise evin yakınında bulunan bir ağacın altına gömülü bir kutu bulacak, içinden çıkan kemikler ve saçlar incelendiğinde 30 sene önce gömülmüş bir kadına ait oldukları ortaya çıkacaktı. Hamile olan kadını duygusal nedenlerden ötürü gömme zahmetine katlanıldığı anlaşılacaktı. Kadın kopya olsa da, hamile kalabilmiş ve bu da şimdi otuz yaşında olan bebeğin doğarak dünyaya geldiğini göstermektedir. Yani bir ruhu olduğunun kanıtıdır. Wallace Şirketi Dünya Genel Merkezi’nin içine gittiğimizde karanlıklar prensi Niander Wallace’la birlikte dişi bir kopyanın jelatinden düşüşüne şahit oluyoruz. Yağlı salçalı(kan ve sıvı) yeni bir model jelatinin içinden kaygan bir zemine düşüveriyor. Tıpkı yeni doğmuş bir bebek gibi hareket ediyor. Bedenini hiç bilmediği bir dünyadaki tehlikelerden korumaya çalışıyor. Fakat Wallace’dan koruması mümkün olmuyor. Wallace tek bıçak darbesiyle rahmini parçalıyor. Böylelikle doğurganlığını alıyor elinden yeni doğanın. Sonra da en sadık elemanı Luv’dan doğmuş olan çocuğu bulup ona getirmesini istiyor. Memur K ise bir kadından doğma çocuğun kendisi olduğundan şüpheleniyor bir yandan, öte yandan bu doğruysa eğer hayatı boyunca kendisi gibi birisi tarafından aranıyor olma gerçeği ile baş etmeye çalışıyor. Zira aynı DNA’ya sahip bir kız bir de erkek çocuk dünyaya gelmiş. Kız, ölmüş ya da ortadan kaybolmuş olmakla beraber, erkek çocuk yetimhaneye verilmiş ve kendi çocukluk anılarından aklında kalan şeyse yetimhanede geçirdiği zamanlar oluyor K’nın. Bu anıların gerçek mi yoksa yapıştırma mı olduğunu öğrenmek üzere de, Galatian Sendromlu ve bir cam fanusun içinde yaşamakta olan anı üreticisi Ana Stelline’ne başvuruyor ve o da onu teyit ediyor anılarının geçek olduğu hususunda.

62CCC713-C884-4DDA-B4E3-A42AB6FC1537

4A7BF23A-042A-47AF-B598-1EB64F20E78F

Tüm zor zamanlarında Memur K’nın yanında olan ve bir yazılımdan ibaret olan Joi de uzaktan kumandanın tek tuşuyla yok olabilecek bir ürün sadece. Tam manasıyla tatmin etmese de, K’ya teselli veriyor bir şekilde. Bir seri numarası ve harften oluşan K’ya gerçek insan ismini veren de o oluyor. “Joe” diyor ona. Filmin son bir saatinde karşımıza çıkan Rick Deckard rolündeki Harrison Ford’la aralarına “Elvis” giriyor. Sinatra ve Marilyn Monroe ile birlikte bir efsane olarak kalacaklarının bir tahmini sadece. Rick, Rachael’dan-ilk filmde Sean Young tarafından canlandırılmıştı- olma çocuğuyla hiç tanışmamış. Onu hiç görmemiş. Bu şekilde ancak çocuğunu koruyabilmiş. Nitekim tüm bu gizemi aralayan kişi olan K yüzünden Wallace doğurulmuş olanın peşine düşüyor.

Çocuk işçi çalıştıran ve koloninin başı olan tek gözlü Freysa bir zamanlar çocuğun saklanmasına yardım etmiş. Çünkü bir mucizeye tanıklık ettiklerinin farkında imiş hepsi. Çünkü o bebek, bir köleden fazlası olduklarının kanıtı imiş aynı zamanda. Ve eğer bir bebeğe hayat verebiliyorlarsa, kendi kendilerinin efendisi olduklarının da bir kanıtıymış bu özel durum aynı zamanda. Ve kim bilir belki de insanlardan daha insan olduklarının. Yaklaşan bir devrimin müjdesi olan bu gelişmeler, insanlarını özgür kılabilmeleri açısından da mühim. Fakat bir başka mühim gerçek daha var ki aranan bebeğin bir erkek değil, bir kız olduğu, şimdiyse otuzlarında bir kadın olduğu ve K’nın beklentilerinin de boşa çıktığı. Onun gibi binlercesi de inanmak istemişler o bebeğin kendileri olabileceğine ve hep bir umut içinde yaşamışlar. Herkes bir mucizenin fakat en çok da kendi mucizesinin peşine düşmüşken, aralarında tek mucize beklemeyen kişi de mucizenin kendisi çıkıyor filmin sonunda. Tüm bu açılardan bakıldığında film senaryo açısından da beklentileri boşa çıkarmamış oluyor. Ryan Gosling, Dave Bautista(kısacık rolüyle akıllarda kalmayı başardı, filmin bir başında vardı, bir de sonunda), naif görüntüsünün aksine güç timsali Niander Wallace’ı başarıyla canlandıran Jared Leto ve tüm aktörler varlıklarıyla göz doldurdular yeterince. Dediğim gibi Villeneuve’ün filmografisini Incendies’den beri takip etmekteyim ve filmlerini bir nedenden ötürü her zaman çok beğendim. Benim için en zayıf halka olan Arrival’la birlikte bilim kurgu ummanına dalan yönetmeni bu son filminden sonra daha çok takdir ettim. Güçlü bir prodüksiyonun, ağır bir konunun ve ağırlaştırılmış ritmin altından kalkabilmeyi, görselliği ön plana koyarak, diyalogdansa duyguları aktarmayı başarabilen atmosfer yaratarak yapabildiği için bu senenin güçlü bir Oscar adayı olduğunu da düşünmekteyim.

242EF444-0480-466A-BA8B-95F2631ABC31

AD4D83B0-1B09-420B-BB90-85BEB6178E27

“Z” ÖLÜMSÜZ

images-315

“Z” ÖLÜMSÜZ

“Her zaman bir suçtan çıkar sağlayanlara bakmalı.”

“Gerçek kişilerle herhangi bir benzerlik kasıtlıdır.”  Filmin giriş cümlesi

“Rusya’da insanlar ev alamaz, grev yapamaz. Totaliter bir rejim ezer onu. Birey devletin malıdır.”  Rus göçmen Dumas

Siyasi filmleriyle bilinen yönetmen Costa Gavras’tan, En İyi Yabancı Dilde Film dahil iki Oscar almış, üzerinden 47 yıl geçmiş olmasına rağmen temposu, kurgusu, müziği, oyunculukları ve olayların aşinalığıyla hiç eskimemiş bir filmle yüzleşiyor insan iki saat boyunca. Yüzleşmeden kastım çarpıcı, yaşanmış ve kötülerin cezalandırılma mekanizmasının ne kadar zayıf kaldığına ve siyasi cinayetlerin altında yatan nedenlere, okumanın değersizleştirilmesinin her kıtada, her yüzyılda insanın yüzüne bir tokat gibi çarptığına şahitlik ediyor oluşumuzdan biraz da. Hala daha tam olarak nasıl gelişip, yeşerdiğini kavrayamadığımız bir darbe girişimini ülkecek üzerimizden atamamışken ve her yeni gün daha kötü günlerin habercisiyken, komşu topraklardan gelen yaklaşık elli yıllık hep aynı nakarat dedirten olaylar insanın kanını donduruyor izlerken. Filme ismini veren Z’nin hikayesiyle başlamak gerekiyor en kestirmeden. Filmin sonunda askeri rejim tarafından yasaklanan bir sürü şeyin ismi geçiyor teker teker. Uzun saç, mini etek, Rus usülü kadeh kaldırma, Sofokles, Euripides, Tolstoy, Aristoteles, Ionesco, Sartre, Pinter, grev, basın özgürlüğü, sosyoloji, Beckett, Dostoyevski, modern müzik, modern matematik, pop müzik… Ve tüm bunlara ek olarak eski Yunanca’da “Yaşıyor” anlamına gelen “Z” harfi de yasaklanıyor beraberinde. Ve bu temsili Z, filmde, Yves Montand’ın zarif bedeni ve düzgün fiziğinde hayat buluyor, savaş karşıtı politikacı, şampiyon atlet, jinekolog profesör doktor, “ölümsüz” Grigoris Lambrakis rolünde. Bazı aktörlere nasip olan roller unutulacak gibi değil gerçekten ve bu bir şans ya da ne derseniz deyin ama çok kısa olan rolüne rağmen Montand devleşiyor göründüğü her sahnede ve göz göre göre suikaste giden ve bir başarı hikayesi olabilecekken yok edilen bir hayatın çok güçlü bir temsilcisi olmayı başarıyor görüldüğü her sahnede. Üzerinden elli yıl geçmiş bir filmde oynamış olan aktörün, yarattığı aurasıyla ölümsüzlüğünü ilan etmiş olduğuna şahit oluyoruz böylelikle.

images-181

Z1AiR0jwiDIzGlFsIaM9sRv5FuqG3jf923WR6dCx5oYlC2rFW949DwpjHNKu2q959Fao7wzhhVmVuk5K9OJbX5diAf-jggoi1iZfag=w300-h200-nc

Teşbih sanatının doruklarında bir sahneyle açılıyor film. Tarım müsteşarı olan bir adam, çok madalyalı bir sürü adamın önünde küfle mücadelenin inceliklerinden bahsediyor. Çiftçileri küfe karşı uyarmak gerekir derken, lafı, asmaları mahveden bir hastalıktan insanları perişan eden diğer ideolojik hastalığa getirip, en nihayet sözü polis şefine veriyor. Film boyunca sık sık karşımıza çıkacak olan polis şefi, küfe benzeyen ideolojik hastalık için önleyici tedbirler gerektiğinden, insanları küfün ve bakterilerin neden olduğu mikroplardan kurtarmak için tedavi etmenin mecburiyetinden, okullarda tomurcuklanan çok genç yaştaki öğrencilerin tedavisinin en önemli zamanının askerlikte geçen zaman olduğundan, insanları Tanrı’dan ve saltanattan uzaklaştıran izm salgınıyla gayri zirai yöntemlerle mücadele etmek gerektiğinden bahsediyor. Aynı günün gecesinde şehirlerine gelecek olan ve düşman belledikleri doktora suikast girişiminde bulunmak için ipi çektiklerinin ispatı bir konuşma oluyor tüm bunlar. Çıbanın başını ezmek gerekiyor. O baş, vurulmak suretiyle eziliyor kısa bir süre içinde. Doktora bir suikast düzenleneceği hususundaki uyarılarıysa başsavcı kader ve kronik yalandır diye geçiştiriyor. Halbuki bildiri dağıtmakta olan gençliğe saldıran öfkeli adamlar topluluğu akşamına toplantı yapılacak yeri de basıyor. O kadar güdümlüler ve bilinmez bir intikam isteğiyle yanıyorlar ki, doktor diye senatör George Pirou’ya saldırıp öldüresiye dövüyorlar. Doktorsa konuşmasını bitirdikten sonra kuzu kuzu ama aynı zamanda büyük bir cesaretle yürüyor olası cellatlarının arasında, öfkeyi yara yara. Ölmeden önce hoparlörle dışarıya verilen sesinin neler söylediğini anlamak için bir kez olsun kulak kabartsalar, barış ve silahsızlanma yanlısı taraftarların üzerine, sırf inat olsun diye, yaşasın bomba diye saldırmayacaklar belki de. Kalabalık ve başıboş kalmış eğitimsiz bir grubun neler neler yapabileceğine tanık oluyor insan film boyunca. Fotoğrafçılara poz veriyorlar meydanlardaki. Böylelikle gazetelerin birinci sayfasına çıkacaklar hayatın görmezden geldiği adamlar. İsimlerinin bu şekilde ama bir şekilde gazetede yayınlanmasıyla kendilerini tanıyan insanlara hava atacaklar hem, hem de ölüm ilanlarının haricinde orada olmak onlar için son derece mühim. Yaptıkları eylemlerin olası sonuçlarını düşünmeden hareket eden, hayatlarında önemli işlere imza atamamış küçük kalmış adamlar güruhu tam da Doktor’un karşısındaki. Poliste onlardan yana hareket ediyor, aynı grup gençlere saldırırken durup bakmakla yetiniyorlar. En acısı da onu kurtarmak için gelen araç sahibi adamın da onlardan olduğu ve bilerek bir arabaya çarpıp, yanlış yollara girerek yolu uzatıp, yaralı vaziyetteki Doktor’u olabildiğince geç hastaneye götürmek olduğu anlaşılınca yüreği sızlıyor insanın. Her şey, her şey bir oyunmuş çok önceden tasarlanan ve kiralamak için bir salon bulamayan Doktor ve çevresindeki biçare adamları da bir bir bu oyunun kurbanı oluyorlar. Doktorun gelecek seçimlerde kazanacağı konuşuluyor çünkü. Dürüstlüğü ve yabancı sermaye karşıtlığıyla biliniyor çünkü. İlk saldırıdan sonra yaptığı konuşmasında fikirlerinin bu denli şiddete maruz kalmasının nedeninin diğer partilerin ve parti liderlerinin milliyetçi olmasından kaynaklandığını söylüyor. Yönetimler tarafından kullanıldıkları için onlara dokunulmuyor. Bir günah keçisi varsa, bu, arkasına üniversite öğrencilerini almış, özgürlüklerden yana olan Doktor ve partisi oluyor.

z2

Bir liderin en önemli özelliğinin ister barışçıl yöntemlerle, ister diğer türlü, savaşma isteğinin olmasıyla alakalı olduğunu görüyoruz. Doktor ilk yöntemi seçmiş bir imsan, bir vatandaş hayatı boyunca ve sırf bu yüzden öldürülüyor. İşlerine gelmeyen ve doğuştan gelen bir karizma ve güç gördükleri adamı yok ediyorlar ilk fırsatta, ondan daha güçlü ama daha korkak olanlar. Sonra da “kaza” diyorlar üzerine basa basa. Öldüğünü öğrenen gençler pankartlarla toplandığındaysa ülkemizdekine benzer bir manzarayla larşılaşıyoruz. Polis bir sel gibi yağıyor üzerlerine indikleri polis arabalarından ve ilk iş derdest edilen gençlerin saçlarını kesiyorlar uluorta.

Doktor’un eşi Helene rolünde Irene Papas çıkıyor karşımıza. Gazeteciler etrafını sarmış, bir sürü anlamsız sorular sorarken, o geçmişi düşünüyor ara ara ve birkaç güzel anın çağrışımlarını. Bir kadın ve bir eş olarak üzülüyor ardından kocası için, kendisi ve kızı için. Doktor, simgeleşmiş bir kahramana dönüşerek ölüyor ve öyle de algılanıyor bundan böyle halkın gözünde. Oysa ki bir kadının bütün umutları yıkılıyor beraberinde. Gizli birimler onun imajını yıkmak peşindeyken ve bunun için açık ararlarken, arkada kalan gözü yaşlı bir kadının çektiklerine şahit oluyoruz. Katilinin devlet olması geride kalan sevenleri ve hakkını arayan kişiler için çok başa çıkılabilecek bir şey olmasa gerek. Tam savcı her şeyi çözdü, suçlular cezalarını çekecekler, işte geç gelen adalet derken, gelen askeri darbeyle savcı işinden oluyor, tanıklar zaten bir bir sözde ecelleriyle ölüyorlar, memurlara idari cezalar veriliyor,solcular kazanacak derken ordu yönetime el koyuyor, senatör George Pirou bir polis aracında beyninde oluşan pıhtılaşmadan dolayı ölüyor. Bu davayla ilgisi olan iyiler ölürken, kötülere azın azı cezalar verilerek yırtmaları sağlanıyor. Olayları başından beri takip eden ve davaya ışık tutan genç gazeteci ise resmi belgeleri açıklamaktan ötürü en uzun cezayı alarak haksızlıklar kitabına giriyor üç yılla, katilleri en fazla dört yıl alırken.

l-z-61437c2f

 

 

 

WordPress.com'da Bir Blog Açın.

Yukarı ↑