DARK, İLK SEZON

B370A26D-BC12-47EF-852A-4F7E381A7DC8

DARK, İLK SEZON :

“Zamanın doğrusal olduğuna güveniriz. Muntazam şekilde ebediyen ilerlediğini düşünürüz. Sonsuza dek. Ancak geçmiş, şu an ve gelecek arasındaki fark bir illüzyondan ibarettir. Dün, bugün ve yarın peş peşe gelmez. Sonsuz bir döngü halinde birbirlerine bağlıdırlar. Her şey birbirine bağlıdır.” Tok bir ses

… ve o aynı tok ses on bölüm boyunca ara ara ve kendini hiç unutturmama gayreti ile çıkıyor karşımıza. Üstelik hep sevecen, hep babacan hoş da bir tınısı var o aynı sesin. Tıpkı gökyüzünden seslenen bir Tanrı gibi.

Albert Einstein’ın “Geçmiş, şu an ve gelecek arasındaki fark inatçı bir illüzyondan ibarettir.” sözünü esas alarak zaman makinesi, solucan deliği, ak delik, kara delik ve bilimum ilerleme cihazlarıyla kahramanlarının zoraki de olsa zamanda yolculuk ettiği, geride kalanlarınsa gidenlerin nereye gittiğini sorgulayıp durduğu pek çok karakter, pek çok aile barındıran, takibi güç olsa da zeka ve dikkat gerektiren, dolayısıyla senenin en iyilerinden olmaya aday dizinin kurgusuna geldiğimiz takdirde, on bölüm boyunca olayların tıkır tıkır işlediğini görüyoruz tabir-i caizse. “Unsere Mütter, Unsere Vater”, henüz tamamını izleme şansı bulamadığım “Babylon Berlin” gibi diziler de olmasa Almancayı hepten unutacağız derken(Ataları Nazi kamplarında vakit geçirmek zorunda kalmış Yahudiler’e sorsan Almanca’nın mükemmelliğini, güzel güzel cevaplar alacağımdan eminim), neyse ki Maren Ade harikası Toni Erdmann çıkmıştı yakın bir tarihte. Berlinale de olmasa ya da Fatih Akın ara ara film çekmese, arada bir bizim ülkenin ve onların ülkesinin keçileri de bir köprüde karşılaşmasa, son olarak gezginlerin rotası “Romantik Yol” da olmasa kışın karlarla, bir de disiplinli ve çalışkan insanlarla kaplı ülkeyi hepten unutacağız diyorduk ki Aralık gibi düşüverdi dizimiz malum ortamlara. Gelelim yabancı basında sık sık karşılaştığımız Stranger Things ile arasındaki mukayeseye. Dark, tıpkı adı gibi çok daha karanlık ve grift bir senaryoya sahip, yetişkinlere yönelik, yetişebilirsen anlayabilirsin dizisi. Dizide yer alan dört ailenin bireylerinin birbirleriyle etkileşimleri geçmişlerindeki karanlık ilişkilerin gölgesinde kör topal ilerlerken ortaya çıkan çocuk kayıplarıyla, sırların teker teker deşifre olduğunu görüyoruz inceden. İtiraflar, vicdan muhasebeleri, aldatmalar, çok çok büyük sırlar var işin içinde. Kimin eli kimin cebindeymiş görüyoruz bizler de. İnsanoğlu yasak elmanın ürünü olunca, elinden geleni yapıyor haliyle insanoğlu olmanın hakkını vermek üzere. Öte yandan o yasak elmalar olmasa, o yasak tanımaz zihinler fikir üretmeseler ne o diziler, ne bu filmler, ne de şu kitaplar ortaya çıkardı. Değil mi keçiler ve kendisini keçi hissedenler?

A3304A79-DC26-4D84-B0AC-7DF01F7635A6

304BD63A-2247-40D7-8234-20415A2AE00B

Dünya bir simülasyonsa deja vu, matrix hatası yüzünden olur.” Jonas Kahnwald

Winden şehri, Almanya’nın güneybatısında yer almakta. Etrafı ormanlarla kaplı şehrin ismiyse Winden im Elztal olarak geçiyor gerçek hayatta. İsmi ve karanlık ormanlarla kaplı oluşuysa kurgu değil, gerçek. 21 Haziran 2019’da kendini asmak suretiyle intihar eden Michael Kahnwald, geride bir de mektup bırakıyor 4 Kasım 2019 saat 22.13’den önce açılmaması şartıyla. 4 Kasım 2019 tarihinde, sabah saatlerinde, aynı evde Hannah Kahnwald kendini asmak suretiyle öldüren kocasının yasını tutmaktan vazgeçmiş olacak ki, evli bir adam olan Ulrich Nielsen’ı sabah koşusundan evvel motive etmeye çalışıyor yatak odasında. Bu motivasyon çalışmasıysa aynı evde beraber yaşadığı oğlu Jonas’ın seslenişiyle son buluyor ve yataktan çıkılıyor usulca. Jonas’ın, babasının intiharı ertesi travma sonrası stres bozukluğu yaşadığını ve akıl hastalıkları kliniğine yatırıldığını öğreniyoruz bir süre sonra. İlaç tedavisi görmesine rağmen karabasanlar ve sanrılar peşini bırakmıyor halen daha. Bu arada on üç gündür kayıp olan Erik’in ailesi polise soruşturmanın akibetini sormak için geldiğinde Ulrich’in polis dedektifi olduğunu öğreniyoruz. Charlotte onun iş arkadaşı ve acılı aile yüzüne tükürdüğünde dahi saygıyla karşılıyor karşı tarafın acısını. Polis muamelesi alttan almaya dayalı çünkü ve karşılarındaki oğulları yok olan bir aile neticede. Kahnwald, Nielsen, Doppler ve Tiedemann ailelerinin üç nesli, üç ayrı zaman diliminde anlatılıyor. Ve yavaş yavaş bu aileleri tanıyoruz. Empati kurmaya kalktığınızdaysa bir kusursuzluk arıyorduysanız yanlış adrese geldiğinizi anlıyorsunuz. Sağır dilsiz bir kız bile son derece acımasız olabiliyor yeri geldiğine kndi akranına karşı. Hepsi arızalı olan aile bireylerinin geçmişin mirasını taşıdıklarını görüyoruz öte yandan. Nerede yanlış yola saptıkları, hayatlarının ne zaman istediklerinin tam zıttı olmaya başladığının cevabını arıyorlar umutsuzca. Oysa ki her şey kendini tekrar ediyor bir şekilde. Tıpkı otuz üç yıl önce olduğu üzere.

694F0917-2285-45E7-9DFE-78863A60B53E

27BABCC0-3A86-4F18-80D1-F50A79FA21B8

8CA4DE44-FA0C-4AB2-B44D-7DAEB208F2FE

Ölsen bile bulunmak istersin.” Mikkel Nielsen

Bunu söyleyen Mikkel de kayboluyor bir başka uğursuz gecede. Mikkel, Nielsen ailesinin üçüncü ve en küçük çocuğu. Onun kayboluşundan dokuz saat sonra bir başka çocuk cesedi bulunuyor ormanda. Yaklaşık on altı saat önce ölmüş on ila on iki yaşlarında bir çocuk bu. Göz bölgesi tamamiyle yanmış, kulak kanalları ve kulak zarı zarar görmüş halde. Otopsi esnasında herhangi bir cinsel taciz bulgusuna rastlanmadığı anlaşılıyor. Bu arada bundan tam otuz üç yıl evvel kaybolan amcasından sonra tüm aile bir kez daha sarsılıyor derinden. Özellikle de baba Ulrich. Çünkü oğlunun kaybolduğu anlarda Hannah’yla kaçamak yapıyor ve ilerleyen bölümlerde öğreneceğimiz üzere, on beş yıl önce kardeşi kaybolduğu esnada bu sefer de babası bir başka kadınla berabermiş.  Ailesi umutsuzca onu arayadursun, ufaklık şaşkın şaşkın Winden’deki evinin yolunu tutuyor. Anahtarlarla kapıyı açamasa da, tarihlerden 5 Kasım 1986 ve burası annesinin ailesinin oturduğu ev o zamanlar. Çernobil Faciası’nın üzerinden altı ay gibi kısa bir süre geçmiş daha. Kayıp Mads’i beklerken Mikkel çıkageliyor aynı zamanlarda. Müstakbel annesi henüz lise çağlarında ve bu hiç tanımadığı çocuğa kimi aradığını sorduğunda annemi arıyorum diyor Mikkel ona şaşkınlıkla. Bu arada gökten ölü kuşlar düşüyor, otuz üç koyun telef oluyor bir gecede. Kalpleri duruvermiş hepsinin aynı anlarda. Dizi boyunca üç çocuk, otuz üç koyun için temsili bir koyun, bir de kuş otopsisi yapılıyor. Mikkel’e Hemşire Ines Kahnwald sahip çıkıyor ve evlatlık ediniyor. Çocuksa kabullenmeye çalıştığı kadar kabul ettirmeye çalışıyor gelecekten geldiğini. Bu özel durumun açıklaması yine aynı tok ses’ten geliyor ve diyor ki : “Kara delikler, evrendeki cehennem ağızları olarak kabul edilirler. İçine düşen kaybolur. Sonsuza dek. Nereye peki? Kara deliğin arkasında ne var? Mikkel nerede ve hangi zamanda? Uzay ve zamanda her şeyle birlikte kaybolur mu? Yoksa orada uzay ve zaman birbirine bağlanıp sonsuz bir döngünün parçası haline mi gelir? Ya geçmişten gelen her şey gelecek tarafından etkileniyorsa.” Yani, kısaca ya başlangıç sonsa?

4F203633-D9D6-4425-A158-58C8F9CCDED4

EDC3F223-4DE9-4B37-91D3-002ED9C1833F

Takvimlerimiz yanlış. Bir yıl aslında 365 gün değil. O yüzden asla tam olarak senkronize olamıyoruz. Ama 33 yılda bir her şey eski haline dönüyor. Yıldızlar, gezegenler, evren aynı konuma geliyor. Ay-güneş döngüsü, Nietzsche’nin bengi dönüşü. Her şeyin tekrar ettiği, her şeyin daha önce yaşandığı hissi, devasa bir deja vu.”

Bahsi geçen ve tekrar eden olayların gerçekleştiği tarihte, Ulrich Nielsen bu sefer de küçük oğlunu kaybediyor kardeşinin kaybından 33 yıl sonra. Arayışındaki çıkış noktasının hatalı olduğunu ise çok sonradan anlıyor. Çünkü mühim olan Mikkel’in nerede değil, hangi zamanda kaybolduğunu bulabilmek. Bu ise mağaradaki kapıyı keşfederek, koridordan bir başka zamana geçmesiyle gerçekleşiyor ancak. Onun öncesinde ise kendisini saplantı haline getiren Hannah ile baş etmeye çalışıyor bir yandan. Hannah’nın onu öylece bırakmak gibi bir niyeti de yok. Yıllar önce aşktan gözü kör olan ve hemen her şeyi yapabilecek potansiyele sahip on dört yaşındaki kız, hala o on dört yaşındaki kız ve yaptığı kötülüğün bir benzerini yapmak üzere şantajla bir maşa buluyor kendine ivedilikle. O tüm bunları planlarken, oğlu en nihayet babasının yazdığı mektubu okuyor. O mektuba göre yakın zamanda kaybolan Mikkel’in zamanda yolculuk yapıp 1986 yılına gittiğini ve orada kaldığını, zaman içinde Mikkel’in nereye ait olduğunu hiçbir zaman tam olarak bilemeyen Mads’e dönüştüğünü öğreniyoruz. Hayatta kalmak için yalanı gerçeği yapan çocuksa en nihayet intihar ediyor. Hastanede tanıştığı annesi Hannah ile on dört yaşında iken tanışmışlar. Sonra da evlenmişler ve Jonah doğmuş. Bu durumda Jonas’ın bir büyükannesi daha var, o da lisenin müdürü yani Ulrich’in karısı Katharina Tiedemann. Kocası yani bu durumda büyükbaba konumundaki Ulrich de bir yandan annesiyle birlikte oluyor ve kayıp oğlunu arıyor ki o da Jonas’ın babası. Jonah’ın Tiedemann’ların kızıyla yani halasıyla öpüştüğü gerçeği var bir de. Durum böyle olunca da intikamdan gözü dönmüş annesine onun farkna varamadığı bir veda busesi kondurarak zamanda yolculuğa çıkıyor ve burada Noah’dan sonra dizinin en gizemli kişisi olan yabancı ile yüzleşiyor. Bu yabancı ona hiç de o kadar yabancı değil aslında. Ben senim diyor ona. Zamanda kaybolmuş bu adam Jonah’ın büyümüş hali aslında.

FBEDEFE3-8DA3-43CA-BA77-20DFEA8E5CA1

F359A9C8-AED9-41CE-82E1-C0197BE4574C

B870F991-9289-484F-94E0-BFA862098074

İnsan annesiyle babasını tanıyamıyor. Çocukken veya gençken nasıl insanlar olduklarını bilemiyor. Ailesiniz ama birbiriniz hakkında bir şey bilmiyorsunuz.” Martha Nielsen

Zamanda yolculuk yapan karakterler gittikleri tarihte anne babalarının gençlik ve çocukluk halleriyle karşılaşıyorlar. Jonah Mikkel’i geri götürmeyi düşünse de, bu olay geçmişi değiştirdiğinden gelecek yok olacak. Mikkel Hannah ile tanışmayacağından, aşık olup evlenmeyecek ve Jonah doğmayacak. Onu geri götürmesi demek kendi varlığını yeryüzünden silmesi demek olacak. Aynı şekilde zamanda yolculuk yaparak bir otuz üç daha geriye yani 1953 senesine giden Ulrich de, küçük Helge Doppler’i öldürmek suretiyle oğlunu gelecekte yaşatmaya çalışıyor nafile bir çaba içinde.

Solucan deliği sayesinde uzay zaman tipolojisinin değiştiğini, onu büktüğünü, hiçbir şeyin olması gerken yerde kalamadığını görüyoruz. Ulrich babasının 1953 yılındaki halini görüyor. Babası daha küçücük bir çocuk, büyükannesiyse son derece alımlı dul bir kadın. Bu karşılaşma sayesinde: “ Bir karşılaşmayla olacakları değiştirme şansımız olabilir mi yoksa zaman asla yenilmeyen bir canavar mıdır?” sorusuna nedensel determinizmle bir cevap verildiğini görüyoruz. Bu durum mümkün değilmiş yazık ki. Çünkü insanoğlu hayatında bir rolünün olduğuna ve bir şeyleri değiştirebileceğine inanmak istiyor ve insanın doğasında var olan bu hal onu yapabilirim, değiştirebilirim seçeneğine yönlendirse de, istediğin takdirde dağların oynamadığının da altını çiziyor nazikçe. Öte yandan eğer her şeyin bir amacı varsa, bu amaca kim karar veriyor? Tesadüfler mi, Tanrı mı, biz mi? Yoksa hepsi sonsuz bir döngünün içinde yeniden mi yaratılıyor? Ve insanı kim yarattı? Tanrı mı yarattı yoksa evrenin bir ürünü müdür insan? İnsan nedir? Nereden gelir? Neye göre hareket eder? Amacı nedir?

ACE224EC-A959-4A80-9945-68152E67A5C4

İnsanların çoğu satranç tahtasındaki piyondan ibarettir. Bilinmeyen bir el onları yönetiyor. Daha büyük bir hedef için kurban edilmek üzere yaşıyorlar. Jonas, Mikkel, çocuklar… iyi ile kötü arasındaki sonsuz savaşta talihsiz ama gerekli satranç hamlelerinden başka bir şey değiller. Zamanda yolculuğu kontrol etmeye çalışan iki grup var. Işık ve gölge. Biz ışığın tarafındayız. Yaptıklarımızın doğasında kimi zaman karanlık olsa dahiçbir zafer kurbansız kazanılmaz.” Noah

Dizide gizemi çözülmeyen, kim olduğu tam olarak anlaşılamayan tek karakter Noah idi. Kendine müritler edinen, insanın günahlarla dolu olduğunu, saf insan diye bir şey olmadığını, zaman makinesinin gemileri olduğunu düşünen Nuh Peygamber’in gölgesi bile olabilirdi pekala. Ölü bulunan iki çocuğun üzerinden çıkan kıyafetlerde etiket kısmında yazan Made in China yazısı ile komünist Çin tehlikesiyle karşı karşıya olabileceklerini düşünen 1953 Almanya’sının doktorlarının şaşkınlığı, bir de  gelecekten geldim dedikten sonra kendisine geleceğin nasıl bir yer olduğu sorulduğunda, izleyici olarak işte böyle, değişen çok şey var ama aslında yok ve pek de matah değil bize gelmiş olan gelecek cevaplarını kendimize saklamak zorunda kalışımız hoş ayrıntılardı doğrusu. Sonuç olarak izleyici yolunu, cevaplarını kendisi bulsun diyorum ve son bir söz olarak eğer National Geographie, Bilim ve Teknik, H.G.Wells, Einstein, Nietzsche’den bir şeyler bulmak istiyor, aynı zamanda drama yanı kuvvetli bir dizi izlemek istiyorsanız, sakın ve aman Dark’ı es geçmeyin. Pişman olmazsınız. Diyorum. Bilimin hurafelere yenilmemesi için kafaları çalıştırmak gerek. Etrafındakiler değişmiyorsa da, senin kendini değiştirmen gerek.

EL CLUB

images-309

EL CLUB

“Ve Tanrı ışığı iyi olarak gördü ve onu karanlıktan ayırdı.” Genesis 1:4

“Hayatın suç ortağın.”

“Dört peder dördü de birbirinden beter.” Sakin bir sahil kasabasındaki evde günlerini sükunetle, dualarla, İncil’de bahsi geçen tek köpek türü olan tazılarla ve onları dahil ettikleri yarışlardaki performanslarından kazandıkları bahis paralarıyla ne yapacaklarını konuşarak geçiren rahipler ve bir rahibe giriyor kadraja filmin ilk sahnelerinde. Buraya kadar her şey yolunda giderken, pek fazla olmaması sürpriz sayılmayacak izleyicisine çok ağır bir yumruk sallıyor Pablo Larrain okyanus ötesinden, hem de bu dört peder üzerinden. Yumruk sert bir şekilde konuyor yüzlere Şili üzerinden. Gülüşler yüzlerde donuyor. Çok zor bir deneyim bekliyor sizi, hazır olmanızın neyi değiştireceğini bilememekle birlikte ben yine de söylüyorum, varsa önleminiz alın diye. Yönetmen kelimelerin gücünü kullanmış en çok anlatımda ve başlarına sevimsiz sıfatlarını eklemiş hiç çekinmeden. Her şey tüm çıplaklığıyla karşınıza serilmiş vaziyette ve karanlıkta kaçacak yer bulamıyor insan kendine. Ve maalesef ki aynı karanlık film bittikten sonra da yakanızı bırakmıyor. Şilili yönetmen kafa tutuyor kiliseye ve kurulu sistemin bir parçası olmuş bireylerin, bir daha da kopması mümkün olmayacak aidiyetlerine. Kilise ve onun gücü bir kimlik kazandırıyor bu insanlara ve bastıramadıkları dürtüleri yüzünden kendilerinden güçsüzlerin canını yakıyorlar. Sürekli Tanrı’ya yakın durup, bu kadar günah işlemek arasında sıkışıp kalıyor insanlar ve bu yıllarca süren çaresizlikleri ve bastırılmışlıkları dillerine vuruyor eninde sonunda. Tahammülü zor, izlenmesi güç, üzerine söylenecek çok şey olan ya da hiçbir şey olmayan bir film “El Club”. Katolik kilisesindeki çocuk tacizlerini ortaya çıkarmak için çabalayan bir tutam gazetecinin yaşadıklarını anlatan Amerikan yapımı bir film olan ve benim de yazmış olduğum Spotlight, El Club’ün yanında masal gibi kalıyor. Bu kadar sert, bu kadar vurucu ve yalın değildi hiçbir zaman, iyi olmakla beraber. Bundaki temel nedense bu suçları işlemiş ve günümüze geldiğimizde tüm bu yapılanları göz ardı eden ve unutmak isteyen insanların hayatlarına objektif bir şekilde tanıklık ediyor olmamız.

images-182

Film boyunca karakterler özellikle ayarlanmış gibi ister iç çekimlerde olsun ister dış, seyircinin gözünü rahatsız eden ve kah pencereden süzülen, kah dışarıda parlayan güneş ışınlarını arkalarına alarak kadrajdaki yerlerini alıyorlar ve bu ışığın varlığı kutsaliyeti simgelemesi gerekirken, inanılmaz rahatsızlık veriyor ve bu kalıcı bir imgeye dönüşüyor zamanla. Işık vurdukça isli puslu bir hal alıyor mevcudiyetleri. Bir kirlenmişlik varmış gibi.

el-club-07
Rahip Matthias
images-191
Sandokan

Bir gün gelen bir siyah araba rahiplerin hayatını değiştiriyor. Yeni bir rahip aralarına katılmak üzere getiriliyor. Sakallı ve mesafeli rahibin günahım yok sözü henüz daha soğumadan Sandokan çıkageliyor bahçe kapılarına. Yeni gelen rahibin kendisine çocukken yaptığı tacizi tüm ayrıntılarıyla nameli nameli anlatıyor. Bir türlü de susturulmak bilmiyor. En nihayet içeriden getirdikleri silahı çocuğu susturmak ve tüm kasabanın bu skandalı öğrenmesini engellemek için rahibin önüne koyuyorlar. Rahip ne yaptığını bilmez bir halde sokağa fırlıyor çocuğa yönelttiği silahla. Sonra da bir anda kendini vuruyor başından. İlk önce ölmüş rahibin duasını ediyorlar başına geçip. Sonra da polise üzerinde anlaştıkları ortak bir yalan söylemeyi kararlaştırıyorlar. Rahibe Monica’da bir güzel süpürüyor bahçedeki kanları. Filmin bundan sonrasında kriz durumlarına yönelik tecrübesi olan, çok ülkede bulunmuş, psikoloji eğitimi almış manevi yönetici Rahip Garcia giriyor devreye. Silahın nereden çıktığına, olayların nasıl geliştiğine ve ne çeşit insanlarla bir arada bulunmakta olduğuna dair bir soruşturma başlatıyor kendince, hiçbir zaman polis kayıtlarına geçmeyecek olan. İlk önce Rahibe Monica’nın ağzını arıyor. Monica hayatından memnun görünüyor. Onun gözünde kırsal bir hayat yaşıyorlar ve burası bir çeşit dua ve kefaret merkezi. Garcia ise her şeyin farkında ve filmin konusu hakkında bir fikri olmayan izleyici buranın ne bir çeşit kaplıca ne de bir inziva yeri olmadığını, her bir rahibin kendince günahlar işleyip bu ve benzeri evlere  aforoz edilerek gönderildiğini öğreniyor. Günahkar rahipleri takip eden geçmişin mağdurları er geç evlerin varlığını keşfettiğinden, bu tip evlerin yavaş yavaş kapatıldığını öğreniyoruz. Sırada da şimdi içerisinde bulundukları ev var.

el-club-piffl-medien-filmbild-128~_v-img__16__9__l_-1dc0e8f74459dd04c91a0d45af4972b9069f1135
Rahip Garcia
images-211
Rahibe Monica

images-216

club1
Rahip Vidal
downloadfile-49
Peder Ramirez

Dört rahipten ilki ve en derin düşünebileni Padre Vidal. Rahip Garcia ile yüzleşmesi ve tüm sırlarını ortaya dökmesi çok zor olmuyor. Sır saklayamıyor. Sandokan ona günah çıkarmak istediğini söylediğinde de günahlarını dinleyemeyeceğini çünkü sır tutamadığını söylemişti. Eşcinselliğin onu insanlaştırdığını ve gay olmanın çok derin bir şey olduğunu söylüyor. Ama o da çocuklara tacizden ötürü aforoz edilmiş. Kendi gibi bekarlık yemini etmişlerin durumunu gayet güzel özetliyor: “Duadan çok müstehcen şeyler düşünürdüm. Sevmek yok, sevişmek yasak ve buna bedenin dayanamıyor. Çünkü kaderine terk edilmiş aldatıcı bir vücudumuz var.” Bir de yarıştırmak üzere evcilleştirdiği tazısına karşı beslediği derin sevgisi var onu ayakta tutan. Onda gördüğü bazı şeylerle köpeğin insancıllaştığını, kendininse onun sayesinde hayvancıllaştığını öğreniyoruz. Aralarında en aklı başında görünen rahip orduda otuz beş yıl hizmet vemiş zamanında. Önceden sadece suçlara tanıklık ederken, sonrasında bir parçası oluyor benzer suçların. Üçüncü rahip Ramirez aralarında en yaşlı olanı ve geçmişine dair pek bir bilgi yok. Altmışlı yıllarda gelmiş eve ve ilk geldiğinde çok zayıfmış. Arada dalıp gidiyor. Rahibe onun altını bezliyor. En korkuncuysa hayalle gerçeği karıştırdığı zamanlarda ağzından çıkanların hep müstehcen detaylar olması. Son rahipse alkolik. Evin lanet suç ve suçlularla dolu bir zindan olduğunu, Tanrı’nın bu adreste oturmadığını düşünüyor. Garcia ev halkından daha çok sebze, daha az tavuk tüketmelerini istiyor. Ve daha çok dua, daha az yürüyüş. Alkolü de yasaklıyor. Birbirlerine giriyorlar bu yüzden.

images-193

images-258

Sorunlar ve sorularla yüklü geçmişler taşıyan rahiplerin hayatından Sandokan’ın bunalımlı hayatına geçtiğimizde tüm ağzı bozukluğuna rağmen harcanmış bir çocukluktan ötesini gözünüz görmüyor. Sandokan pasif gay ve her ne kadar ben kadınlarla oluyorum dese de olamıyor. Çocukken her tür istismarı ve rezilliği yaşadığından, şimdi o diliyle zehirliyor önüne çıkan herkesi. Hayattan ve insanlardan intikam alma şekli bu oluyor. Aşkın doruğuna Rahip Mathias’la çıktığını sanıyor. Çok acınası. Rahip Garcia onu oluşturan rahibi ve onun yaptıklarını öğreniyor, şimdi de kendisine yapılanların aynısını başka çocuklara yapmak istediğini söylediğinde ise tehlikenin büyüklüğünü görebiliyor ve onu kurtarmaya karar veriyor. Acılardan arınmış yeni bir Sandokan yaratıp, onu kefaret olarak rahiplerin arasında bırakıyor. İlk başlarda adam yerine konmadığından, ileride onu soracak, umursayacak birileri olmayacağından dertli olan Sandokan, bu anlamda en sonunda muradına eriyor bir yerde. Başında çok istekli olmasalar da ona sonsuza kadar değer verip, evini açan insanlara kavuşuyor. Zamanında rahip Matthias için ayarlanmış tek kişilik odada kalmak ona nasip oluyor. Böylelikle ev kapatılmıyor. Rahibe Monica’nın en büyük korkusu olan sırlarının duyulup, evin kapatılması endişesinin üzeri örtülmüş oluyor. Çok küçük işlerde güvencesiz çalışırken, bir kurumun parçası oluyor sonunda Sandokan. Tüm rahipler ve rahibeler bunun cazibesine kapılıyorlar sanki en başında ve içine girdikten sonra işler çıkılmaz bir hal alıyor. Tüm bu gerçekleri göre göre iki bin yıllık kiliseye olan bağlılığından ve sevgisinden ötürü her şeyin üzerini örtüyor ve kapıda bekleyen siyah arabaya binip hepsini geride bırakıyor sonunda Rahip Garcia. Herkes için böyle bir çıkar yolu bulmuş oluyor. Kilise kendi gücünden bir sürü suç ortağı yaratıyor ve tek galip gene kilise oluyor. Ayakta kalıyor her şeye rağmen.

Geçmez bir iç sıkıntısı ve dünyanın nasıl bir yer olduğuna dair soru işaretleriyle geride bırakıyor Larrain izleyiciyi. Kendi sinemasını oluşturmuş çok genç bir yönetmenden, çok ağır bir film ve deneyim oldu benim için “El Club”. Berlinale’den ödüllü, dinin kurumsallaşmasının doğurduğu sonuçları, bekar kalma yemininin anlamsızlığını ve olasılıksızlığını anlatan, bir süre etkisinden kurtulamayacağınız çok özgün bir çalışma olmuş. Olasılıklar içindeki en doğru kararı verdiğini düşünüyor insan Garcia’nın. En doğru karar her neyse… Ben hala daha o doğru kararı arıyorum çünkü.

cdn-indiewire

downloadfile-45

WordPress.com'da Bir Blog Açın.

Yukarı ↑